English    Türkçe    فارسی   

2
1333-1382

  • Dağın cüzileri canlandı, akıllandı. Ey halk biz bir taştan da aşağı mıyız ki?
  • جان پذیرفت و خرد اجزای کوه ** ما کم از سنگیم آخر ای گروه‏
  • Ne candan bir çeşme coşmakta, ne beden yeşiller giymiş ruhanilere katılmakta…
  • نه ز جان یک چشمه جوشان می‏شود ** نه بدن از سبز پوشان می‏شود
  • Onda ne bir iştiyak sahibinin sesi var, ne sâkinin bir yudum şarabının neşesi! 1335
  • نه صدای بانگ مشتاقی در او ** نه صفای جرعه‏ی ساقی در او
  • Nerde hamiyet ki böyle bir dağı; keserle, çapayla, neyle olursa kökünden yıksın.
  • کو حمیت تا ز تیشه و ز کلند ** این چنین که را بکلی بر کنند
  • Belki cüzilerine bir ay parıltısı vurur, belki ay ışığı, ona yol bulur!
  • بو که بر اجزای او تابد مهی ** بو که در وی تاب مه یابد رهی‏
  • Kıyamette dağlar yerlerinden sökülecek… Senin bir davranman da ne vakit böyle bir keremde bulunacak?
  • چون قیامت کوهها را بر کند ** پس قیامت این کرم کی می‏کند
  • Bu kıyamet, o kıyametten nasıl olur da aşağı sayılır? O kıyamet yaradır, bu, merheme benzer.
  • این قیامت ز آن قیامت کی کم است ** آن قیامت زخم و این چون مرهم است‏
  • Bu merhemi gören yaradan kurtulmuştur. Bu güzelliği gören kötü kişi bile ihsan sahibidir. 1340
  • هر که دید این مرهم از زخم ایمن است ** هر بدی کاین حسن دید او محسن است‏
  • Ne mutlu o çirkine ki güzele eş, arkadaş oldu; vah eşi kış olan gül yüzlüye!
  • ای خنک زشتی که خویش شد حریف ** و ای گل رویی که جفتش شد خریف‏
  • Ölmüş eşek cana eş olunca dirilir, canın ta kendisi olur.
  • نان مرده چون حریف جان شود ** زنده گردد نان و عین آن شود
  • Kara odun ateşe eş olur, karalığa gider, baştanbaşa nur kesilir.
  • هیزم تیره حریف نار شد ** تیرگی رفت و همه انوار شد
  • Ölmüş eşek tuzluya düşünce eşekliği, murdarlığı bir tarafta kalır.
  • در نمک‏لان چون خر مرده فتاد ** آن خری و مردگی یک سو نهاد
  • Allah gününün rengi Allah boyasıdır. Onda her şey bir renge boyanır. 1345
  • صبغة الله هست خم رنگ هو ** پیسها یک رنگ گردد اندر او
  • Birisi küpe düşse de sen, ona kalk desen neşesinden “ Beni kınama. Küp benim” der.
  • چون در آن خم افتد و گوییش قم ** از طرب گوید منم خم لا تلم‏
  • O “ Ben küpüm” demek “ Ben, Hakkım” demektir. Demir demirdir ama ateş rengine girmiş, o renge boyanmıştır.
  • آن منم خم خود انا الحق گفتن است ** رنگ آتش دارد الا آهن است‏
  • Demirin rengi, ateşin renginde mahvolmuştur. Sükût eder gibi görünmekle beraber ateş olduğundan da dem vurmaktadır.
  • رنگ آهن محو رنگ آتش است ** ز آتشی می‏لافد و خامش‏وش است‏
  • Madendeki altın gibi kızarınca sözü; ağızsız, dudaksız “ Ben ateşim” sözüdür.
  • چون به سرخی گشت همچون زر کان ** پس انا النار است لافش بی‏زبان‏
  • Ateşin rengiyle, ateşin tabiatıyla ululanmıştır da der ki: “ Ben ateşim, ben ateş! 1350
  • شد ز رنگ و طبع آتش محتشم ** گوید او من آتشم من آتشم‏
  • Sen şüpheye düşsen de ben ateşim, istersen bir tecrübe et, elini sür.
  • آتشم من گر ترا شک است و ظن ** آزمون کن دست را بر من بزن‏
  • Ben ateşim, eğer şüphe ediyorsan bir an olsun yüzünü bana koy! ”
  • آتشم من بر تو گر شد مشتبه ** روی خود بر روی من یک دم بنه‏
  • Âdemoğlu, Allah’tan nurlanırsa seçilir de meleklerin mescudu olur.
  • آدمی چون نور گیرد از خدا ** هست مسجود ملایک ز اجتبا
  • Canı melek gibi azgınlıktan ve şüpheden kurtulan kişi de âlemde secde eder.
  • نیز مسجود کسی کاو چون ملک ** رسته باشد جانش از طغیان و شک‏
  • Ateş nedir, demir nedir? Dudağını yum. Bu benzetişte bulunanla alay etme. 1355
  • آتش چه آهن چه لب ببند ** ریش تشبیه مشبه را مخند
  • Ayağını denize pek basma, denizden çok bahsetme… Dudağını ısırarak susup kıyısında dur!
  • پای در دریا منه کم گوی از آن ** بر لب دریا خمش کن لب گزان‏
  • Benim gibi yüzlercesi bile denize tahammül edemezler. Fakat yine de denizde boğulmaktan korkmuyor, ona dalmadan duramıyorum.
  • گر چه صد چون من ندارد تاب بحر ** لیک می‏نشکیبم از غرقاب بحر
  • Canım da denize feda olsun, aklım da. Canın da kan diyetini bu deniz vermekte, aklın da.
  • جان و عقل من فدای بحر باد ** خونبهای عقل و جان این بحر داد
  • Ayağım oldukça denizde yürürüm, ayağım kalmazsa yine su kuşları gibi denize dalarım.
  • تا که پایم می‏رود رانم در او ** چون نماند پا چو بطانم در او
  • Huzur da bulunan bîedep kişi huzurda bulunmayan kişiden daha hoştur. Halka da eğridir ama nihayet kapıda değil mi? 1360
  • بی‏ادب حاضر ز غایب خوشتر است ** حلقه گر چه کژ بود نه بر در است‏
  • Ey teni bulaşmış, pisleşmiş kişi, havuz kenarında dön dolaş. İnsan, havuzun dışındayken nasıl temizlenir?
  • ای تن آلوده به گرد حوض گرد ** پاک کی گردد برون حوض مرد
  • Havuzdan uzak düşen kişi nasıl temiz olur? O adam bâtın temizliğinden bile uzak düşmüştür.
  • پاک کاو از حوض مهجور اوفتاد ** او ز پاکی خویش هم دور اوفتاد
  • Bu havuzun temizliğinin haddi yoktur. Cisimlerin temizliği ise pek az bir miktarda olabilir.
  • پاکی این حوض بی‏پایان بود ** پاکی اجسام کم میزان بود
  • Çünkü gönül havuzdur ama gizli. Bu havuzun, denize gizli bir yolu var.
  • ز انکه دل حوض است لیکن در کمین ** سوی دریا راه پنهان دارد این‏
  • Senin muayyen miktardaki temizliğin yardım ister. Yoksa sayılı şey harcandıkça azalır. 1365
  • پاکی محدود تو خواهد مدد ** ور نه اندر خرج کم گردد عدد
  • Su, pis adama “ Bana koş” der. Pis adamsa “ Sudan utanıyorum” der.
  • آب گفت آلوده را در من شتاب ** گفت آلوده که دارم شرم از آب‏
  • Su der ki: “ Bu utanma, bensiz nasıl zail olur, bu pislik, bensiz nasıl temizlenir?”
  • گفت آب این شرم بی‏من کی رود ** بی‏من این آلوده زایل کی شود
  • Bulaşık ve pis adam; sudan utanır, gizlenirse bu utanma, “Hayâ, imana mânidir” sözünün tahakkukuna sebep olur.
  • ز آب هر آلوده کاو پنهان شود ** الحیاء یمنع الإیمان بود
  • Gönül, ten havuzunda çamura bulandı ama ten, gönül havuzunda arındı.
  • دل ز پایه‏ی حوض تن گلناک شد ** تن ز آب حوض دلها پاک شد
  • Oğul, gönül havuzunun çevresinde olan, ten havuzundan sakın! 1370
  • گرد پایه‏ی حوض دل گرد ای پسر ** هان ز پایه‏ی حوض تن می‏کن حذر
  • Ten deniziyle gönül denizi birbirine bitişiktir, fakat aralarında bir berzah var, birbirlerine karışmazlar.
  • بحر تن بر بحر دل بر هم زنان ** در میانشان برزخ لا یبغیان‏
  • İster doğru ol, ister eğri. O gönül havuzuna doğru gel, geri kalma.
  • گر تو باشی راست ور باشی تو کژ ** پیشتر می‏غژ بدو واپس مغژ
  • Padişahların huzurunda can tehlikesi var ama himmetleri yüce kişiler can korkusu yüzünden padişahtan çekinmezler.
  • پیش شاهان گر خطر باشد به جان ** لیک نشکیبد از او با همتان‏
  • Padişah, şekerden daha tatlı olunca canın tatlılığına gitmesi de daha hoş, daha doğru.
  • شاه چون شیرین‏تر از شکر بود ** جان به شیرینی رود خوشتر بود
  • Ey beni kınayan, sen sağ esen ol. Ey selâmet arayan, sen beni bırak! 1375
  • ای ملامت گر سلامت مر ترا ** ای سلامت جو تویی واهی العری‏
  • Benim canım ocaktır, ateşten hoşlanır, ocağa ateş yurdu olmak yeter.
  • جان من کوره ست با آتش خوش است ** کوره را این بس که خانه‏ی آتش است‏
  • Bana ocak gibi aşka yanmak düştü. Bundan kör olansa zaten ocak değildir.
  • همچو کوره عشق را سوزیدنی است ** هر که او زین کور باشد کوره نیست‏
  • Azıksızlık azığı sana azık olursa baki olan canı buldun, ölümden kurtuldun demektir.
  • برگ بی‏برگی ترا چون برگ شد ** جان باقی یافتی و مرگ شد
  • Gamdan neşe artmaya başladı mı can bahçen güllerle, süsenlerle dolar.
  • چون ترا غم شادی افزودن گرفت ** روضه‏ی جانت گل و سوسن گرفت‏
  • Başkasının korktuğu şeyler, sana emniyet verir. Su kuşu, denizden kuvvet bulur, ev kuşuysa perişan olur. 1380
  • آن چه خوف دیگران آن امن تست ** بط قوی از بحر و مرغ خانه سست‏
  • Ey tabip, ben; yine divane oldum. Sevgili, ben yine kara sevdalara uğradım.
  • باز دیوانه شدم من ای طبیب ** باز سودایی شدم من ای حبیب‏
  • Zincirinin halkalarından her halkanın başka, başka fenleri var. Her halka, başka bir delilik vermede.
  • حلقه‏های سلسله‏ی تو ذو فنون ** هر یکی حلقه دهد دیگر جنون‏