English    Türkçe    فارسی   

2
1654-1703

  • Meyvenin olması için hararet ve su lâzımdır. Bunun için de bulut ve şimşek icap eder.
  • آتش و آبی بباید میوه را ** واجب آید ابر و برق این شیوه را
  • Gönül şimşeğiyle iki göz bulutu olmadıkça tehdit ve hışım ateşi nasıl yatışır? 1655
  • تا نباشد برق دل و ابر دو چشم ** کی نشیند آتش تهدید و خشم‏
  • Vuslat zevkinin yeşilliği nasıl yetişir, kaynaklardan arı, duru su nasıl coşar?
  • کی بروید سبزه‏ی ذوق وصال ** کی بجوشد چشمه‏ها ز آب زلال‏
  • Gül bahçesi; yeşilliğe nasıl sır söyler, menekşe nasıl olur da yaseminle ahdedebilir?
  • کی گلستان راز گوید با چمن ** کی بنفشه عهد بندد با سمن‏
  • Çınar, dua için nasıl el açar, ağaç havada nasıl baş sallar?
  • کی چناری کف گشاید در دعا ** کی درختی سر فشاند در هوا
  • Çiçek bahar mevsiminde ( renklerle, kokularla dolu olan) eteğini nasıl serper?
  • کی شکوفه آستین پر نثار ** بر فشاندن گیرد ایام بهار
  • Lâlenin yüzü nasıl kan gibi kızarır? Gül, kesesinden nasıl altın saçar? 1660
  • کی فروزد لاله را رخ همچو خون ** کی گل از کیسه بر آرد زر برون‏
  • Nasıl olur da bülbül gülü koklar; üveyik kuşu, bir istekli gibi “Kû-kû- nerede, nerede” diye öter?
  • کی بیاید بلبل و گل بو کند ** کی چو طالب فاخته کوکو کند
  • Nasıl olur da leylek “lek, lek – senin sesin” sesini canla, başla çıkarır. Ey yardımı dilenen Allah, senin de ne demek? Zaten her şey senin mülkünden ibaret.
  • کی بگوید لکلک آن لک لک به جان ** لک چه باشد ملک تست ای مستعان‏
  • Nasıl olur da toprak, içteki sırları gösterir? Nasıl olur da bahçe gökyüzü gibi aydınlanır?
  • کی نماید خاک اسرار ضمیر ** کی شود بی‏آسمان بستان منیر
  • Bu güzel ve ağır elbiseleri nereden getirdiler? Hepsini de kerem sahibi Allahtan. Hepsini de merhamet sahibi Allahtan!
  • از کجا آورده‏اند آن حله‏ها ** من کریم من رحیم کلها
  • O letafetler, bir güzellik nişanesidir, o nişane de ibadet edici bir erin ayak izi. 1665
  • آن لطافتها نشان شاهدی است ** آن نشان پای مرد عابدی است‏
  • Padişahtan nişane gören sevinir. Görmeyene gelince, uyanıp kendine gelemez.
  • آن شود شاد از نشان کاو دید شاه ** چون ندید او را نباشد انتباه‏
  • Elest deminde Rabbini görüp sarhoş olarak kendinden geçen kişinin ruhu bu gün de Rabbini görür, kendinden geçer.
  • روح آن کس کاو به هنگام أ لست ** دید رب خویش و شد بی‏خویش و مست‏
  • Şarap kokusunu şarap içen tanır. Şarap içmeyen şarap kokusunu ne bilsin?
  • او شناسد بوی می کاو می بخورد ** چون نخورد او می چه داند بوی کرد
  • Hikmet, müminin kaybolmuş devesine benzer, Hikmet, teşrifatçı gibi adamı padişahla görüştürür.
  • ز انکه حکمت همچو ناقه‏ی ضاله است ** همچو دلاله شهان را داله است‏
  • Rüyada güzel yüzlü birisini görürsün, o sana vade verir, alâmetler söyler. 1670
  • تو ببینی خواب در یک خوش لقا ** کاو دهد وعده و نشانی مر ترا
  • Muradın olacak, nişanesi de bu: Yarın sana filân kişi gelecek.
  • که مراد تو شود اینک نشان ** که بپیش آید ترا فردا فلان‏
  • Onun bir alâmeti atlı oluşudur. Bir alâmeti de şu: Seni görünce kucaklayacak.
  • یک نشانی آن که او باشد سوار ** یک نشانی که ترا گیرد کنار
  • Bir alâmeti de seni görünce gülmesi; diğer bir nişanesi de sana karşı el kavuşturmasıdır.
  • یک نشانی که بخندد پیش تو ** یک نشان که دست بندد پیش تو
  • Diğer bir alâmeti de şudur ki: Heveslenip bu rüyayı yarın hiç kimseye söylemeyeceksin.
  • یک نشانی آن که این خواب از هوس ** چون شود فردا نگویی پیش کس‏
  • Bu alâmet, Yahya’nın babasına da gösterilmiş, ona da “ Üç güne kadar kimseye bir söz söylemeye muktedir olamazsın. 1675
  • ز ان نشان با والد یحیی بگفت ** که نیایی تا سه روز اصلا به گفت‏
  • Üç geceye dek iyiden kötüden bahsetme, sus. İşte bu senden Yahya adlı bir çocuk olacağına alâmettir.
  • تا سه شب خامش کن از نیک و بدت ** این نشان باشد که یحیی آیدت‏
  • Üç gün konuşma. Bu susmak senin maksadına erişeceğine delâlet eder.
  • دم مزن سه روز اندر گفت‏وگو ** کاین سکوت است آیت مقصود تو
  • Kendine gel, bunları dile getirme. Bu sözü gönlünde gizli tut” denmişti.
  • هین میاور این نشان را تو به گفت ** وین سخن را دار اندر دل نهفت‏
  • Sana da bu alâmetleri şeker gibi tatlı, tatlı söyler. Hatta bunlar nedir ki? Daha yüzlerce nişaneler var.
  • این نشانها گویدش همچون شکر ** این چه باشد صد نشانی دگر
  • Bu rüya; durmadan dinlenmeden biteviye Allah’tan dilediğin saltanata, istediğin makama erişeceğine alâmettir. 1680
  • این نشان آن بود کان ملک و جاه ** که همی‏جویی بیابی از اله‏
  • Olması için uzun gecelerde ağlayıp inlediğin, seher çağlarında niyaz ettiğin muradına;
  • آن که می‏گریی به شبهای دراز ** و انکه می‏سوزی سحرگه در نیاز
  • Eline girmedikçe günlerini karartan, boynunu iğ gibi incelten maksadına erişeceğine delâlet eder.
  • آن که بی‏آن روز تو تاریک شد ** همچو دوکی گردنت باریک شد
  • Temiz erler nasıl varını, yoğunu verirlerse sen de onu elde etmek için varını, yoğunu verdin;
  • و آن چه دادی هر چه داری در زکات ** چون زکات پاک بازان رختهات‏
  • Malını, mülkünü, uykunu feda ettin, yüzünün rengi kaçtı, hatta başından bile geçtin, bir kıl gibi kaldın;
  • رختها دادی و خواب و رنگ رو ** سر فدا کردی و گشتی همچو مو
  • Nice demdir ödağacı gibi ateşlere atıldın. Kaç kereler miğfer gibi kılıç önüne gittin! 1685
  • چند در آتش نشستی همچو عود ** چند پیش تیغ رفتی همچو خود
  • Bunlar gibi, yüz binlerce biçarelikler, âşıkların huyudur. Bunlar, sayıya gelmez ki!
  • زین چنین بی‏چارگیها صد هزار ** خوی عشاق است و ناید در شمار
  • Geceleyin bu rüyayı görünce gündüz oldu mu o ümitle günün aydınlanır.
  • چون که شب این خواب دیدی روز شد ** از امیدش روز تو پیروز شد
  • O alâmetler nerede acaba diye gözünü sağa, sola çevirir durursun.
  • چشم گردان کرده‏ای بر چپ و راست ** کان نشان و آن علامتها کجاست‏
  • Eyvah, gün geçer de o alâmetler zuhur etmezse diye yaprak gibi titrersin.
  • بر مثال برگ می‏لرزی که وای ** گر رود روز و نشان ناید به جای‏
  • Mahallelerde, pazarlarda buzağısını kaybetmiş adam gibi koşarsın. 1690
  • می‏دوی در کوی و بازار و سرا ** چون کسی کاو گم کند گوساله را
  • Birisi “ Baba, hayrola, ne koşup duruyorsun? Burada bir şey mi kaybettin, kaybettiğin ne? ” dese,
  • خواجه خیر است این دوادو چیستت ** گم شده اینجا که داری کیستت‏
  • “Hayırdır ama bana. Benden başka kimsenin bilmesi caiz değil.
  • گویی‏اش خیر است لیکن خیر من ** کس نشاید که بداند غیر من‏
  • Söylersem bana gösterilen nişaneler kaybolur. Onlar kayboldu mu ben, öldüm gitti” dersin.
  • گر بگویم نک نشانم فوت شد ** چون نشان شد فوت وقت موت شد
  • Her atlının yüzüne dikkatle bakarsın. Baktığın adam, sana “ Bana deli gibi bakma be” der.
  • بنگری در روی هر مرد سوار ** گویدت منگر مرا دیوانه‏وار
  • Ben, bir sahip kaybettim. Onu aramaya yüz tuttum. 1695
  • گویی‏اش من صاحبی گم کرده‏ام ** رو به جستجوی او آورده‏ام‏
  • Ey atlı, devletin daimî olsun. Âşıklara acı, onları mazur tut” dersin.
  • دولتت پاینده بادا ای سوار ** رحم کن بر عاشقان معذور دار
  • Mademki gayretle aradın dikkatle baktın, bu işe adamakıllı sarıldın. Elbette bulursun. Bir işe ciddi bir suretle sarılan yanılmaz demişler.
  • چون طلب کردی به جد آمد نظر ** جد خطا نکند چنین آمد خبر
  • Ey iyi bahtlı, ansızın atlı gelir, seni sımsıkı kucaklar.
  • ناگهان آمد سواری نیک بخت ** پس گرفت اندر کنارت سخت سخت‏
  • Sen kendinden geçer, dostlarından ayrılırsın. Bu işten haberi olmayan da “ İşte sana riyakâr, işte sana münafık!” der.
  • تو شدی بی‏هوش و افتادی به طاق ** بی‏خبر گفت اینت سالوس و نفاق‏
  • Ne bilsin o, kendisinden geçen kişinin coşkunluğu nedir? Bu kimin vuslatı, nişanesi? Bilmez ki. 1700
  • او چه می‏بیند در او این شور چیست ** او نداند کان نشان وصل کیست‏
  • Bu nişane, gören kişinin hakkındadır. Başkasına bu nişane nereden zuhur edecek?
  • این نشان در حق او باشد که دید ** آن دگر را کی نشان آید پدید
  • Âşığa her an, ondan bir nişane görünmekte, canına can katılmaktadır.
  • هر زمان کز وی نشانی می‏رسید ** شخص را جانی به جانی می‏رسید
  • Sanki çaresiz kalmış balığın önüne su gelmiş. Bu nişaneler, o kitabın delilleridir.
  • ماهی بی‏چاره را پیش آمد آب ** این نشانها تلک آیات الکتاب‏