English    Türkçe    فارسی   

2
2041-2090

  • Gökten kırk yıl kâselerle yemek geldi, duam bereketiyle taştan ırmak coştu.
  • ز آسمان چل سال کاسه و خوان رسید ** وز دعایم جویی از سنگی دوید
  • Bu ve buna benzer nice yüzlerce mucize, senin vehmini azaltmadı, eksiltmedi.
  • این و صد چندین و چندین گرم و سرد ** از تو ای سرد آن توهم کم نکرد
  • Fakat sihirli bir buzağı ses verdi. Allah’ım sensin diye derhal secde ettin.
  • بانگ زد گوساله‏ای از جادویی ** سجده کردی که خدای من تویی‏
  • O vehimlerini Nil götürdü, o soğuk anlayışın uykuya daldı.
  • آن توهمهات را سیلاب برد ** زیرکی باردت را خواب برد
  • Onun hakkında da niye kötü bir zanna düşmedin? Ey kötü suratlı, onun önüne nasıl baş koydun? 2045
  • چون نبودی بد گمان در حق او ** چون نهادی سر چنان ای زشت رو
  • Niçin onun hilesinden şüphelenmedin, onun ahmakları aldatan sihrinden niye işkillenmedin?
  • چون خیالت نامد از تزویر او ** وز فساد سحر احمق‏گیر او
  • Be aşağılık kişiler, Sâmirî kim oluyor ki âlemde bir Allah düzüp koşsun.
  • سامریی خود که باشد ای سگان ** که خدایی بر تراشد در جهان‏
  • Onun bu hilesine nasıl oldu da kapıldın, nasıl oldu da ona uydun, onunla aynı fikirde bulundun? Nasıl oldu da bütün şüpheleri attın, kurtuldun?
  • چون در این تزویر او یکدل شدی ** وز همه اشکالها عاطل شدی‏
  • Sence öküz, bir lâfla Allahlığa lâyık oluyor da sonra benim peygamberliğimde şüpheye düşüyorsun ha?
  • گاو می‏شاید خدایی را به لاف ** در رسولی‏ام تو چون کردی خلاف‏
  • Bir öküze eşeklikten secde ettin, aklın Sâmirînin sihrine av oldu. 2050
  • پیش گاوی سجده کردی از خری ** گشت عقلت صید سحر سامری‏
  • Ululuk sahibi Allah’ın nurundan göz yumdun. İşte sana adamakıllı bilgisizlik, işte sana sapıklığın ta kendisi!
  • چشم دزدیدی ز نور ذو الجلال ** اینت جهل وافر و عین ضلال‏
  • Yuf olsun sendeki akla, irfana. Senin gibi bilgisizlik madenini öldürmek gerek.
  • شه بر آن عقل و گزینش که تراست ** چون تو کان جهل را کشتن سزاست‏
  • Altından yapılan öküz ses verdi de ne dedi ki, ahmaklar ona bu derece rağbet ettiler?
  • گاو زرین بانگ کرد آخر چه گفت ** کاحمقان را این همه رغبت شگفت‏
  • Ben size daha ziyade şaşılacak pek çok şeyler gösterdim. Fakat aşağılık kişiler, nasıl olur da hakkı kabul ederler?
  • ز آن عجبتر دیده‏اید از من بسی ** لیک حق را کی پذیرد هر خسی‏
  • Bâtılları ne cezbedebilir? Ancak bâtıl! Tembellere ne hoş gelir tembellik! 2055
  • باطلان را چه رباید باطلی ** عاطلان را چه خوش آید عاطلی‏
  • Çünkü her cins, kendi cinsini çeker. Öküz nasıl olur da erkek aslana yüz tutar?
  • ز انکه هر جنسی رباید جنس خود ** گاو سوی شیر نر کی رو نهد
  • Kurt neden Yusuf’a âşık olacak? Ancak hile ile onu sever görünür, sonra da onu parçalayıp yer.
  • گرگ بر یوسف کجا عشق آورد ** جز مگر از مکر تا او را خورد
  • Fakat kurt, kurtluktan kurtulursa Yusuf’a mahrem olur. Eshab-ı Kehf’in köpeğin gibi âdemoğullarından sayılır.
  • چون ز گرگی وارهد محرم شود ** چون سگ کهف از بنی آدم شود
  • Ebubekir, Muhammet’ den bir koku alınca “Bu yüz yalancı yüzü değil” dedi.
  • چون ابو بکر از محمد برد بو ** گفت هذا لیس وجه کاذب‏
  • Fakat Ebu cehil, dert sahiplerinden olmadığı için yüzlerce Şakkı Kamer gördü de yine inanmadı. 2060
  • چون نبد بو جهل از اصحاب درد ** دید صد شق قمر باور نکرد
  • Leğeni damdan düşen, şöhreti âleme yayılan dertliden Hakk’ı gizledik, fakat gizlenmedi gitti.
  • دردمندی کش ز بام افتاد طشت ** زو نهان کردیم حق پنهان نگشت‏
  • Cahil olan ve Allah derdinden uzak bulunan kişiye de hakikat sırlarını nice defalar gösterdiler de o görmedi.
  • و انکه او جاهل بد از دردش بعید ** چند بنمودند و او آن را ندید
  • Gönül aynası saf olmalı ki orada çirkin suratı güzel surattan ayırt edebilsin”
  • آینه‏ی دل صاف باید تا در او ** واشناسی صورت زشت از نکو
  • Nasihatçinin, ayıya kapılan kimseyi, birçok nasihat verdikten sonra terk etmesi
  • ترک گفتن آن مرد ناصح بعد از مبالغه‏ی پند مغرور خرس را
  • O Müslüman, kızarak ve içinden “Lâ havle” diyerek ahmağı bırakıp gitti.
  • آن مسلمان ترک ابله کرد و تفت ** زیر لب لاحول‏گویان باز رفت‏
  • “Benim ona ciddiyetle nasihat vermemden, üstüne düşmemden, gönlündeki hayaller attı, büsbütün vehimlendi. 2065
  • گفت چون از جد و پندم وز جدال ** در دل او بیش می‏زاید خیال‏
  • Demek ki nasihat yolu kapandı” dedi. “Fa’rıd anhum” emrine bağlandı.
  • پس ره پند و نصیحت بسته شد ** امر أعرض عنهم پیوسته شد
  • Verdiğin ilâç derdi arttırırsa sen de sözü isteyene söylet. Abese suresini okusana.
  • چون دوایت می‏فزاید درد پس ** قصه با طالب بگو بر خوان عبس‏
  • Allah “Kör, Hakk’ı diliyorsa onun yoksulluğu yüzünden gönlünü kırmak yaraşmaz.
  • چون که اعمی طالب حق آمده ست ** بهر فقر او را نشاید سینه خست‏
  • Sen, halk, ulularından öğrensin diye uluları irşat etmek istiyorsun ama
  • تو حریصی بر رشاد مهتران ** تا بیاموزند عام از سروران‏
  • Ey Ahmet, büyüklerin bir kısmı seni dinlemeye koyulunca hoşlandın, belki, 2070
  • احمدا دیدی که قومی از ملوک ** مستمع گشتند گشتی خوش که بوک‏
  • Bu ulular, dine güzelce yardımcı olurlar, bunlar Arab’a Habeş’e reistir.
  • این رئیسان یار دین گردند خوش ** بر عرب اینها سرند و بر حبش‏
  • Bunların yüzünden İslam dininin şöhreti Basra’yı Tebük’ü aşar. Çünkü halk, padişahlarının dinindendir.
  • بگذرد این صیت از بصره و تبوک ** ز انکه الناس علی دین الملوک‏
  • Diye düşündün, bu yüzden de hidayet isteyen körden yüz çevirdin, onun sohbetinden sıkıldın.
  • زین سبب تو از ضریر مهتدی ** رو بگردانیدی و تنگ آمدی‏
  • “Bunlar her vakit ele geçmez. Sen dostlarımızdansın, vaktin de geniş.
  • که در این فرصت کم افتد این مناخ ** تو ز یارانی و وقت تو فراخ‏
  • Bu dar vakitte işime mâni olma. Bunu sana darılarak, kızarak söylemiyorum, nasihat yollu söylüyorum” dedin. 2075
  • مزدحم می‏گردیم در وقت تنگ ** این نصیحت می‏کنم نه از خشم و جنگ‏
  • Fakat Ey Ahmet, Allah indinde bu bir tek kör, yüzlerce Kayserden, yüzlerce vezirden yeğdir.
  • احمدا نزد خدا این یک ضریر ** بهتر از صد قیصر است و صد وزیر
  • İnsanlar madenlerdir, sözünü hatırına getir. Öyle maden olur ki yüz binlerce madenden daha değerlidir.
  • یاد الناس معادن هین بیار ** معدنی باشد فزون از صد هزار
  • Gizli kalmış lâl ve akik madeni, yüz binlerce bakır madeninden değerlidir.
  • معدن لعل و عقیق مکتنس ** بهتر است از صد هزاران کان مس‏
  • Ey Ahmet, burada malın faydası yok. Aşkla, dertle, dumanla dolu gönül lâzım.
  • احمدا اینجا ندارد مال سود ** سینه باید پر ز عشق و درد و دود
  • Gönlü aydın kör gelince kapıyı kapama. Ona nasihat ver, nasihat onun hakkıdır. 2080
  • اعمی روشن دل آمد در مبند ** پند او را ده که حق اوست پند
  • İki üç ahmak seni inkâr etse neden acılaşırsın, sen zaten şeker madenisin.
  • گر دو سه ابله ترا منکر شدند ** تلخ کی گردی چو هستی کان قند
  • İki üç ahmak seni itham etse bile Hak, sana tanıklık eder” dedi.
  • گر دو سه ابله ترا تهمت نهند ** حق برای تو گواهی می‏دهد
  • (Muhammed dedi ki:) “Âlemin ikrarından fariğim. Birisine Allah tanık olursa gayrı ona ne gam!
  • گفت از اقرار عالم فارغم ** آن که حق باشد گواه او را چه غم‏
  • Yarasa, güneşi göremez. Görüyorum dese bile gördüğü güneş değildir.
  • گر خفاشی را ز خورشیدی خوری است ** آن دلیل آمد که آن خورشید نیست‏
  • Yarasaların nefretinden de anlaşılıyor ki ben ulu Allah’ın parlak bir güneşiyim. 2085
  • نفرت خفاشکان باشد دلیل ** که منم خورشید تابان جلیل‏
  • Bir gül suyuna bokböcekleri rağbet etseler bu, onun gül olmadığına delâlet eder.
  • گر گلابی را جعل راغب شود ** آن دلیل ناگلابی می‏کند
  • Kalp akça mihenk istese, mihengin mihenk oluşunda şüphe hâsıl olur.
  • گر شود قلبی خریدار محک ** در محکی‏اش در آید نقص و شک‏
  • Bil ki hırsız geceyi ister, gündüzü değil. Ben gece değilim, cihanda parıldayan gündüzüm.
  • دزد شب خواهد نه روز این را بدان ** شب نی‏ام روزم که تابم در جهان‏
  • Bey ayırıcıyım. Benden bir saman çöpü bile geçmesin diye kalbur gibi her şeyi eler, ayırt ederim.
  • فارقم فاروقم و غلبیروار ** تا که کاه از من نمی‏یابد گذار
  • Bunların nakışlardan, suretlerden ibaret olduğunu, onlarınsa can bulunduğunu göstermek üzere unu, kepekten ayırırım. 2090
  • آرد را پیدا کنم من از سبوس ** تا نمایم کاین نقوش است آن نفوس‏