English    Türkçe    فارسی   

2
2291-2340

  • Onun için de gözüne ehemmiyetsiz görünür, bu suretle onu zebun görürsün, hışmın tepreşir.
  • ز آن نماید مختصر در چشم تو ** تا زبون بینیش جنبد خشم تو
  • Nitekim kalabalık askerde Peygamberin gözüne pek az göründü.
  • همچنان که لشکر انبوه بود ** مر پیمبر را به چشم اندک نمود
  • De Peygamber, tehlike görmeksizin onlara hücum etti. Eğer fazla görseydi çekinirdi.
  • تا بر ایشان زد پیمبر بی‏خطر ** ور فزون دیدی از آن کردی حذر
  • Ey Ahmet o bir inayetti ve sen onun ehliydin. Yoksa gönlün kötüleşir bozulurdu.
  • آن عنایت بود و اهل آن بدی ** احمدا ور نه تو بد دل می‏شدی‏
  • Tanrı, o zâhiri ve bâtınî savaşı ona da ehemmiyetsiz gösterdi, eshabına da. 2295
  • کم نمود او را و اصحاب و را ** آن جهاد ظاهر وباطن خدا
  • Bu suretle de kolay şeyi ona kolaylaştırdı, güçten de artık yüz çevirmez oldu.
  • تا میسر کرد یسری را بر او ** تا ز عسری او بگردانید رو
  • Düşmanı ona ehemmiyetsiz göstermek kutlu bir şeydi. Çünkü ona dost olan, yol yordamı öğreten Tanrı’ydı.
  • کم نمودن مر و را پیروز بود ** که حقش یار و طریق آموز بود
  • Fakat zafer için yardımcısı Tanrı olmayan kişiye gelince: Ona tavşan bile erkek aslan görünür!
  • آن که حق پشتش نباشد از ظفر ** وای اگر گربش نماید شیر نر
  • Vay uzaktan yüzü bir görür de gururlanarak, savaşa girişirse!
  • وای اگر صدرا یکی بیند ز دور ** تا به چالش اندر آید از غرور
  • Zülfikâr bir harbe gibi, erkek aslan da bir kedi gibi görünür de, 2300
  • ز آن نماید ذو الفقاری حربه‏ای ** ز آن نماید شیر نر چون گربه‏ای‏
  • Ahmak, yiğitçesine savaşa girişir, bu hileyle pençeye düşer.
  • تا دلیر اندر فتد احمق به جنگ ** و اندر آردشان بدین حیلت به چنگ‏
  • Bu suretle ateşe tapanlar, ateşgedeye kendi ayaklarıyla gelmiş olurlar.
  • تا به پای خویش باشند آمده ** آن فلیوان جانب آتش‏کده‏
  • O iş sana bir saman çöpü gibi görünür. Hemencecik onu üfler, yerinden uçururum sanırsın.
  • کاه برگی می‏نماید تا تو زود ** پف کنی کاو را برانی از وجود
  • Hâlbuki kendine gel, o saman çöpü, dağları bile yerinden söker. Onun yüzünden âlem ağlamaktadır, o ise gülmekte!
  • هین که آن که کوهها بر کنده است ** زو جهان گریان و او در خنده است‏
  • Bu ırmak suyunun dibindeki topuk da görünür ama Uc-ibn-i Unuk gibi yüzlercesi onda boğulup gitmiştir! 2305
  • می‏نماید تا به کعب این آب جو ** صد چو عاج ابن عنق شد غرق او
  • Kan dalgası, misk tepesi, deniz gibi, kuru toprak görünür.
  • می‏نماید موج خونش تل مشک ** می‏نماید قعر دریا خاک خشک‏
  • Kör Firavun da o denizi kuru gördü de erlik gösterip içine at sürdü.
  • خشک دید آن بحر را فرعون کور ** تا در او راند از سر مردی و زور
  • Fakat içine dalınca denizin dibini boyladı. Firavun’un gözü nasıl olur da görür?
  • چون در آید در تگ دریا بود ** دیده‏ی فرعون کی بینا بود
  • Göz Tanrı yüzüyle görür. Hak, nerede her ahmağın sırdaşı olacak?
  • دیده بینا از لقای حق شود ** حق کجا هم راز هر احمق شود
  • Şeker görür ama o gık demeden öldüren zehir kesilir. Yol sanır, fakat yol gösteren esas, esasen gul sesinden ibarettir! 2310
  • قند بیند خود شود زهر قتول ** راه بیند خود بود آن بانگ غول‏
  • Ey felek, âhır zaman fitnelerine pek sıkı sarıldın, nihayet bir an mühlet ver!
  • ای فلک در فتنه‏ی آخر زمان ** تیز می‏گردی بده آخر زمان‏
  • Sen, bizim kastımıza çekilmiş keskin bir hançersin; bizi hacamat etmek için zehirli bir hacamat aletisin.
  • خنجر تیزی تو اندر قصد ما ** نیش زهر آلوده‏ای در فصد ما
  • Ey felek, Tanrı’nın merhametinden merhamet öğren. Yılan gibi, karıncaların gönlünü yaralama!
  • ای فلک از رحم حق آموز رحم ** بر دل موران مزن چون مار زخم‏
  • Bu yapının üstünde senin çarkını döndüren hakkı için.
  • حق آن که چرخه‏ی چرخ ترا ** کرد گردان بر فراز این سرا
  • Kökümüzü söküp çıkarmadan biraz da başka türlü dön, merhamete gel. 2315
  • که دگرگون گردی و رحمت کنی ** پیش از آن که بیخ ما را بر کنی‏
  • Emriyle önce dadılığımızı yaptığın, fidanımızı sudan, topraktan bitirdiğin Tanrı hakkı için;
  • حق آن که دایگی کردی نخست ** تا نهال ما ز آب و خاک رست‏
  • Seni sâf yaratan, sen de bu kadar meşaleler meydana getiren padişah hakkı için.
  • حق آن شه که ترا صاف آفرید ** کرد چندان مشعله در تو پدید
  • O seni o kadar mamur ve baki bir hale soktu ki, Dehrî, nihayet senin evveline evvel yok sandı.
  • آن چنان معمور و باقی داشتت ** تا که دهری از ازل پنداشتت‏
  • Şükür olsun ki senin evvelini bildik. Peygamberler sırrını söyledi.
  • شکر دانستیم آغاز ترا ** انبیا گفتند آن راز ترا
  • İnsan olan bilir ki o, sonradan yapılmalıdır. Fakat evde ağ kuran örümcek ne bilsin! 2320
  • آدمی داند که خانه حادث است ** عنکبوتی نه که در وی عابث است‏
  • Sivrisinek ne bilir, bu bağ kimin? Baharın doğar, kışın ölür.
  • پشه کی داند که این باغ از کی است ** کاو بهاران زاد و مرگش در دی است‏
  • Tahta içinde sınık bir halde doğan kurt, tahtanın fidanlık halini bilir mi?
  • کرم کاندر چوب زاید سست حال ** کی بداند چوب را وقت نهال‏
  • Bilse bilse o vakit mahiyeti itibariyle akıl sahibi olur, isterse sureti kurt olsun.
  • ور بداند کرم از ماهیتش ** عقل باشد کرم باشد صورتش‏
  • Akıl, kendini renk, renk, çeşit, çeşit gösterir, ama peri gibi o suretlerden fersahlarca uzaktır.
  • عقل خود را می‏نماید رنگها ** چون پری دور است از آن فرسنگ‏ها
  • Hatta peri de nedir ki? Melekten bile üstündür. Fakat sen sinek kanatlısın da onun için aşağılarda uçuyorsun. 2325
  • از ملک بالاست چه جای پری ** تو مگس پری به پستی می‏پری‏
  • Gerçi aklın, seni yüceliklere çekmekte; ama taklit kurşun aşağılıklarda yayılmakta.
  • گر چه عقلت سوی بالا می‏پرد ** مرغ تقلیدت به پستی می‏چرد
  • Taklitten doğan bilgi canımızın vebalidir, iğretidir. Bizse o bizim malımızdır diye oturup kalmışız.
  • علم تقلیدی وبال جان ماست ** عاریه ست و ما نشسته کان ماست‏
  • Bu çeşit akıldansa cahil olmak daha iyi. Deliliğe vurmak daha yeğ!
  • زین خرد جاهل همی باید شدن ** دست در دیوانگی باید زدن‏
  • Faydanı nede görüyorsan ondan kaç. Zehir iç, Âbıhayatı dök!
  • هر چه بینی سود خود ز آن می‏گریز ** زهر نوش و آب حیوان را بریز
  • Seni öveni söv, kazancını, sermayeni müflise borç ver! 2330
  • هر که بستاند ترا دشنام ده ** سود و سرمایه به مفلس وام ده‏
  • Eminliği bırak, korku yerine var. Namusu terk et, apaçık rüsvay ol!
  • ایمنی بگذار و جای خوف باش ** بگذر از ناموس و رسوا باش و فاش‏
  • Ben uzun uzadıya ilerisini düşünen aklı denedim. Bundan böyle divaneliğe vuracağım!
  • آزمودم عقل دور اندیش را ** بعد از این دیوانه سازم خویش را
  • Seyyid’in “Niçin orospuyu aldın?” demesi üzerine Delkak’ın mazereti
  • عذر گفتن دلقک با سید که چرا فاحشه را نکاح کرد
  • Seyyid-i Ecel, bir gece Delkak’a “Hemencecik bir orospuyu neden aldın?
  • گفت با دلقک شبی سید اجل ** قحبه‏ای را خواستی تو از عجل‏
  • Bunu bana söylemeliydin. Sana namuslu bir kız alırdık” dedi.
  • با من این را باز می‏بایست گفت ** تا یکی مستور کردیمیت جفت‏
  • Delkak “Dokuz tane namuslu, temiz kadın aldım, hepsi orospu oldu. Derdimden eridim, bittim. 2335
  • گفت نه مستور صالح خواستم ** قحبه گشتند و ز غم تن کاستم‏
  • Bunun üzerine bu hiçbir işe yaramaz orospuyu aldım. Görelim bakalım, bunun sonu ne olacak?” dedi.
  • خواستم این قحبه را بی‏معرفت ** تا ببینم چون شود این عاقبت‏
  • Ben, birçok defalar aklı sınadım. Bundan sonra bir tarla arayacak, oraya delilik tohumu saçacağım!
  • عقل را من آزمودم هم بسی ** زین سپس جویم جنون را مغرسی‏
  • Birisinin kendisini deli gösteren bir uluyu hile ile söyletmesi
  • به حیلت در سخن آوردن سائل آن بزرگ را که خود را دیوانه ساخته بود
  • Birisi” Bir akıllı arıyorum, onunla meşverette bulunacağım, bir müşkülüm var, ona söyleyeceğim” dedi.
  • آن یکی می‏گفت خواهم عاقلی ** مشورت آرم بدو در مشکلی‏
  • Bu sözü duyan da “Şehrimizde kendisini deliliğe vuran birisi var, ondan başka akıllı yok.
  • آن یکی گفتش که اندر شهر ما ** نیست عاقل جز که آن مجنون‏نما
  • İşte bir sopaya binmiş, çocuklarla beraber koşup duruyor. 2340
  • بر نیی گشته سواره نک فلان ** می‏دواند در میان کودکان‏