English    Türkçe    فارسی   

2
2885-2934

  • Vahiy nuruna karşı aciz kalınca yine yemin etmeye koyuldular. 2885
  • چون ز نور وحی در می‏ماندند ** باز نو سوگندها می‏خواندند
  • Allah yemine siper demiştir. Savaşçı, siperi elden bırakır mı?
  • چون خدا سوگند را خواند سپر ** کی نهد اسپر ز کف پیکارگر
  • Peygamber, yine apaçık onları yalanladı ve fasih bir surette onlara “ Şüphe yok, yalan söylüyorsunuz” dedi.
  • باز پیغمبر به تکذیب صریح ** قد کذبتم گفت با ایشان فصیح‏
  • Sahabeden birisinin inkâr düşüncesine düşüp ”Peygamber Sallâhü Aleyhi Ve Selem ne için ayıpları örtüyor” diye düşünmesi
  • اندیشیدن یکی از صحابه به انکار که رسول (ص) چرا ستاری نمی‏کند
  • Peygamber, vadinden dönünce sahabeden birisinin gönlüne inkâr düşüncesi düştü.
  • تا یکی یاری ز یاران رسول ** در دلش انکار آمد ز آن نکول‏
  • Peygamber böyle aksakallı, kâmil, koca kişileri utandırıyor.
  • که چنین پیران با شیب و وقار ** می‏کندشان این پیمبر شرمسار
  • Nerede kerem, nerede ayıp örtmek, nerede hayâ? Hani Peygamberler, yüz binlerce ayıbı örterlerdi? 2890
  • کو کرم کو ستر پوشی کو حیا ** صد هزاران عیب پوشند انبیا
  • Dedi; derhal yine bu itiraz, yüzümüzü saratmasın, mahcup düşmeyeyim diye gönlünden istiğfar etti.
  • باز در دل زود استغفار کرد ** تا نگردد ز اعتراض او روی زرد
  • Münafık kişilerle dost olmanın şomluğu mümini de onlar gibi çirkinleştirdi, âsileştirdi.
  • شومی یاری اصحاب نفاق ** کرد مومن را چو ایشان زشت و عاق‏
  • Yine “ Ey gizli şeyleri bütün inceliğiyle bilen Allah, beni küfrümde ısrar eder bir halde bırakma.
  • باز می‏زارید کای علام سر ** مر مرا مگذار بر کفران مصر
  • Bakışım nasıl elimde değilse, gönlüm de elimde değil. Yoksa bu an hışımla gönlümü yakardım” dedi.
  • دل به دستم نیست همچون دید چشم ** ور نه دل را سوزمی این دم به خشم‏
  • Bu düşünceyle uykuya daldı, münafıkların mescidini fışkı ile dolu gördü. 2895
  • اندر این اندیشه خوابش در ربود ** مسجد ایشانش پر سرگین نمود
  • Mescidin taşları pislik içinde harap olmuştu. Onlardan kara dumanlar tütüyordu.
  • سنگهاش اندر حدث جای تباه ** می‏دمید از سنگها دود سیاه‏
  • Çıkan dumanlar, adamın boğazına girdi, boğazı yandı. O acı dumanın kokusundan uyandı.
  • دود در حلقش شد و حلقش بخست ** از نهیب دود تلخ از خواب جست‏
  • Hemen yüzüstü kapanıp ağlamaya başladı. Allah, bunlar, münkirlik nişanesi.
  • در زمان در رو فتاد و می‏گریست ** کای خدا اینها نشان منکری است‏
  • Kahır ve gazap, beni iman nurundan ayıran böyle bir şefkatten daha iyi” diyordu.
  • خلم بهتر از چنین حلم ای خدا ** که کند از نور ایمانم جدا
  • Mecaz ehlinin çalışıp çabalamasını araştırsan görürsün ki soğan gibi kat, kattır. 2900
  • گر بکاوی کوشش اهل مجاز ** تو به تو گنده بود همچون پیاز
  • Fakat her katı, öbüründen daha içsiz, daha boş. Halbuki doğruların her işi öbüründen daha iyi, daha yerindedir.
  • هر یکی از یکدیگر بی‏مغزتر ** صادقان را یک ز دیگر نغزتر
  • Münafıklar, ziyneti libaslarının üstüne. Kubâ Mescidini yıkmak için yüzlerce gayret kemeri kuşanmışlardı.
  • صد کمر آن قوم بسته بر قبا ** بهر هدم مسجد اهل قبا
  • Onlar, Eshab-ı Fil’e benziyorlardı. Habeşistan’da bir Kâbe yapmışlardı da Allah, Kâbelerine ateş vurmuştu.
  • همچو آن اصحاب فیل اندر حبش ** کعبه‏ای کردند حق آتش زدش‏
  • Bunun üzerine öç almak için Kâbe’yi yıkmaya niyetlendiler. Halleri nice oldu, Kuran’ı oku, anla!
  • قصد کعبه ساختند از انتقام ** حالشان چون شد فرو خوان از کلام‏
  • Dinde kara yüzlü olanların hileden düzenden, savaştan başka bir şeyleri yoktur. 2905
  • مر سیه رویان دین را خود جهیز ** نیست الا حیلت و مکر و ستیز
  • Her sahabe, mescit hakkında apaçık bir rüya gördü, bu suretle münafıkların o mescidi yapmaktaki maksatları meydana çıktı.
  • هر صحابی دید ز آن مسجد عیان ** واقعه تا شد یقینشان سر آن‏
  • Bu rüyaları bir, bir söylesem şüphe edenlerce de hakikat apaçık anlaşılır.
  • واقعات ار باز گویم یک به یک ** پس یقین گردد صفا بر اهل شک‏
  • Fakat sırlarını açmaktan ürküyorum. Çünkü peygamberler nazenindirler, onlara naz yaraşır.
  • لیک می‏ترسم ز کشف رازشان ** نازنینانند و زیبد نازشان‏
  • Onlar şeriatı, taklide uymaksızın kabul etmişler, o peşin parayı mehenge vurmadan almamışlardır.
  • شرع بی‏تقلید می‏پذرفته‏اند ** بی‏محک آن نقد را بگرفته‏اند
  • Kuran’ın hikmeti müminin kayıp malıdır. Herkes kaybını bilir, tanır. 2910
  • حکمت قرآن چو ضاله‏ی مومن است ** هر کسی در ضاله‏ی خود موقن است‏
  • Kaybolmuş devesini soran kişinin hikâyesi
  • قصه‏ی آن شخص که اشتر ضاله‏ی خود می‏جست و می‏پرسید
  • Meselâ bir deven olsa da kaybetsen, araştırmaya koyulsan bulunca, senin deven olduğunu nasıl bilmezsin?
  • اشتری گم کردی و جستیش چست ** چون بیابی چون ندانی کان تست‏
  • Arapça da “Dalle” kaybolmuş, elinden kurtulup kaçmış, bir yere gizlenmiş deveye derler.
  • ضاله چه بود ناقه‏ای گم کرده‏ای ** از کفت بگریخته در پرده‏ای‏
  • Kervan, yükü yüklemeğe gelmiş. Seninse deven kaybolmuş, ortada yok.
  • آمده در بار کردن کاروان ** اشتر تو ز آن میان گشته نهان‏
  • Dudağın kupkuru, o yana bu yana koşup durmaktasın; kervan da uzaklaşıyor, gece de yakın.
  • می‏دوی این سو و آن سو خشک لب ** کاروان شد دور و نزدیک است شب‏
  • Pılı pırtı kokulu yerde, toprak üstünde kalmış, sen deve peşinde şuraya buraya dönüp dolaşıyorsun. 2915
  • رخت مانده بر زمین در راه خوف ** تو پی اشتر دوان گشته به طوف‏
  • “ Müslümanlar; sabahleyin ahırdan bir deve kaçtı göreniniz var mı?
  • کای مسلمانان که دیده ست اشتری ** جسته بیرون بامداد از آخوری‏
  • Kim söylerse, kim haber verirse şu kadar para veririm” demeye başlarsın;
  • هر که بر گوید نشان از اشترم ** مژدگانی می‏دهم چندین درم‏
  • Herkesten sorup soruşturursun. Her aşağılık adam, sana bıyık altından güler.
  • باز می‏جویی نشان از هر کسی ** ریش‏خندت می‏کند زین هر خسی‏
  • Biri “ Bir deve gördük, şu tarafa, çayıra doğru gidiyordu” der.
  • کاشتری دیدیم می‏رفت این طرف ** اشتر سرخی به سوی آن علف‏
  • Öbürü “Ha, ha, kulağı da kesikti” der, bir başkası da der ki: “Üstünde nakışlı bir çuval vardı.” 2920
  • آن یکی گوید بریده گوش بود ** و آن دگر گوید جلش منقوش بود
  • Diğer biri “ Gördüm, tek gözlüydü” der, bir diğeri de der ki “Uyuzluktan tüyü filân da kalmamıştı..
  • آن یکی گوید شتر یک چشم بود ** و آن دگر گوید ز گر بی‏پشم بود
  • Müjde almak için her bayağı adam, yüzlerce nişan söyler durur.
  • از برای مژدگانی صد نشان ** از گزافه هر خسی کرده بیان‏
  • Birbirine aykırı mezhepler arasında mütereddit bir hale geliş ve onlardan kurtuluş yolu
  • متردد شدن در میان مذهبهای مخالف و بیرون شو و مخلص یافتن‏
  • Bu şuna benzer: Herkes marifet hususunda gayp mevsufunu bir sıfatla över.
  • همچنان که هر کسی در معرفت ** می‏کند موصوف غیبی را صفت‏
  • Filozof onu başka bir çeşitte anlatır. Mübahase eden, onun sözünü cerh eder.
  • فلسفی از نوع دیگر کرده شرح ** باحثی مر گفت او را کرده جرح‏
  • Başka biri her ikisini de kınar. Bir başkası da riya ile can çekişir. 2925
  • و آن دگر در هر دو طعنه می‏زند ** و آن دگر از زرق جانی می‏کند
  • Halk, bunları da o köyün adamı sansın diye her biri, bu yola ait deliller söyler.
  • هر یک از ره این نشانها ز آن دهند ** تا گمان آید که ایشان ز آن ده‏اند
  • Hakikatten şunu bil ki bunların hepsi hak değildir. Fakat bu sürünün hepsi de sapık değil.
  • این حقیقت دان نه حق‏اند این همه ** نی بکلی گمرهانند این رمه‏
  • Çünkü hak olmadıkça, bâtıl meydana çıkmaz. Ahmak, kalp altını, altın kokusunu duyar da alır.
  • ز انکه بی‏حق باطلی ناید پدید ** قلب را ابله به بوی زر خرید
  • Âlem de sağlam ve geçer akçe olmasaydı kalpı nasıl harcayabilirdin?
  • گر نبودی در جهان نقدی روان ** قلبها را خرج کردن کی توان‏
  • Doğru olmasaydı yalan olur muydu hiç? O yalan, doğrudan nurlanır. 2930
  • تا نباشد راست کی باشد دروغ ** آن دروغ از راست می‏گیرد فروغ‏
  • Doğru ümidiyle eğriyi de alırlar. Zehri şekere dökerler de öyle içerler.
  • بر امید راست کژ را می‏خرند ** زهر در قندی رود آن گه خورند
  • Güzel ve tatlı buğday olmasaydı, buğday gösterip arpa satan ne yapardı?
  • گر نباشد گندم محبوب نوش ** چه برد گندم‏نمای جو فروش‏
  • Şu halde bütün bu sözler bâtıldır. Bâtıllar hak ümidiyle gönle tuzaktır.
  • پس مگو کاین جمله دمها باطلند ** باطلان بر بوی حق دام دلند
  • Ama hepsi hayalden, sapıklıktan ibarettir de deme. Çünkü âlemde hakikatsiz hayal olmaz.
  • پس مگو جمله خیال است و ضلال ** بی‏حقیقت نیست در عالم خیال‏