English    Türkçe    فارسی   

2
2904-2953

  • Bunun üzerine öç almak için Kâbe’yi yıkmaya niyetlendiler. Halleri nice oldu, Kuran’ı oku, anla!
  • قصد کعبه ساختند از انتقام ** حالشان چون شد فرو خوان از کلام‏
  • Dinde kara yüzlü olanların hileden düzenden, savaştan başka bir şeyleri yoktur. 2905
  • مر سیه رویان دین را خود جهیز ** نیست الا حیلت و مکر و ستیز
  • Her sahabe, mescit hakkında apaçık bir rüya gördü, bu suretle münafıkların o mescidi yapmaktaki maksatları meydana çıktı.
  • هر صحابی دید ز آن مسجد عیان ** واقعه تا شد یقینشان سر آن‏
  • Bu rüyaları bir, bir söylesem şüphe edenlerce de hakikat apaçık anlaşılır.
  • واقعات ار باز گویم یک به یک ** پس یقین گردد صفا بر اهل شک‏
  • Fakat sırlarını açmaktan ürküyorum. Çünkü peygamberler nazenindirler, onlara naz yaraşır.
  • لیک می‏ترسم ز کشف رازشان ** نازنینانند و زیبد نازشان‏
  • Onlar şeriatı, taklide uymaksızın kabul etmişler, o peşin parayı mehenge vurmadan almamışlardır.
  • شرع بی‏تقلید می‏پذرفته‏اند ** بی‏محک آن نقد را بگرفته‏اند
  • Kuran’ın hikmeti müminin kayıp malıdır. Herkes kaybını bilir, tanır. 2910
  • حکمت قرآن چو ضاله‏ی مومن است ** هر کسی در ضاله‏ی خود موقن است‏
  • Kaybolmuş devesini soran kişinin hikâyesi
  • قصه‏ی آن شخص که اشتر ضاله‏ی خود می‏جست و می‏پرسید
  • Meselâ bir deven olsa da kaybetsen, araştırmaya koyulsan bulunca, senin deven olduğunu nasıl bilmezsin?
  • اشتری گم کردی و جستیش چست ** چون بیابی چون ندانی کان تست‏
  • Arapça da “Dalle” kaybolmuş, elinden kurtulup kaçmış, bir yere gizlenmiş deveye derler.
  • ضاله چه بود ناقه‏ای گم کرده‏ای ** از کفت بگریخته در پرده‏ای‏
  • Kervan, yükü yüklemeğe gelmiş. Seninse deven kaybolmuş, ortada yok.
  • آمده در بار کردن کاروان ** اشتر تو ز آن میان گشته نهان‏
  • Dudağın kupkuru, o yana bu yana koşup durmaktasın; kervan da uzaklaşıyor, gece de yakın.
  • می‏دوی این سو و آن سو خشک لب ** کاروان شد دور و نزدیک است شب‏
  • Pılı pırtı kokulu yerde, toprak üstünde kalmış, sen deve peşinde şuraya buraya dönüp dolaşıyorsun. 2915
  • رخت مانده بر زمین در راه خوف ** تو پی اشتر دوان گشته به طوف‏
  • “ Müslümanlar; sabahleyin ahırdan bir deve kaçtı göreniniz var mı?
  • کای مسلمانان که دیده ست اشتری ** جسته بیرون بامداد از آخوری‏
  • Kim söylerse, kim haber verirse şu kadar para veririm” demeye başlarsın;
  • هر که بر گوید نشان از اشترم ** مژدگانی می‏دهم چندین درم‏
  • Herkesten sorup soruşturursun. Her aşağılık adam, sana bıyık altından güler.
  • باز می‏جویی نشان از هر کسی ** ریش‏خندت می‏کند زین هر خسی‏
  • Biri “ Bir deve gördük, şu tarafa, çayıra doğru gidiyordu” der.
  • کاشتری دیدیم می‏رفت این طرف ** اشتر سرخی به سوی آن علف‏
  • Öbürü “Ha, ha, kulağı da kesikti” der, bir başkası da der ki: “Üstünde nakışlı bir çuval vardı.” 2920
  • آن یکی گوید بریده گوش بود ** و آن دگر گوید جلش منقوش بود
  • Diğer biri “ Gördüm, tek gözlüydü” der, bir diğeri de der ki “Uyuzluktan tüyü filân da kalmamıştı..
  • آن یکی گوید شتر یک چشم بود ** و آن دگر گوید ز گر بی‏پشم بود
  • Müjde almak için her bayağı adam, yüzlerce nişan söyler durur.
  • از برای مژدگانی صد نشان ** از گزافه هر خسی کرده بیان‏
  • Birbirine aykırı mezhepler arasında mütereddit bir hale geliş ve onlardan kurtuluş yolu
  • متردد شدن در میان مذهبهای مخالف و بیرون شو و مخلص یافتن‏
  • Bu şuna benzer: Herkes marifet hususunda gayp mevsufunu bir sıfatla över.
  • همچنان که هر کسی در معرفت ** می‏کند موصوف غیبی را صفت‏
  • Filozof onu başka bir çeşitte anlatır. Mübahase eden, onun sözünü cerh eder.
  • فلسفی از نوع دیگر کرده شرح ** باحثی مر گفت او را کرده جرح‏
  • Başka biri her ikisini de kınar. Bir başkası da riya ile can çekişir. 2925
  • و آن دگر در هر دو طعنه می‏زند ** و آن دگر از زرق جانی می‏کند
  • Halk, bunları da o köyün adamı sansın diye her biri, bu yola ait deliller söyler.
  • هر یک از ره این نشانها ز آن دهند ** تا گمان آید که ایشان ز آن ده‏اند
  • Hakikatten şunu bil ki bunların hepsi hak değildir. Fakat bu sürünün hepsi de sapık değil.
  • این حقیقت دان نه حق‏اند این همه ** نی بکلی گمرهانند این رمه‏
  • Çünkü hak olmadıkça, bâtıl meydana çıkmaz. Ahmak, kalp altını, altın kokusunu duyar da alır.
  • ز انکه بی‏حق باطلی ناید پدید ** قلب را ابله به بوی زر خرید
  • Âlem de sağlam ve geçer akçe olmasaydı kalpı nasıl harcayabilirdin?
  • گر نبودی در جهان نقدی روان ** قلبها را خرج کردن کی توان‏
  • Doğru olmasaydı yalan olur muydu hiç? O yalan, doğrudan nurlanır. 2930
  • تا نباشد راست کی باشد دروغ ** آن دروغ از راست می‏گیرد فروغ‏
  • Doğru ümidiyle eğriyi de alırlar. Zehri şekere dökerler de öyle içerler.
  • بر امید راست کژ را می‏خرند ** زهر در قندی رود آن گه خورند
  • Güzel ve tatlı buğday olmasaydı, buğday gösterip arpa satan ne yapardı?
  • گر نباشد گندم محبوب نوش ** چه برد گندم‏نمای جو فروش‏
  • Şu halde bütün bu sözler bâtıldır. Bâtıllar hak ümidiyle gönle tuzaktır.
  • پس مگو کاین جمله دمها باطلند ** باطلان بر بوی حق دام دلند
  • Ama hepsi hayalden, sapıklıktan ibarettir de deme. Çünkü âlemde hakikatsiz hayal olmaz.
  • پس مگو جمله خیال است و ضلال ** بی‏حقیقت نیست در عالم خیال‏
  • Allah Kadir gecesidir. Kadir gecesi, insan her geceyi ibadetle geçirsin diye geceler içinde gizlidir ya Allah da öyle gizli. 2935
  • حق شب قدر است در شبها نهان ** تا کند جان هر شبی را امتحان‏
  • Ey genç, her gece Kadir gecesi değildir ama bütün geceler de ondan hâli değil.
  • نه همه شبها بود قدر ای جوان ** نه همه شبها بود خالی از آن‏
  • Hırka giyenler arasında bir Allah fakiri vardır. Sana da haksa ona yapış!
  • در میان دلق پوشان یک فقیر ** امتحان کن و آن که حق است آن بگیر
  • Nerede anlayışlı bir mümin ki padişahtan yoksulu ayırt etsin.
  • مومن کیس ممیز کو که تا ** باز داند هیزکان را از فتی‏
  • Âlemde her şey ayıpsız olsaydı, ticaret edenlerin hepsi aptal olurdu.
  • گر نه معیوبات باشد در جهان ** تاجران باشند جمله ابلهان‏
  • Bu takdirde kumaş tanımak pek kolaylaşırdı. Mademki ortada ayıp yok, ehil ne oluyor, nâehil ne oluyor? 2940
  • پس بود کالا شناسی سخت سهل ** چون که عیبی نیست چه نااهل و اهل‏
  • Fakat eğer her şey de ayıplı olsaydı bilginin ne faydası olurdu? Mademki hepsi odun, burada ödağacı yok demektir.
  • ور همه عیب است دانش سود نیست ** چون همه چوب است اینجا عود نیست‏
  • Her şey hak demek ahmaklıktır, fakat her şey bâtıl diyen de şakîdir.
  • آن که گوید جمله حقند احمقی است ** و انکه گوید جمله باطل او شقی است‏
  • Peygamberlerin tacirleri kâr ettiler; renk ve koku tacirleriyse ziyan!
  • تاجران انبیا کردند سود ** تاجران رنگ و بو کور و کبود
  • Yılan, güzel mal gibi görünür. İki gözünü de ovuştur da iyice bak!
  • می‏نماید مار اندر چشم مال ** هر دو چشم خویش را نیکو بمال‏
  • Bu alışverişe gıpta ile bakma, Firavunla Semud kavminin ziyanını gör! 2945
  • منگر اندر غبطه‏ی این بیع و سود ** بنگر اندر خسر فرعون و ثمود
  • Hayır ve şerri anlaşılsın diye her şeyi sınama
  • امتحان هر چیزی تا ظاهر شود خیر و شری که در وی است‏
  • Şu göğe defalarca bak. Çünkü Allah “ Ona bir kere daha dön de bak” buyurdu.
  • اندر این گردون مکرر کن نظر ** ز انکه حق فرمود ثم ارجع بصر
  • Bu nurani tavana bir kere bakmakla kani olma, defalarca bak, “ Bir çatlak görebilir misin?”
  • یک نظر قانع مشو زین سقف نور ** بارها بنگر ببین هل من فطور
  • Allah, sana “ Bu güzel göğe ayıp arayan kişi gibi defalarca bak” dedi.
  • چون که گفتت کاندر این سقف نکو ** بارها بنگر چو مرد عیب جو
  • Gök hususunda böyle olunca ya, bu kara yeri görmek, fark edip anlayarak beğenmek için bilir misin. Ne kadar bakmak gerek!
  • پس زمین تیره را دانی که چند ** دیدن و تمییز باید در پسند
  • Tortuyu süzmek, sâfı meydana getirmek için aklımızın ne kadar zahmetler çekmesi lâzım. 2950
  • تا بپالاییم صافان را ز درد ** چند باید عقل ما را رنج برد
  • Kış ve güz imtihanlarıyla yazın harareti, can gibi olan bahar,
  • امتحانهای زمستان و خزان ** تاب تابستان بهار همچو جان‏
  • Yeller, bulutlar, şimşekler, hep hâdiselerin zuhur etmesi;
  • بادها و ابرها و برقها ** تا پدید آرد عوارض فرق‏ها
  • Rengi toprak olan yerin, yeninde, yakasında bulunan lâlle, âdi taşı meydana çıkarması içindir.
  • تا برون آرد زمین خاک رنگ ** هر چه اندر جیب دارد لعل و سنگ‏