English    Türkçe    فارسی   

2
3315-3364

  • Baba, küçük çocuğuna onun dilince “Ti, ti” der, aklı, âlemi ölçüp biçse bile! 3315
  • بهر طفل نو پدر تی‏تی کند ** گر چه عقلش هندسه‏ی گیتی کند
  • Üstat “ Elifte bir şey yok” dese fazileti eksilmez, yücelikten düşmez.
  • کم نگردد فضل استاد از علو ** گر الف چیزی ندارد گوید او
  • Henüz söz bilmez cahile bir şeyler öğretmek için kendi dilini terk etmek,
  • از پی تعلیم آن بسته دهن ** از زبان خود برون باید شدن‏
  • Onun dilince konuşmak gerek. Ancak bu suretle senden bir bilgi, bir fen öğrenebilir.
  • در زبان او بباید آمدن ** تا بیاموزد ز تو او علم و فن‏
  • Bütün halk da şeyhin çocukları mesabesindedir. Nasihat verdiği zaman pîre, onların seviyesine inmek lâzım”
  • پس همه خلقان چو طفلان وی‏اند ** لازم است این پیر را در وقت پند
  • Küfrün de bir haddi, hududu var. Fakat şeyhe ve şeyhin nuruna bir kenar, bir had yok! 3320
  • کفر را حد است و اندازه بدان ** شیخ و نور شیخ را نبود کران‏
  • Haddi hududu olmayanın yanında mahdut olan şey, yok demektir. Allah’tan başka her şey fanidir.
  • پیش بی‏حد هر چه محدود است لاست ** کل شی‏ء غیر وجه الله فناست‏
  • Onun bulunduğu yerde ne küfür var, ne iman. Çünkü o içtir, küfürle imansa deri.
  • کفر و ایمان نیست آن جایی که اوست ** انکه او مغز است و این دو رنگ و پوست‏
  • Bu yokluklar, yüze perdedir. O, leğen altında gizli ışığa benzer.
  • این فناها پرده‏ی آن وجه گشت ** چون چراغ خفیه اندر زیر طشت‏
  • Hulâsa bu ten başı, o başa perdedir. O başın önünde bu ten başı kesilmiş gibidir, bir şeye yaramaz.
  • پس سر این تن حجاب آن سر است ** پیش آن سر این سر تن کافر است‏
  • Kâfir kimdir? Şeyhin imanından gafil olan. Ölü kimdir? Şeyhin canından haberdar olmayan! 3325
  • کیست کافر غافل از ایمان شیخ ** چیست مرده بی‏خبر از جان شیخ‏
  • Can, tecrübelerle sabittir ki haberdar olmaktan ibarettir. Kim, daha fazla haberdarsa daha ziyade canlıdır.
  • جان نباشد جز خبر در آزمون ** هر که را افزون خبر جانش فزون‏
  • Canımız hayvan canından daha üstündür, neden? Çünkü daha fazla biliyoruz.
  • جان ما از جان حیوان بیشتر ** از چه ز آن رو که فزون دارد خبر
  • Meleklerin canı da bizim canımızdan üstün. Çünkü onlarda Hissi Müşterek yoktur.
  • پس فزون از جان ما جان ملک ** کاو منزه شد ز حس مشترک‏
  • Ehil olanların canlarıysa meleklerin canlarından üstündür, şaşkınlığı bırak!
  • و ز ملک جان خداوندان دل ** باشد افزون تو تحیر را بهل‏
  • Melekler, Âdeme secde ettiler; çünkü onun canı, meleklerinkinden üstündür. 3330
  • ز آن سبب آدم بود مسجودشان ** جان او افزون‏تر است از بودشان‏
  • Üstün olmasaydı secde ederler miydi? Üstün olanın daha aşağı mertebede bulunana secde etmesini emretmek doğru bir şey değil değildir, yaraşmaz.
  • ور نه بهتر را سجود دون‏تری ** امر کردن هیچ نبود در خوری‏
  • Allah’ın adaleti, Allah’ın lütfu bir gülün dikenine secde etmesini hoş görür mü?
  • کی پسندد عدل و لطف کردگار ** که گلی سجده کند در پیش خار
  • Bir can, oldu da son mertebeyi de aştı mı artık her şeyin canı, ona mûti olur;
  • جان چو افزون شد گذشت از انتها ** شد مطیعش جان جمله‏ی چیزها
  • Kuş, balık, in, cin, insan, hepsi ona itaat eder. Çünkü o üstündür, öbürleri noksan.
  • مرغ و ماهی و پری و آدمی ** ز انکه او بیش است و ایشان در کمی‏
  • Balıklar, hırkasını diksin diye ona iğne getirirler. Bu, ipliğin iğneye tâbi olmasına benzer. 3335
  • ماهیان سوزنگر دلقش شوند ** سوزنان را رشته‏ها تابع بوند
  • -Allah rahmet etsin- İbrahim Ethem hikâyesinin sonu
  • بقیه‏ی قصه‏ی ابراهیم ادهم بر لب آن دریا
  • O emîr, balıkların İbrahim Ethem’in emrini yerine getirdiklerini, balıkların ağızlarında iğneyle sudan baş çıkardıklarını görünce vecde geldi.
  • چون نفاذ امر شیخ آن میر دید ** ز آمد ماهی شدش و جدی پدید
  • Bir ah çekip “Balık bile pîri tanıyor. Yuh olsun o tapudan sürülen tene!
  • گفت اه ماهی ز پیران آگه است ** شه تنی را کاو لعین درگه است‏
  • Balıklar bile pîri biliyorlar da biz ondan uzağız. Biz, bu devletten mahrumuz da onlar erişmiş” deyip,
  • ماهیان از پیر آگه ما بعید ** ما شقی زین دولت و ایشان سعید
  • Secde ederek ağlaya ,ağlaya perişan bir halde yola düzüldü; bu kerametin aşkından divaneye döndü.!
  • سجده کرد و رفت گریان و خراب ** گشت دیوانه ز عشق فتح باب‏
  • Hey yüzünü yıkamamış pis herif, neredesin sen? Kiminle kavgaya girişiyor, kime haset ediyorsun?! 3340
  • پس تو ای ناشسته رو در چیستی ** در نزاع و در حسد با کیستی‏
  • Sen aslanın kuyruğuyla oynamakla, meleklere saldırmaktasın.
  • با دم شیری تو بازی می‏کنی ** بر ملایک ترک تازی می‏کنی‏
  • Hayırdan ibaret olana neden kötü söylüyorsun. Kendine gel, o alçalışı yücelme sayma.
  • بد چه می‏گویی تو خیر محض را ** هین ترفع کم شمر آن خفض را
  • Kötü nedir? Aşağılık ve muhtaç bakır, Şeyh kimdir? Ucu, sonu olmayan kimya!
  • بد چه باشد مس محتاج مهان ** شیخ که بود کیمیای بی‏کران‏
  • Bakır, kimya yüzünden altın olmak kabiliyetinde değilse kimya, bakır yüzünden bakırlaşmaz ya!
  • مس اگر از کیمیا قابل نبد ** کیمیا از مس هرگز مس نشد
  • Kötü nedir? İşi ateş gibi serkeş kişi, şeyh kimdir? Ezel denizinin ta kendisi. 3345
  • بد چه باشد سرکشی آتش عمل ** شیخ که بود عین دریای ازل‏
  • Ateşi daima su ile korkuturlar. Fakat suyu hiç ateşle korkutabilirler mi?
  • دایم آتش را بترسانند از آب ** آب کی ترسید هرگز ز التهاب‏
  • Sen ayın yüzünde ayıp noksan buluyor, cennette diken topluyorsun.
  • در رخ مه عیب بینی می‏کنی ** در بهشتی خارچینی می‏کنی‏
  • Ey diken arayan, cennete gitsen bile orada senden başka bir diken göremezsin.
  • گر بهشت اندر روی تو خار جو ** هیچ خار آن جا نیابی غیر تو
  • Güneşi balçıkla sıvıyor, kâmil bedirde gedik arıyorsun.
  • می‏بپوشی آفتابی در گلی ** رخنه می‏جویی ز بدر کاملی‏
  • Âlemde parlayıp duran güneş bir yarasa için nasıl gizlenir? 3350
  • آفتابی که بتابد در جهان ** بهر خفاشی کجا گردد نهان‏
  • Ayıplar, pîrler ret ettiğinden ayıp oldu. Kayıplar onların hasedi yüzünden kayıp kesildi.
  • عیبها از رد پیران عیب شد ** غیبها از رشک ایشان غیب شد
  • Huzurdan uzaksan bari dost ol, çabucak nedamet getir, işe güce koyul,
  • باری از دوری ز خدمت یار باش ** در ندامت چابک و بر کار باش‏
  • Da o yoldan sana da bir rüzgâr essin. Rahmet, suyuna neden hasetle mani oluyorsun?
  • تا از آن راهت نسیمی می‏رسد ** آب رحمت را چه بندی از حسد
  • Uzaktaysan bile bulunduğun yerden o tarafa yönel, “Nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa dönün!”
  • گر چه دوری دور می‏جنبان تو دم ** حیث ما کنتم فولوا وجهکم‏
  • Eşek bile hızlı yürüyeyim derken balçığa saplandı mı oradan kurtulmak için anbean oynar durur. 3355
  • چون خری در گل فتد از گام تیز ** دم‏به‏دم جنبد برای عزم خیز
  • Orada kalmak için yerini düzeltmeğe kalkışmaz, bilir ki orası geçim yeri değildir.
  • جای را هموار نکند بهر باش ** داند او که نیست آن جای معاش‏
  • Duygun, eşek duygusundan daha aşağı mı ki gönlün bu balçıktan sıçramadı bile.
  • حس تو از حس خر کمتر بده ست ** که دل تو زین وحلها بر نجست‏
  • Balçığın içinde tevile ruhsat vermektesin. Çünkü oradan gönlünü almak istemiyorsun ki.
  • در وحل تاویل رخصت می‏کنی ** چون نمی‏خواهی کز آن دل بر کنی‏
  • “ Bana bu lâyık, ihtiyarım elimde değil. Allah kerimdir. Bir âcizi de suçlu tutacak değil ya” dersin.
  • کاین روا باشد مرا من مضطرم ** حق نگیرد عاجزی را از کرم‏
  • Ey sırtlan gibi kötülüğe giriftar olmuş kişi, sen gafletinden bu muahezeyi görmüyorsun. 3360
  • خود گرفته ستت تو چون کفتار کور ** این گرفتن را نبینی از غرور
  • Sırtlanı mağaranın içinde değil, dışarıda arayın derler,
  • می‏گوند این جایگه کفتار نیست ** از برون جویید کاندر غار نیست‏
  • De mağarayı kapatırlar, hâlbuki sırtlan “Benden haberleri yok.
  • این همی‏گویند و بندش می‏نهند ** او همی‏گوید ز من بی‏آگهند
  • Bu düşmanlar, benden haberdar olsalardı sırtlan nerede, hani ya, diye bağırırlar mıydı” der.
  • گر ز من آگاه بودی این عدو ** کی ندا کردی که آن کفتار کو
  • Birinin Ulu Allah günah yüzünden beni suçlu tutmuyor, bana ceza vermiyor diye iddiaya girişmesi ve Şuayb aleyhisselâm’ın ona cevap vermesi
  • دعوی‏کردن آن شخص که خدای تعالی مرا نمی‏گیرد به گناه و جواب گفتن شعیب علیه السلام مر او را
  • Şuayb zamanında birisi, “Allah benden nice ayıplar gördü.”
  • آن یکی می‏گفت در عهد شعیب ** که خدا از من بسی دیده ست عیب‏