English    Türkçe    فارسی   

2
3596-3645

  • Ana, süt emer çocuğuna “Gel yavrum, süt em, ben senin ananım” dese,
  • یا به طفل شیر مادر بانگ زد ** که بیا من مادرم هان ای ولد
  • Çocuk “Ana, sütünü emersem karnım doyacak mı bir delil göster!” der mi?
  • طفل گوید مادرا حجت بیار ** تا که با شیرت بگیرم من قرار
  • Her ümmetin gönlünde Hak’tan bir tat vardır. Peygamberlerin yüzü ve sesi de mucizedir.
  • در دل هر امتی کز حق مزه ست ** روی و آواز پیمبر معجزه ست‏
  • Peygamber, dışardan seslendi mi ümmetin canı, içerden secde eder.
  • چون پیمبر از برون بانگی زند ** جان امت در درون سجده کند
  • Çünkü can kulağı, âlemde hiç kimseden o sese benzer bir ses duymamıştır. 3600
  • ز انکه جنس بانگ او اندر جهان ** از کسی نشنیده باشد گوش جان‏
  • O misilsiz ruh, o misli olmayan sesten neşelenir, Allah’a yaklaşır.
  • آن غریب از ذوق آواز غریب ** از زبان حق شنود انی قریب‏
  • Yahya aleyhisselâm’ın, anasının karnındayken İsa aleyhisselâm’a secde etmesi
  • سجده کردن یحیی علیه السلام در شکم مادر مسیح را علیه السلام
  • Yahya’nın anası, Meryem’e hamlini vazetmeden az önce gizlice dedi ki:
  • مادر یحیی به مریم در نهفت ** پیشتر از وضع حمل خویش گفت‏
  • “Karnında bir padişah var. Ülülazm ve her şeyi bilen bir peygamberdir. Ben bunu yakinen gördüm.
  • که یقین دیدم درون تو شهی است ** کاو اولو العزم و رسول آگهی است‏
  • Sana rastlayınca karnımda ki çocuğum hemen secdeye vardı.
  • چون برابر اوفتادم با تو من ** کرد سجده حمل من اندر زمن‏
  • Karnımdaki çocuk, karnındaki çocuğa secde etti. Secdesinden bedenime titreme düştü” 3605
  • این جنین مر آن جنین را سجده کرد ** کز سجودش در تنم افتاد درد
  • Meryem de “Ben de karnımdaki çocuğun secde ettiğini hissettim” dedi.
  • گفت مریم من درون خویش هم ** سجده‏ای دیدم از این طفل شکم‏
  • Buna karşı şüphe
  • اشکال آوردن بر این قصه‏
  • Ahmaklar derler ki: “Bırak şu masalı. Yalan, yanlış.
  • ابلهان گویند کاین افسانه را ** خط بکش زیرا دروغ است و خطا
  • Meryem, doğuracağı zaman yabancıdan da uzaktı, akrabadan da.
  • ز انکه مریم وقت وضع حمل خویش ** بود از بیگانه دور و هم ز خویش‏
  • O güzel hatun şehirden dışarı çıktı. Doğurmadıkça şehre girmedi.
  • از برون شهر آن شیرین فسون ** تا نشد فارغ نیامد خود درون‏
  • Doğurunca yavrusunu kucağına alıp, bağrına basıp soyunun, sopunun yanına geldi. 3610
  • چون بزادش آن گهانش بر کنار ** بر گرفت و برد تا پیش تبار
  • Yahya’nın anası, onu nerede gördü de bu hikâyeyi anlattı, bu sözü söyledi?”
  • مادر یحیی کجا دیدش که تا ** گوید او را این سخن در ماجرا
  • Bu şüpheye verilen cevap
  • جواب اشکال‏
  • Bunu ilhama mazhar olan, afakta, gayp âleminde bulunan şeyleri yanındaymış gibi bilen kişi anlar.
  • این بداند کان که اهل خاطر است ** غایب آفاق او را حاضر است‏
  • Yahya’nın anası, uzakta olmakla beraber Meryem’in yanında bulunabilir.
  • پیش مریم حاضر آید در نظر ** مادر یحیی که دور است از بصر
  • Vücut, göz göz olunca gözler kapalı olduğu halde de sevgilinin yüzü görülebilir.
  • دیده‏ها بسته ببیند دوست را ** چون مشبک کرده باشد پوست را
  • Mamafih baş gözüyle de göremediğini, can gözüyle de göremediğini farz et, ne çıkar? Ey düşkün, sen kısadan hisse almaya bak! 3615
  • ور ندیدش نه از برون نز اندرون ** از حکایت گیر معنی ای زبون‏
  • Kıssaları duyup “Nakış” kelimesine “Ş” harfinin eklendiği gibi o kıssaların suretine bağlanan, dış yüzüne kapılan kişiye benzeme.
  • نه چنان کافسانه‏ها بشنیده بود ** همچو شین بر نقش آن چسبیده بود
  • Dilsiz Dimne, Kelile’ye nasıl söz söyler? Söz söylemekten aciz Dinme, Kelile’ye meramını nasıl anlatırdı?
  • تا همی‏گفت آن کلیله بی‏زبان ** چون سخن نوشد ز دمنه بی‏بیان‏
  • Tutalım, bunlar, birbirlerinin sözlerini anladılar, söz söylemeden meramlarını ifade eden bu hayvanların ne demek istediklerini insan nasıl anlayabilir?
  • ور بدانستند لحن همدگر ** فهم آن چون کرد بی‏نطقی بشر
  • Dimne, aslanla öküz arasında nasıl bir elçi oldu, ikisini de nasıl kandırdı?
  • در میان شیر و گاو آن دمنه چون ** شد رسول و خواند بر هر دو فسون‏
  • O akıllı öküz nasıl aslana vezir oldu. Fil ayın aksinden nasıl korktu? 3620
  • چون وزیر شیر شد گاو نبیل ** چون ز عکس ماه ترسان گشت پیل‏
  • Bu Dimne ve Kelile hikâyesinin hepsi yalan. Yoksa karganın leylekle ne alışverişi olur,nasıl leylekle savaşır?” deme.
  • این کلیله و دمنه جمله افتری است ** ور نه کی با زاغ لکلک را مری است‏
  • Kardeş, kıssa bir ölçeğe benzer, mana içindeki taneye.
  • ای برادر قصه چون پیمانه‏ای است ** معنی اندر وی مثال دانه‏ای است‏
  • Akıllı kişi taneyi alır, ölçek var mı, yok mu? Ona bakmaz.
  • دانه‏ی معنی بگیرد مرد عقل ** ننگرد پیمانه را گر گشت نقل‏
  • Aralarında sözden eser yok, fakat bülbülle gülün macerasına dinle!
  • ماجرای بلبل و گل گوش دار ** گر چه گفتی نیست آن جا آشکار
  • Hâl diliyle söz söyleyiş ve anlaşılması
  • سخن گفتن به زبان حال و فهم کردن آن
  • Mumla pervanenin başından geçenleri duy, bunların manasına vâkıf ol güzelim. 3625
  • ماجرای شمع با پروانه نیز ** بشنو و معنی گزین کن ای عزیز
  • Aralarında bir söz yok ama sözün sırrı, manası var ya. Agâh ol, yücelere uç, baykuş gibi aşağılarda uçma.
  • گر چه گفتی نیست سر گفت هست ** هین ببالا پر مپر چون جغد پست‏
  • Birisi “Burası satrançta ruh hanesi” demiş. Bu sözü duyan “O, evi nereden elde etmiş?”
  • گفت در شطرنج کاین خانه‏ی رخ است ** گفت خانه از کجاش آمد بدست‏
  • Satın mı almış, yoksa mirasa mı konmuş?” diye sormuş. Ne mutlu mana anlayana!
  • خانه را بخرید یا میراث یافت ** فرخ آن کس کاو سوی معنی شتافت‏
  • Nahivcilerden biri “Zeyd, Amr’ı dövdü” diye bir misal getirmiş. Dinleyen “Suçu yokken neye dövmüş?
  • گفت نحوی زید عمرا قد ضرب ** گفت چونش کرد بی‏جرمی ادب‏
  • Amr’ın ne suçu varmış ki o çiğ Zeyd, onu köleler gibi suçsuz dövüyor?” der. 3630
  • عمرو را جرمش چه بد کان زید خام ** بی‏گنه او را بزد همچون غلام‏
  • Nahivci, “Bu, mana ölçeğinden ibaret. Sen buğdayı almaya bak, ölçeğe lüzum yok.
  • گفت این پیمانه‏ی معنی بود ** گندمی بستان که پیمانه است رد
  • Zeyd’le Amr, irap için kullanılan misallerde geçer, onlar yalan olsa bile sen irabı düzeltmeye çalış!” derse de,
  • زید و عمرو از بهر اعراب است و ساز ** گر دروغ است آن تو با اعراب ساز
  • Öbürü “Ben onu, bunu bilmem. Zeyd, Amr’ı suçsuz, sebepsiz nasıl dövdü” deyince,
  • گفت نه من آن ندانم عمرو را ** زید چون زد بی‏گناه و بی‏خطا
  • Nahivci naçar kalır, alaya başlar: Amr, fazla olarak bir “V” çalmıştı.
  • گفت از ناچار و لاغی بر گشود ** عمرو یک واو فزون دزدیده بود
  • Zeyd, anlayınca o hırsızı dövdü. Çünkü Amr, haddi aşmıştı, tabii haddini bildirmek lâzım! 3635
  • زید واقف گشت دزدش را بزد ** چون که از حد برد او را حد سزد
  • Bâtıl gönüllerin bâtıl sözü kabul etmesi
  • پذیرا آمدن سخن باطل در دل باطلان‏
  • Bunun üzerine o adam “Hah, doğru... Şimdi bunu canla başla kabul ettim” der. Doğru bile eğrilere eğri görünür.
  • گفت اینک راست پذرفتم به جان ** کج نماید راست در پیش کجان‏
  • Bir şaşıya “Ay birdir” desen “İkidir, bir olmasında şüphe var” der.
  • گر بگویی احولی را مه یکی است ** گویدت این دوست و در وحدت شکی است‏
  • Birisi alay eder, güler ve “Sahi, iki” derse bu sözü doğru olarak kabul eder. Kötü huyun lâyığı budur.
  • ور بر او خندد کسی گوید دو است ** راست دارد این سزای بد خو است‏
  • Yalancılar yalanla konuşurlar “Pis şeyler, pislere aittir” sözü ışık verip durmaktadır.
  • بر دروغان جمع می‏آید دروغ ** الخبیثات الخبیثین زد فروغ‏
  • Gönlü açık olanların elleri de açık olur. Körlerin taşlık erde düşmeleri de pek tabiîdir. 3640
  • دل فراخان را بود دست فراخ ** چشم کوران را عثار سنگ‏لاخ‏
  • Birisinin, meyvesini yiyenin ölümden kurtulup ebedî hayata ulaşacağı ağacı aramaya kalkışması
  • جستن آن درخت که هر که میوه‏ی آن درخت خورد نمیرد
  • Bilgili biri, hikâye yollu “Hindistan’da bir ağaç vardır.
  • گفت دانایی برای داستان ** که درختی هست در هندوستان‏
  • Meyvesini yiyen ne ihtiyarlar, ne ölür!” der.
  • هر کسی کز میوه‏ی او خورد و برد ** نه شود او پیر نه هرگز بمرد
  • Bir padişah bunu duyar, doğru sanıp o ağaca ve meyvesine âşık olur.
  • پادشاهی این شنید از صادقی ** بر درخت و میوه‏اش شد عاشقی‏
  • Bu ağacı bulmak, meyvesini getirmek üzere divan adamlarından bilgili birisini Hindistan’a yollar.
  • قاصدی دانا ز دیوان ادب ** سوی هندستان روان کرد از طلب‏
  • Adamcağız yıllarca Hindistan’da o ağacı arar, tarar. 3645
  • سالها می‏گشت آن قاصد از او ** گرد هندستان برای جستجو