English    Türkçe    فارسی   

2
546-595

  • Yollu yordamlı konuş, delil getirmeye kalkışma. Sana ısmarladığım eşeğimi getir.
  • از تو خواهم آن چه من دادم به تو ** باز ده آن چه فرستادم به تو
  • Sana verdiğimi senden isterim. Onu iade et.
  • بحث با توجیه کن حجت میار ** آن چه بسپردم ترا واپس سپار
  • Peygamber dedi ki. “Elinle aldığını geri vermek gerek”
  • گفت پیغمبر که دستت هر چه برد ** بایدش در عاقبت واپس سپرد
  • Serkeşlik eder de buna razı olmazsan mahkeme işte şuracıkta, kalk gidelim” dedi.
  • ور نه‏ای از سرکشی راضی بدین ** نک من و تو خانه‏ی قاضی دین‏
  • Hizmetçi “Sofilerin hepsi hücum etti, ben mağlup oldum, yarı canlı bir hale düştüm. 550
  • گفت من مغلوب بودم صوفیان ** حمله آوردند و بودم بیم جان‏
  • Sen bir ciğer parçasını kedilerin arasına atıyorsun, sonra da onu aramaya kalkışıyorsun.
  • تو جگر بندی میان گربگان ** اندر اندازی و جویی ز آن نشان‏
  • Yüz açın önüne bir parçacık ekmek atıyor, yüz köpeğin arasına zavallı bir kediyi bırakıyorsun!” dedi.
  • در میان صد گرسنه گرده‏ای ** پیش صد سگ گربه‏ی پژمرده‏ای‏
  • Sofi dedi ki: “Tutalım senden zulmen aldılar ve benim gibi yoksul birisinin kanına girdiler.
  • گفت گیرم کز تو ظلما بستدند ** قاصد خون من مسکین شدند
  • Ya niçin bana gelip de söylemiyor, biçare, eşeğini götürüyorlar, demiyorsun?
  • تو نیایی و نگویی مر مرا ** که خرت را می‏برند ای بی‏نوا
  • Eğer söyleseydin eşeği kim aldıysa ondan alırdım yahut da parasını aralarında paylaşırlar, o paraya razı olurdum. 555
  • تا خر از هر که بود من واخرم ** ور نه توزیعی کنند ایشان زرم‏
  • Onlar o vakit buradaydılar. Yüz türlü çare bulunurdu. Hâlbuki şimdi her birisi bir tarafa gitti!
  • صد تدارک بود چون حاضر بدند ** این زمان هر یک به اقلیمی شدند
  • Kimi tutayım? Kime gideyim? Bu işi başıma sen açtın, seni kadıya götüreyim de gör!
  • من که را گیرم که را قاضی برم ** این قضا خود از تو آمد بر سرم‏
  • Niçin gelip de “Ey garip, böyle bir korkunç zulme uğradın” diye haber vermedin”
  • چون نیایی و نگویی ای غریب ** پیش آمد این چنین ظلمی مهیب‏
  • Hizmetçi “ Vallahi kaç kere geldim, sana bu işleri anlatmak istedim.
  • گفت و الله آمدم من بارها ** تا ترا واقف کنم زین کارها
  • Fakat sen de “ Oğul, eşek gitti” deyip duruyordun. Hatta bu nağmeyi hepsinden daha zevkli söylemekteydin. 560
  • تو همی‏گفتی که خر رفت ای پسر ** از همه گویندگان با ذوق‏تر
  • Ben de “ O da biliyor, bu işe razı, ârif bir adam” deyip geri döndüm” dedi.
  • باز می‏گشتم که او خود واقف است ** زین قضا راضی است مردی عارف است‏
  • Sofi “Onların hepsi hoş, hoş söylüyorlardı, ben de onların sözünden zevke geldim.
  • گفت آن را جمله می‏گفتند خوش ** مر مرا هم ذوق آمد گفتنش‏
  • Onları taklit ettim, bu taklit beni ele verdi. O taklide iki yüz kere lânet olsun!
  • مر مرا تقلیدشان بر باد داد ** که دو صد لعنت بر آن تقلید باد
  • Hele böyle ekmek için yüzsuyu döken saçma adamları taklide!
  • خاصه تقلید چنین بی‏حاصلان ** خشم ابراهیم با بر آفلان‏
  • Onların zevki bana da aksediyor, bu akis yüzünden gönlüm zevkleniyordu” dedi. 565
  • عکس ذوق آن جماعت می‏زدی ** وین دلم ز آن عکس ذوقی می‏شدی‏
  • Dostlardan gelen akis, sen denizden akse muhtaç olmaksızın su almaya iktidar kesbedinceye kadar hoştur.
  • عکس چندان باید از یاران خوش ** که شوی از بحر بی‏عکس آب کش‏
  • İlkönce gelen aksi taklit bil. Sonradan birbiri üstüne ve biteviye gelirse anla ki hakikîdir.
  • عکس کاول زد تو آن تقلید دان ** چون پیاپی شد شود تحقیق آن‏
  • Hakikî akse erişinceye kadar dostlardan ayrılma. Sedefi terk etme, o katra daha inci olmadı ki.
  • تا نشد تحقیق از یاران مبر ** از صدف مگسل نگشت آن قطره در
  • Gözün, aklın ve kulağın saf olmasını istiyorsan o tamah perdelerini yırt.
  • صاف خواهی چشم و عقل و سمع را ** بر دران تو پرده‏های طمع را
  • Çünkü sofiyi yoldan çıkaran tamahtır. Yoldan çıkarır da sofinin hali tebah olur, ziyan içinde kalır. 570
  • ز انکه آن تقلید صوفی از طمع ** عقل او بر بست از نور و لمع‏
  • Yemeğe, zevk ve sema’ya tamah ediş, hakikate akıl erdirmesine mani olur.
  • طمع لوت و طمع آن ذوق و سماع ** مانع آمد عقل او را ز اطلاع‏
  • Ayna bir şeye tamah etseydi bizim gibi münafık olur, her şeyi olduğu gibi göstermezdi.
  • گر طمع در آینه برخاستی ** در نفاق آن آینه چون ماستی‏
  • Terazinin mala tamahı olsaydı tarttığını nasıl doğru tartardı?
  • گر ترازو را طمع بودی به مال ** راست کی گفتی ترازو وصف حال‏
  • Her peygamber, kavmine açıkça “ Ben sizden peygamberlik için ücret istemiyorum.
  • هر نبیی گفت با قوم از صفا ** من نخواهم مزد پیغام از شما
  • Ben delilim, müşteriniz Allah’tır. Allah, benim tellâllığımı iki baştan da verdi. 575
  • من دلیلم حق شما را مشتری ** داد حق دلالیم هر دو سری‏
  • Benim ücretim dosta kavuşmaktır. Ebubekir kırk bin dinar verdi ama.
  • چیست مزد کار من دیدار یار ** گر چه خود بو بکر بخشد چل هزار
  • Onun kırk bini benim ücretim değil ki. Hiç boncuk, Aden incisine benzer mi?” demiştir.
  • چل هزار او نباشد مزد من ** کی بود شبه شبه در عدن‏
  • Bir hikâye söyleyeyim, can kulağıyla dinle de tamah, adamın kulağına nasıl perde oluyor, anla!
  • یک حکایت گویمت بشنو به هوش ** تا بدانی که طمع شد بند گوش‏
  • Kimde tamah varsa dili tutuk bir hale gelir. Nasıl olur da tamahla göz ve gönül aydınlanır, buna imkân var mı?
  • هر که را باشد طمع الکن شود ** با طمع کی چشم و دل روشن شود
  • Tamahkâr adamın gözünün önünde makam ve altın hayali, gözdeki kıl gibidir. 580
  • پیش چشم او خیال جاه و زر ** همچنان باشد که موی اندر بصر
  • Fakat Hak’la dolu olan sarhoş bundan müstesna. Ona hazineler de versen yine hürdür.
  • جز مگر مستی که از حق پر بود ** گر چه بدهی گنجها او حر بود
  • Sevgiliye kavuşma devletine eren kişinin gözünde bu dünya murdar bir şeyden ibarettir.
  • هر که از دیدار برخوردار شد ** این جهان در چشم او مردار شد
  • Fakat bu sarhoşluktan uzak olan sofi, nihayet hırs yüzünden nursuz, pirsiz bir hale gelir.
  • لیک آن صوفی ز مستی دور بود ** لاجرم در حرص او شب کور بود
  • Hırsa düşkün olan, yüzlerce hikâye dinler de haris kulağına girmez.
  • صد حکایت بشنود مدهوش حرص ** در نیاید نکته‏ای در گوش حرص‏
  • Kadı tellâllarının, bir müflisi şehirde dolaştırarak halka bildirmeleri
  • تعریف کردن منادیان قاضی مفلسی را گرد شهر
  • Evsiz barksız, kimsiz, kimsesiz bir müflis vardır. Zindana düşmüş, amansız bağlara giriftar olmuştu. 585
  • بود شخصی مفلسی بی‏خان و مان ** مانده در زندان وبند بی‏امان‏
  • Bir bahane bulup zindandakilerin yiyeceklerini yerdi. Tamahı yüzünden halkın gönlüne Kafdağı gibi ağır gelmekteydi.
  • لقمه‏ی زندانیان خوردی گزاف ** بر دل خلق از طمع چون کوه قاف‏
  • Şerrinden kimsenin bir lokma ekmek yemeye kudreti yoktu. Çünkü hemen ucundan tutup kapardı.
  • زهره نه کس را که لقمه‏ی نان خورد ** ز انکه آن لقمه‏ربا کاوش برد
  • Allah davetinden uzak olan, sultan bile olsa gözü açtır.
  • هر که دور از دعوت رحمان بود ** او گدا چشم است اگر سلطان بود
  • O adam da mürüvveti ayakaltına almıştı. O lokma kapıcının yüzünden bir cehennem kesilmişti.
  • مر مروت را نهاده زیر پا ** گشته زندان دوزخی ز آن نان ربا
  • Bir rahata kavuşurum ümidiyle nereye kaçsan orada önüne bir âfet çıkar. 590
  • گر گریزی بر امید راحتی ** ز آن طرف هم پیشت آید آفتی‏
  • Afetsiz, felaketiz hiçbir köşe yoktur. Allah’ın halvet yerinden başka hiçbir yerde dinlenmek, rahata kavuşmak mümkün değildir.
  • هیچ کنجی بی‏دد و بی‏دام نیست ** جز به خلوت‏گاه حق آرام نیست‏
  • Kurtulmaya hiçbir çare olmayan bu dünya zindanının ayakbastı parası alınmayan, hapishane dayağı atılmayan bir bucağı yoktur.
  • کنج زندان جهان ناگزیر ** نیست بی‏پا مزد و بی‏دق الحصیر
  • Vallahi fare deliğine girsen yine bir kedi pençeliye çatarsın.
  • و الله ار سوراخ موشی در روی ** مبتلای گربه چنگالی شوی‏
  • Âdemoğlu, hayalle gelişir. Hayalleri güzelse onunla rahatlaşır.
  • آدمی را فربهی هست از خیال ** گر خیالاتش بود صاحب جمال‏
  • Yok... Eğer gözüne kötü hayaller görünürse ateşten eriyen mum gibi erir gider. 595
  • ور خیالاتش نماید ناخوشی ** می‏گدازد همچو موم از آتشی‏