English    Türkçe    فارسی   

2
723-772

  • Körler, Kuran’ın harflerini ezberlemişlerdir. Eşeği görmezler de semeri dövüp dururlar!
  • حرف قرآن را ضریران معدن‏اند ** خر نبینند و به پالان بر زنند
  • Gözün açıksa kaçan eşeği gör; ey puta tapan, niceye dek semercilik?
  • چون تو بینایی پی خر رو که جست ** چند پالان دوزی ای پالان پرست‏
  • Eşeğin oldukça semer de mutlaka bulunur. Canın oldukça ekmeğin mutlaka az çok gelir. 725
  • خر چو هست آید یقین پالان ترا ** کم نگردد نان چو باشد جان ترا
  • Eşeğin sırtı hem dükkândır, hem mal, hem mal kazanılacak yer. Kalbinin incisi, yüzlerce kalbe sermayedir.
  • پشت خر دکان و مال و مکسب است ** در قلبت مایه‏ی صد قالب است‏
  • Ey boşboğaz, eşeğe çıplak bin. Peygamber, çıplak binmedi mi?
  • خر برهنه بر نشین ای بو الفضول ** خر برهنه نه که راکب شد رسول‏
  • Peygamber, çıplak eşeğe bindi. Yaya yürüdü de denmiştir.
  • النبی قد رکب معروریا ** و النبی قیل سافر ماشیا
  • Eşek nefsin kaçıyor, onu bir kazığa bağla. Ne zamana kadar işten, yükten kaçacak?
  • شد خر نفس تو بر میخیش بند ** چند بگریزد ز کار و بار چند
  • İster yüz yıl olsun, ister otuz yıl. Mutlaka sabır ve şükür yükünü yüklemeli. 730
  • بار صبر و شکر او را بردنی است ** خواه در صد سال و خواهی سی و بیست‏
  • Hiç bir suçlu başkasının suçunu çekmedi. Hiçbir kimse ekmeğini biçmedi.
  • هیچ وازر وزر غیری بر نداشت ** هیچ کس ندرود تا چیزی نکاشت‏
  • Ekmeğini biçmeyi dilemek ham tamahtır, oğul, o ham tamaha kapılma. Ham şey yemek insana hastalık verir.
  • طمع خام است آن مخور خام ای پسر ** خام خوردن علت آرد در بشر
  • Birisi bir define buluverir; ben de onu istiyorum, dükkânla, alışverişle ne işim var, der.
  • کان فلانی یافت گنجی ناگهان ** من همان خواهم نه کار و نه دکان‏
  • Baht işi bu, fakat nadirdir. Tende kudret oldukça çalışıp kazanmak gerek.
  • کار بخت است آن و آن هم نادر است ** کسب باید کرد تا تن قادر است‏
  • Çalışıp kazanmak define bulmaya mâni değil ya. Sen işten kalma da nasibinde varsa define de arkandan gelsin. 735
  • کسب کردن گنج را مانع کی است ** پا مکش از کار آن خود در پی است‏
  • Böyle yap ki “ Eğer” illetine uğramayasın, “ Eğer şunu yapsaydım yahut bunu yapsaydım” deyip tereddüde düşmeyesin.
  • تا نگردی تو گرفتار اگر ** که اگر این کردمی یا آن دگر
  • Çünkü halkla hoş geçinen peygamber “ Eğer” demeyi menetti, “ Onu söylemek münafıklıktandır” dedi.
  • کز اگر گفتن رسول با وفاق ** منع کرد و گفت آن هست از نفاق‏
  • O münafık da “eğer” derken, işi şarta bağlarken öldü, bu şarta bağlayıştan öbür dünyaya ancak hasret götürebilirdi!
  • کان منافق در اگر گفتن بمرد ** وز اگر گفتن بجز حسرت نبرد
  • Temsil
  • مثل
  • Bir yabancı adam, acele bir ev arıyordu. Bir dostu onu harap bir eve götürüp
  • آن غریبی خانه می‏جست از شتاب ** دوستی بردش سوی خانه‏ی خراب‏
  • “ Eğer tavanı olsaydı benim yanı başımda ev sahibi olur, otururdum. 740
  • گفت او این را اگر سقفی بدی ** پهلوی من مر ترا مسکن شدی‏
  • Evde bir oda daha olsaydı çoluğun çocuğun rahat ederdi” dedi.
  • هم عیال تو بیاسودی اگر ** در میانه داشتی حجره‏ی دگر
  • Adam dedi ki: “Evet, dostlara bitişik komşu olmak iyi, fakat “ Eğer” de oturmaya imkân yok!”
  • گفت آری پهلوی یاران خوش است ** لیک ای جان در اگر نتوان نشست‏
  • Bütün âlem, hoşluğu ister, bu yüzden de ateş içindedir.
  • این همه عالم طلب‏کار خوشند ** وز خوش تزویر اندر آتشند
  • İhtiyar olsun, genç olsun herkes altın ister. Fakat herkesin gözü kalp parayı altından fark edemez ki.
  • طالب زر گشته جمله پیر و خام ** لیک قلب از زر نداند چشم عام‏
  • Halis altın kalp akçaya bir ziya, bir parıltı vermiştir. Fakat ayar olmadıkça zan ile altını seçmeye kalkışma. 745
  • پرتوی بر قلب زد خالص ببین ** بی‏محک زر را مکن از ظن گزین‏
  • Ayarın varsa altın seç, yoksa yürü, kendini bilen bir kişiye teslim et.
  • گر محک داری گزین کن ور نه رو ** نزد دانا خویشتن را کن گرو
  • Yahut da ruhundan mihenk olmalı. Bilmiyorsan yapayalnız yola düşüp ilerleme.
  • یا محک باید میان جان خویش ** ور ندانی ره مرو تنها تو پیش‏
  • Yolda gulyabaniler vardır, sesleri bildik sesine seni mahvetmeğe çeken tanıdık sesine benzer.
  • بانگ غولان هست بانگ آشنا ** آشنایی که کشد سوی فنا
  • “Ey kervan halkı, buraya gelin; işte yol, iz buracıkta” diye bağırırlar.
  • بانگ می‏دارد که هان ای کاروان ** سوی من آیید نک راه و نشان‏
  • Gulyabani kervan halkını yok etmek, onları da yok olanlara katmak için birer, birer adlarıyla çağırır. 750
  • نام هر یک می‏برد غول ای فلان ** تا کند آن خواجه را از آفلان‏
  • Çağrılan kişi, oraya varınca bir de bakar ki karşısında kurt, aslan. Ömrü zayi olmuş, yol uzun, gün de geçiyor.!
  • چون رسد آن جا ببیند گرگ و شیر ** عمر ضایع راه دور و روز دیر
  • Ey iyi huylu kişi, gulyabani sesi nasıldır? “Mal isterim, mevki isterim, şeref, isterim!” işte böyle.
  • چون بود آن بانگ غول آخر بگو ** مال خواهم جاه خواهم و آبرو
  • İçimden bu sesleri menet de sırlar keşfedilsin.
  • از درون خویش این آوازها ** منع کن تا کشف گردد رازها
  • Allah’ı an da gulyabanilerin seslerini mahvet. Nergis gibi olan gözünü bu gergese karşı kapa.
  • ذکر حق کن بانگ غولان را بسوز ** چشم نرگس را از این کرکس بدوز
  • Subhu sadıkı, subhu kâzipten, şarabın rengini kadehin renginden ayırt et ki. 755
  • صبح کاذب را ز صادق واشناس ** رنگ می را باز دان از رنگ کاس‏
  • Bu sabır ve sebatla şu yedi renkli zahiri gözden başka bir göz elde edersin.
  • تا بود کز دیده‏گان هفت رنگ ** دیده‏ای پیدا کند صبر و درنگ‏
  • O gözle bu renklerden başka renkler, taşlar yerine mücevherler görürsün.
  • رنگها بینی بجز این رنگها ** گوهران بینی به جای سنگها
  • Hatta gevher nedir ki? Sen, kendin bir deniz olur, göklerde seyreden bir güneş kesilirsin.
  • گوهر چه بلکه دریایی شوی ** آفتاب چرخ پیمایی شوی‏
  • İş sahibi, iş yurdunda gizlidir. Yürü, onu ancak iş yurdunda apaçık görürsün.
  • کار کن در کارگه باشد نهان ** تو برو در کارگه بینش عیان‏
  • Mademki iş, sahibine bir hicap olmuştur? Şu halde onu işinden başka bir yerde göremezsin. 760
  • کار چون بر کار کن پرده تنید ** خارج آن کار نتوانیش دید
  • Mademki iş yurdu; iş sahibinin mekânıdır, dışarıda kalan gafildir.
  • کارگه چون جای باش عامل است ** آن که بیرون است از وی غافل است‏
  • O halde iş yurduna, yani yokluğa gel ki sanatı da sanatkârı da bir arada göresin.
  • پس در آ در کارگه یعنی عدم ** تا ببینی صنع و صانع را بهم‏
  • Mademki iş yurdu; apaçık görüş yeridir, tabii iş yurdundan dışarısı da hicap mahallidir.
  • کارگه چون جای روشن دیده‏گی است ** پس برون کارگه پوشیدگی است‏
  • İnatçı Firavun, varlığa yüz tuttu çünkü onun yerini görmüyordu.
  • رو به هستی داشت فرعون عنود ** لاجرم از کارگاهش کور بود
  • Hulâsa kaderi değiştirmek istiyor, kazayı savuşturmak arzusunda bulunuyordu. 765
  • لاجرم می‏خواست تبدیل قدر ** تا قضا را باز گرداند ز در
  • Kaza da o hileciye bıyık altından kıs, kıs gülmekteydi.
  • خود قضا بر سبلت آن حیله‏مند ** زیر لب می‏کرد هر دم ریش‏خند
  • O, Allah’ın hükmünü, Allah’ın takdirini bozmak için yüz binlerce çocuk öldürttü.
  • صد هزاران طفل کشت او بی‏گناه ** تا بگردد حکم و تقدیر اله‏
  • Bu suretle Musa Peygamber’in zuhuruna mâni olmak istiyordu, boyuna binlerce zulüm aldı, binlerce kana girdi.
  • تا که موسای نبی ناید برون ** کرد در گردن هزاران ظلم و خون‏
  • O kadar kan döktü ama Musa, yine doğdu ve onu kahretmek için hazırlandı,
  • آن همه خون کرد و موسی زاده شد ** و ز برای قهر او آماده شد
  • Eğer zevali olmayan Allah’ın sanat yurdunu görseydi eli, ayağı kurur, hile yapamazdı. 770
  • گر بدیدی کارگاه لا یزال ** دست و پایش خشک گشتی ز احتیال‏
  • Musa, onun evinde rahatça yaşadığı halde o, dışarıda beyhude yere çocukları öldürüp durmaktaydı.
  • اندرون خانه‏اش موسی معاف ** و ز برون می‏کشت طفلان را گزاف‏
  • Tenini besleyip yetiştiren; nefsine hizmet eden, sonra da başkalarının kendisine haset ettiğini, düşmanlıkta bulunduğunu sanan kişi gibi.
  • همچو صاحب نفس کاو تن پرورد ** بر دگر کس ظن حقدی می‏برد