English    Türkçe    فارسی   

3
1667-1716

  • Tevil ederler ama hakikatte onun sırtı, o odun yükünün altında iki büklüm olmuştur, gözünün önünde feryat edip durmakta.
  • لیک از تاثیر آن پشتش دوتو ** گشته و نالان شده او پیش تو
  • Bana bir dua edin, bir himmet edin de kurtulayım, şu gizli bağdan sıyrılayım demektedir.
  • که دعایی همتی تا وا رهم ** تا ازین بند نهان بیرون جهم
  • Bu nişaneleri apaçık gören, nasıl olur da şakiyi saitten ayırt edemez.
  • آنک بیند این علامتها پدید ** چون نداند او شقی را از سعید
  • Bilir, tanır ama Allah sırrını açmak helâl olmadığından ululuk sahibi Allah’ın emriyle örter, gizler. 1670
  • داند و پوشد بامر ذوالجلال ** که نباشد کشف راز حق حلال
  • Bu sözün sonu yoktur, gelelim hikâyeye: O yoksul, açlıktan zayıf, perişan bir hale geldi, harekete bile mecali kalmadı.
  • این سخن پایان ندارد آن فقیر ** از مجاعت شد زبون و تن اسیر
  • Ağaçtan armut koparmamayı nezreden yoksulun âciz kalıp koparması ve derhal Allah azabının gelip çatması
  • مضطرب شدن فقیر نذر کرده بکندن امرود از درخت و گوشمال حق رسیدن بی مهلت
  • Derviş tam beş gün armut ağacını silkmedi, fakat açlık ateşi de sabrını tüketmekteydi.
  • پنج روز آن باد امرودی نریخت ** ز آتش جوعش صبوری می‌گریخت
  • Bir dalda birkaç armut gördü, fakat yine sabredip kendisini çekti.
  • بر سر شاخی مرودی چند دید ** باز صبری کرد و خود را وا کشید
  • Bu sırada bir rüzgâr geldi, dalı eğdi. Dervişin nefsi, onları yemeye yeltendi, galebe de etti.
  • باد آمد شاخ را سر زیر کرد ** طبع را بر خوردن آن چیر کرد
  • Açlık, zayıflık, bir yandan da takdir, zahidi nezrine vefadan alıkoydu. 1675
  • جوع و ضعف و قوت جذب و قضا ** کرد زاهد را ز نذرش بی‌وفا
  • Ahdini bir yana bıraktı, daldaki armudu kopardı, yedi.
  • چونک از امرودبن میوه سکست ** گشت اندر نذر وعهد خویش سست
  • Fakat hemencecik Allah azabı erişti, gözünü açtı, kulağını çekti.
  • هم درآن دم گوشمال حق رسید ** چشم او بگشاد و گوش او کشید
  • Şeyhi de hırsızlarla beraber görerek hırsız sanıp elini kesmeleri
  • متهم کردن آن شیخ را با دزدان وبریدن دستش را
  • Yirmi tane yahut daha fazla hırsız, oraya gelip konmuştu. Çaldıkları şeyleri aralarında pay ediyorlardı.
  • بیست از دزدان بدند آنجا و بیش ** بخش می‌کردند مسروقات خویش
  • Birisi şahneye haber vermişti. Derhal şahnenin adamları oraya gelip hepsini yakaladılar.
  • شحنه را غماز آگه کرده بود ** مردم شحنه بر افتادند زود
  • Cellât, oracıkta hepsinin sol ayaklarıyla sağ ellerini kesmeye başladı. Bir gürültüdür koptu. 1680
  • هم بدان‌جا پای چپ و دست راست ** جمله را ببرید و غوغایی بخاست
  • O arada zahidin eli de yanlışlıkla kesildi. Cellât, ayağını kesmek üzereyken,
  • دست زاهد هم بریده شد غلط ** پاش را می‌خواست هم کردن سقط
  • Rütbesi pek büyük bir atlı gelip yetişti, cellâda “Behey köpek kendine gel.
  • در زمان آمد سواری بس گزین ** بانگ بر زد بر عوان کای سگ ببین
  • Bu, filan Şeyhtir, Allah abdalıdır. Neden onun elini kestin?” diye bağırdı.
  • این فلان شیخست از ابدال خدا ** دست او را تو چرا کردی جدا
  • Cellât, elbisesini yırtıp giderek yana yakıla şahneye hali anlattı.
  • آن عوان بدرید جامه تیز رفت ** پیش شحنه داد آگاهیش تفت
  • Şahneye yalınayak geldi, Allah şahit ki bilmedim diye özürler dilemeğe, 1685
  • شحنه آمد پا برهنه عذرخواه ** که ندانستم خدا بر من گواه
  • Ey kerem sahibi, ey cennetliklerin ulusu, bu kötü işi affet, hakkını helâl eyle. Beni bağışla demeye başladı.
  • هین بحل کن مر مرا زین کار زشت ** ای کریم و سرور اهل بهشت
  • Şeyh dedi ki: “Ben, bunun sebebini biliyor, suçumu anlıyorum.
  • گفت می‌دانم سبب این نیش را ** می‌شناسم من گناه خویش را
  • Ben onun yemininin hürmetini terk ettim, onun adaleti de benim (yeminimi) sağ elimi kestirdi!
  • من شکستم حرمت ایمان او ** پس یمینم برد دادستان او
  • Ben kötü olduğunu bildiğim halde ahdimden döndüm. Bunun kötülüğü elime geldi.
  • من شکستم عهد و دانستم بدست ** تا رسید آن شومی جرات بدست
  • Ey vali, sevgilinin hükmüne elimiz de feda olsun, ayağımız da, beynimiz de, derimiz de! 1690
  • دست ما و پای ما و مغز و پوست ** باد ای والی فدای حکم دوست
  • Bu, bana kısmetmiş! Sana helâl ettim. Sen bilmeyerek yaptın, bir suçun yok ki.
  • قسم من بود این ترا کردم حلال ** تو ندانستی ترا نبود وبال
  • Halimi bilenin, fermanı yürür. Allah emrine itiraz etmek nerede?”
  • و آنک او دانست او فرمان‌رواست ** با خدا سامان پیچیدن کجاست
  • Nice kuş vardır ki uçup tane arar… Boğazı, boğazının kesilmesine sebep olur.
  • ای بسا مرغی پریده دانه‌جو ** که بریده حلق او هم حلق او
  • Nice kuş vardır ki açlık ve midesi yüzünden dam kenarında, kafes içinde mahpustur.
  • ای بسا مرغی ز معده وز مغص ** بر کنار بام محبوس قفص
  • Nice balık vardır ki su içinde her şeyden eminken boğazının hırsı yüzünden oltaya tutulmuştur. 1695
  • ای بسا ماهی در آب دوردست ** گشته از حرص گلو ماخوذ شست
  • Nice namuslu, örtülü kadın vardır ki ferciyle boğazının şomluğundan rüsvay olmuştur.
  • ای بسا مستور در پرده بده ** شومی فرج و گلو رسوا شده
  • Nice bilgili ve iyi huylu kadı vardır ki boğazının yüzünden rüşvet almış, utanıp yüzü sararmıştır.
  • ای بسا قاضی حبر نیک‌خو ** از گلو و رشوتی او زردرو
  • Hattâ Harut’la Marut bile o şarabı tatmışlardır da o şarap, onların göğe çıkmalarına mâni olmuştur.
  • بلک در هاروت و ماروت آن شراب ** از عروج چرخشان شد سد باب
  • Bayezid, bu yüzden çekindi, işte. Kendisinde namaz kılma hususunda bir tembellik gördü.
  • با یزید از بهر این کرد احتراز ** دید در خود کاهلی اندر نماز
  • O çok akıllı şeyh, sebebini düşündü, fazla su içmesinde buldu. 1700
  • از سبب اندیشه کرد آن ذو لباب ** دید علت خوردن بسیار از آب
  • “Tam bir yıl su içmeyeceğim” dedi. Dediğini de yaptı, Allah sabır ve tahammülünü verdi.
  • گفت تا سالی نخواهم خورد آب ** آنچنان کرد و خدایش داد تاب
  • Onun bu pek ehemmiyetsiz mücahedesi, din içindi, bu yüzden de sultan oldu, arifler kutbu oldu.
  • این کمینه جهد او بد بهر دین ** گشت او سلطان و قطب العارفین
  • Şeyhin de eli boğazı yüzünden kesildi ve o zahit adamın şikâyet kapısı bağlandı.
  • چون بریده شد برای حلق دست ** مرد زاهد را در شکوی ببست
  • Adı halk arasında “Şeyh-i Akta’- eli kesik şeyh-” kaldı, halk onu bu adla tanıdı.
  • شیخ اقطع گشت نامش پیش خلق ** کرد معروفش بدین آفات حلق
  • Şeyh-i Akta’ın kerameti ve iki elle zembil örmesi
  • کرامات شیخ اقطع و زنبیل بافتن او بدو دست
  • Onu birisi ottan, çöpten yapılmış bir gölgelikte ziyaret etti. İki elle zembil örmekte olduğunu gördü. 1705
  • در عریش او را یکی زایر بیافت ** کو بهر دو دست می زنبیل بافت
  • Şeyh ona “Ey canının düşmanı, neden böyle küstahlık edip yanıma geldin?
  • گفت او را ای عدو جان خویش ** در عریشم آمده سر کرده پیش
  • Neden izinsiz içeri girdin?” dedi. Adam, “ Sevgimden fazla iştiyakımdan” deyince,
  • این چراکردی شتاب اندر سباق ** گفت از افراط مهر و اشتیاق
  • Şeyh gülümsedi de dedi ki: “Öyleyse gel… Fakat ey ulu kişi, bunu gizle.
  • پس تبسم کرد و گفت اکنون بیا ** لیک مخفی دار این را ای کیا
  • Ben ölmeden ne bir dosta, ne bir sevgiliye ne de bir aşağılık kişiye, hiç ama hiç kimseye söyleme!
  • تا نمیرم من مگو این با کسی ** نه قرینی نه حبیبی نه خسی
  • Bundan sonra bir bölük halk onu iki elle zembili örerken penceresinden gördüler. 1710
  • بعد از آن قومی دگر از روزنش ** مطلع گشتند بر بافیدنش
  • Şeyh, “Yarabbi, hikmetini sen bilirsin. Ben gizliyorum, sen aşikâr ediyorsun” dedi.
  • گفت حکمت را تو دانی کردگار ** من کنم پنهان تو کردی آشکار
  • Ona şöyle ilham geldi. “ Birkaç kişi, senin elinin kesik olması kınadılar, sana münkir oldular.
  • آمد الهامش که یکچندی بدند ** که درین غم بر تو منکر می‌شدند
  • O herhalde yolda yalancıydı ki Allah, onu bu, taife arasında rüsvay etti dediler.
  • که مگر سالوس بود او در طریق ** که خدا رسواش کرد اندر فریق
  • Ben onların kâfir olmasını, bu azgınlıkla, bu sapıklıkla, bu kötü şüpheyle geçip gitmelerini istemem.
  • من نخواهم کان رمه کافر شوند ** در ضلالت در گمان بد روند
  • Ben de şu kerameti aşikâr ettim, iş işlediğin vakit sana iki el ihsan ettiğimi gösterdim. 1715
  • این کرامت را بکردیم آشکار ** که دهیمت دست اندر وقت کار
  • Ki o biçareler, hakkında kötü bir şüpheye düşüp de huzurumdan merdud olmasınlar.
  • تا که آن بیچارگان بد گمان ** رد نگردند از جناب آسمان