English    Türkçe    فارسی   

3
2248-2297

  • Göklerden yüce olan gönül, ya Abdal’ın gönlüdür, ya da Peygamberin.
  • آن دلی کز آسمانها برترست ** آن دل ابدال یا پیغامبرست
  • Su, topraktan arındı mı saf olur, artar, her işe yarar.
  • پاک گشته آن ز گل صافی شده ** در فزونی آمده وافی شده
  • Su topraktan arınınca denize kavuşur; zindandan kurtulur, denize katık olur. 2250
  • ترک گل کرده سوی بحر آمده ** رسته از زندان گل بحری شده
  • Bizim suyumuza, dikkat et de bak, toprakta hapsedilmiş. Ey rahmet denizi, sen de çek bizi!
  • آب ما محبوس گل ماندست هین ** بحر رحمت جذب کن ما را ز طین
  • Fakat deniz, “Ben, seni çekip duruyorum ama sen, ben iyi tatlı bir suyum demektesin.
  • بحر گوید من ترا در خود کشم ** لیک می‌لافی که من آب خوشم
  • Senin lâfın, seni mahrum ediyor. O zannı bırak da bana gel” demektedir.
  • لاف تو محروم می‌دارد ترا ** ترک آن پنداشت کن در من درآ
  • Topraktaki su denize gitmek isterse de ayağını toprak tutmuştur, onu kendisine çekmektedir.
  • آب گل خواهد که در دریا رود ** گل گرفته پای آب و می‌کشد
  • Ayağını toprağın elinden kurtarırsa toprak, kupkuru bir hale gelir, o da hür kalır, başına buyruk olur! 2255
  • گر رهاند پای خود از دست گل ** گل بماند خشک و او شد مستقل
  • O toprağın suyu çekip mahvetmesi nedir? Senin halis şarapla mezeye düşkünlüğün!
  • آن کشیدن چیست از گل آب را ** جذب تو نقل و شراب ناب را
  • Böylece cihandaki her şehvet, ister mal olsun, ister mevki, ister ekmek…
  • همچنین هر شهوتی اندر جهان ** خواه مال و خواه جاه و خواه نان
  • Bunların her biri seni sarhoş eder. Bunları bulmazsan başın ağrımaya başlar, sersemleşirsin.
  • هر یکی زینها ترا مستی کند ** چون نیابی آن خمارت می‌زند
  • Bu gam sersemliği, bulamadığın şeyin seni sarhoş ettiğine delâlet eder.
  • این خمار غم دلیل آن شدست ** که بدان مفقود مستی‌ات بدست
  • Bunların ihtiyaçtan fazlasına meyletme de, sana galebe etmesin, sana bey olmasın! 2260
  • جز به اندازه‌ی ضرورت زین مگیر ** تا نگردد غالب و بر تو امیر
  • Sen, ben de gönül sahibiyim, başkasına ihtiyacım yok, Allah’a ulaştım diye baş çekersin ama,
  • سر کشیدی تو که من صاحب‌دلم ** حاجت غیری ندارم واصلم
  • Bu halin, toprakla bulanık olan suyun, ben de suyum, neden başkasından yardım isteyecekmişim ki diye serkeşlik etmesine benzer.
  • آنچنانک آب در گل سر کشد ** که منم آب و چرا جویم مدد
  • Bu bulaşık şeyi gönül sandın da gönlünü gönül sahiplerinden çektin.
  • دل تو این آلوده را پنداشتی ** لاجرم دل ز اهل دل برداشتی
  • Süt, bal sevdasına düşen bu gönlün, gönül olmasını reva görür müsün, sen böyle.
  • خود روا داری که آن دل باشد این ** کو بود در عشق شیر و انگبین
  • Sütün, balın güzelliği, gönlün onlara aksiyle hâsıl olur. Her güzele güzellik gönülden gelir. 2265
  • لطف شیر و انگبین عکس دلست ** هر خوشی را آن خوش از دل حاصلست
  • Şu halde gönül cevherdir, âlem araz. Gönlün gölgesi, nasıl olur da gönle maksat olur?
  • پس بود دل جوهر و عالم عرض ** سایه‌ی دل چون بود دل را غرض
  • Mala, mevkiye âşık olan gönül, ya bu toprağa zebundur, ya kara suya!
  • آن دلی کو عاشق مالست و جاه ** یا زبون این گل و آب سیاه
  • Yahut da karanlıklarda hayallere kapılmıştır, dedikodu için o hayallere tapıp durmaktadır!
  • یا خیالاتی که در ظلمات او ** می‌پرستدشان برای گفت و گو
  • O nur denizinden başkası gönül olamaz. Gönül, hem Allah’ın nazargâhı olsun, hem kör… İmkân var mı buna?
  • دل نباشد غیر آن دریای نور ** دل نظرگاه خدا وانگاه کور
  • Yüz binlerce halkta, yüz binlerce ileri gelenlerde bulunan gönül değildir. Gönül, bir tek kişide olur. O tek kişi hangisidir, hangisi? 2270
  • نه دل اندر صد هزاران خاص و عام ** در یکی باشد کدامست آن کدام
  • Sen, o kırık dökük, parça buçuk gönül kırpıntılarını bırak, asıl gönül ara da o kırık dökük gönül de onun sayesinde dağ kesilsin.
  • ریزه‌ی دل را بهل دل را بجو ** تا شود آن ریزه چون کوهی ازو
  • Gönül, bu vücut ülkesini kaplamıştır, cömertliğinden altınlar saçıp durmaktadır.
  • دل محیطست اندرین خطه‌ی وجود ** زر همی‌افشاند از احسان و جود
  • Âlemdekilere Allah selâmından selâmlar saçmaktadır.
  • از سلام حق سلامیها نثار ** می‌کند بر اهل عالم اختیار
  • Kimin eteği sağlamsa, kimin eteği hazırsa o gönül saçısına nail olur.
  • هر که را دامن درستست و معد ** آن نثار دل بر آنکس می‌رسد
  • Senin eteğin de o niyazdır, o huzurdur. Kendine gel de kötülük taşlarını eteğine koyma. 2275
  • دامن تو آن نیازست و حضور ** هین منه در دامن آن سنگ فجور
  • Koyma da o taşlar eteğini yırtmasın. Eteğin yırtılmasın sana asıl parayı uydurma paradan fark edesin.
  • تا ندرد دامنت زان سنگها ** تا بدانی نقد را از رنگها
  • Sen, eteğini cihandaki taşlarla, çocuklar gibi altın ve gümüş farz edilen taşlarla doldurdun.
  • سنگ پر کردی تو دامن از جهان ** هم ز سنگ سیم و زر چون کودکان
  • Fakat hayali altın ve gümüş, hakiki altın ve gümüşe benzemez. Onlar, senin doğruluk eteğini yırttı, derdini artırdı.
  • از خیال سیم و زر چون زر نبود ** دامن صدقت درید و غم فزود
  • Akıl, el atıp da eteklerini tutmadıkça çocuklar, taşın taş olduğunu nasıl görürler?
  • کی نماید کودکان را سنگ سنگ ** تا نگیرد عقل دامنشان به چنگ
  • İnsan akılla bir olur; saçı sakalı ağarmakla değil. O talihe, o devlete ümit kılı sığmaz, o devlet ümit ile rica ile bulunmaz! 2280
  • پیر عقل آمد نه آن موی سپید ** مو نمی‌گنجد درین بخت و امید
  • O cemaatin, Dekukî’nin dua ve şefaatini hoş görmeyip uçması, gayp perdesi altında gizlenmesi Dekukî’ini, havaya mı çıktılar, yere mi geçtiler diye şaşırıp kalması
  • انکار کردن آن جماعت بر دعا و شفاعت دقوقی و پریدن ایشان و ناپیدا شدن در پرده‌ی غیب و حیران شدن دقوقی کی در هوا رفتند یا در زمین
  • O gemi kurtuldu, murat hâsıl oldu, o cemaatin namazı da tamamlandı.
  • چون رهید آن کشتی و آمد بکام ** شد نماز آن جماعت هم تمام
  • Onlar, birbirleriyle fısıldaşmaya başladılar. “Baba, bu aramızdaki herzevekil kim acaba” diyorlardı.
  • فجفجی افتادشان با همدگر ** کین فضولی کیست از ما ای پدر
  • Her biri, öbürüne gizlice söz söylüyordu. Dekukî’nin arkasında olduklarından görünmüyorlardı.
  • هر یکی با آن دگر گفتند سر ** از پس پشت دقوقی مستتر
  • Her biri, ben şimdiye kadar böyle bir duayı ne içimden geçirdim, ne dilime getirdim demekteydi.
  • گفت هر یک من نکردستم کنون ** این دعا نه از برون نه از درون
  • Birisi, “Her halde bu işe karışan biz değiliz. Galiba imamımız derde düştü, üzerine lazım olmayan bir işe karıştı, münacatta bulundu” diyor; 2285
  • گفت مانا این امام ما ز درد ** بوالفضولانه مناجاتی بکرد
  • Öbürü” Canım dostum, bana da öyle geliyor.
  • گفت آن دیگر که ای یار یقین ** مر مرا هم می‌نماید این چنین
  • O bir boşboğazmış, canı sıkılınca Allah’ın dileğine itiraz etti galiba” diyordu.
  • او فضولی بوده است از انقباض ** کرد بر مختار مطلق اعتراض
  • Dekukî, şöyle anlatır: Sonra bakayım, o kerem sahipleri ne diyorlar? dedim.
  • چون نگه کردم سپس تا بنگرم ** که چه می‌گویند آن اهل کرم
  • Bir de baktım ki hiçbiri yerinde yok, hepsi de gitmiş.
  • یک ازیشان را ندیدم در مقام ** رفته بودند از مقام خود تمام
  • Ne solda adam var, ne sağda, ne yukarda kimse kalmış, ne aşağıda. Keskin gözüm, onların hiçbirini göremedi! 2290
  • نه به چپ نه راست نه بالا نه زیر ** چشم تیز من نشد بر قوم چیر
  • Sanki inciymişler de erimişler, su olmuşlar. Ne ayak izleri kalmış, ne sahrada tozları var!
  • درها بودند گویی آب گشت ** نه نشان پا و نه گردی بدشت
  • Hepsi de Allah kubbelerine gizlenmişler. O cemaat, acaba hangi bahçeye gitti ki?
  • در قباب حق شدند آن دم همه ** در کدامین روضه رفتند آن رمه
  • Allah, bunları nasıl oldu da benim gözümden gizledi? Şaşırdım kaldım.
  • درتحیر ماندم کین قوم را ** چون بپوشانید حق بر چشم ما
  • Onlar, balıklar nasıl dereye dalar, kaybolursa Dekukî’nin gözünden öyle kayboldular. Öyle gizlendiler.
  • آنچنان پنهان شدند از چشم او ** مثل غوطه‌ی ماهیان در آب جو
  • Yıllarca onların hasretiyle yandı, ömürlerce iştiyaklarından gözyaşı döktü. 2295
  • سالها درحسرت ایشان بماند ** عمرها در شوق ایشان اشک راند
  • Ama sen dersin ki Allah eri Allah’a erişmişken nasıl olur da insanı anar?
  • تو بگویی مرد حق اندر نظر ** کی در آرد با خدا ذکر بشر
  • A adam, bu suale karşı ancak eşek kakılır kalır. Sen, onların can olduklarını görmedin, onları insan suretinde gördün.
  • خر ازین می‌خسپد اینجا ای فلان ** که بشر دیدی تو ایشان را نه جان