English    Türkçe    فارسی   

3
230-279

  • İhtiyat ona derler ki seni davet ettiler mi bunlar, benim sarhoşum bunlar benim dostum, beni seviyorlar, beni istiyorlar demeyesin. 230
  • حزم آن باشد که چون دعوت کنند ** تو نگویی مست و خواهان منند
  • Davetlerini, kuşlara çalınan ıslık bil. Avcı, pusuda gizlidir de kuş gibi örter durur.
  • دعوت ایشان صفیر مرغ دان ** که کند صیاد در مکمن نهان
  • Önüne de seslenen, öten, çığıran budur zannını vermek için bir ölü kuş koymuş.
  • مرغ مرده پیش بنهاده که این ** می‌کند این بانگ و آواز و حنین
  • Kuşlar… Onu kendi cinsinden sanıp toplanırlar. O da onların derilerini yüzer.
  • مرغ پندارد که جنس اوست او ** جمع آید بر دردشان پوست او
  • Ancak Allah hangi kuşa ihtiyat ve tedbir duygusu vermişse o kuş o taneye, o tuzağa aldanıp gelmez.
  • جز مگر مرغی که حزمش داد حق ** تا نگردد گیج آن دانه و ملق
  • İhtiyatsızlık, tedbirsizlik, pişmanlıktan ibarettir. Bunu anlatan şu hikâyeyi de dinle. 235
  • هست بی حزمی پشیمانی یقین ** بشنو این افسانه را در شرح این
  • Köylünün şehirliyi aldatıp yalancıktan ve birçok ısrarla köye çağırması
  • فریفتن روستایی شهری را و بدعوت خواندن بلابه و الحاح بسیار
  • Kardeş, eskiden bir şehirliye köylünün tanışıklığı vardı.
  • ای برادر بود اندر ما مضی ** شهریی با روستایی آشنا
  • Köylü, şehre geldikçe şehirlinin mahallesine çadır kurar, evine kurulup otururdu.
  • روستایی چون سوی شهر آمدی ** خرگه اندر کوی آن شهری زدی
  • İki ay, üç ay ona konuk olur, dükkânına geçer oturur, sofrasına çökerdi.
  • دو مه و سه ماه مهمانش بدی ** بر دکان او و بر خوانش بدی
  • Şehirli, köylünün ne ihtiyacı varsa bedavaya yerine getirir, düzer koşardı.
  • هر حوایج را که بودش آن زمان ** راست کردی مرد شهری رایگان
  • Köylü bir gün yüzünü şehirliye döndü de dedi ki: “A efendim, sen hiç köye gelmez, hiç seyre seyrana çıkmaz mısın? 240
  • رو به شهری کرد و گفت ای خواجه تو ** هیچ می‌نایی سوی ده فرجه‌جو
  • Allah aşkına olsun bütün oğullarını getir. Şimdi tam gül mevsimi, ilkbahar.
  • الله الله جمله فرزندان بیار ** کین زمان گلشنست و نوبهار
  • Yahut da yazın meyve zamanı gel de hizmetine kemer kuşanayım.
  • یا بتابستان بیا وقت ثمر ** تا ببندم خدمتت را من کمر
  • Soyunu sopunu, çoluk çocuğunu, akrabalarını getir, köyümüzde üç, dört ay kal.
  • خیل و فرزندان و قومت را بیار ** در ده ما باش سه ماه و چهار
  • Bahar çağında köy pek hoş olur, çayırlık, çimenlik, gönle ferah veren gönül çeken lâlelik kesilir”
  • که بهاران خطه‌ی ده خوش بود ** کشت‌زار و لاله‌ی دلکش بود
  • Şehirli, başından savmak için ona vaatte bulundu, vaadinin üstünden de sekiz yıl geçti. 245
  • وعده دادی شهری او را دفع حال ** تا بر آمد بعد وعده هشت سال
  • Köylü, her yıl “Ne vakit geleceksin. Kış gelip çattı” der,
  • او بهر سالی همی‌گفتی که کی ** عزم خواهی کرد کامد ماه دی
  • O da “Bu yıl filan yerden konuk geldi.
  • او بهانه ساختی کامسال‌مان ** از فلان خطه بیامد میهمان
  • Müsaade edin de gelecek yıl, işten, güçten kurtulursam gelirim” der,
  • سال دیگر گر توانم وا رهید ** از مهمات آن طرف خواهم دوید
  • Köylü “ Ailem, ey kerem sahibi, çoluğunu, çocuğunu bekleyip duruyor” diye karşılık verirdi.
  • گفت هستند آن عیالم منتظر ** بهر فرزندان تو ای اهل بر
  • Her yıl leylek gelince köylü de gelir, şehirlinin evine konardı. 250
  • باز هر سالی چو لکلک آمدی ** تا مقیم قبه‌ی شهری شدی
  • Şehirli, her yıl altınından, malından köylüye harceder, onun üstüne kanat gererdi.
  • خواجه هر سالی ز زر و مال خویش ** خرج او کردی گشادی بال خویش
  • Nihayet son defa o yiğit köylü, tam üç ay şehirliye misafir oldu, o da, ona sabah akşam sofra yaydı, yedirdi, içirdi.
  • آخرین کرت سه ماه آن پهلوان ** خوان نهادش بامدادان و شبان
  • Köylü, utanıp yine “Efendim, kaç keredir vadettin, beni kaç kere beni kaç keredir aldattın bu, niceyedir?” dedi.
  • از خجالت باز گفت او خواجه را ** چند وعده چند بفریبی مرا
  • Şehirli dedi ki: “Canım da, bedenim de buluşmayı isteyip duruyor ama her hareket, onun takdiriyle.
  • گفت خواجه جسم و جانم وصل‌جوست ** لیک هر تحویل اندر حکم هوست
  • İnsan yelkenli gemiye benzer. Rüzgârı estiren bakalım onu ne yana sürecek?” 255
  • آدمی چون کشتی است و بادبان ** تا کی آرد باد را آن بادران
  • Köylü, yine şehirliye antlar vererek “ Ey kerem sahibi, çoluğunu çocuğunu al, gel de ikramı gör” deyip.
  • باز سوگندان بدادش کای کریم ** گیر فرزندان بیا بنگر نعیم
  • Elini tuttu. Üç kere ant verdi, “Allah için olsun gayret et, tez gel” dedi.
  • دست او بگرفت سه کرت بعهد ** کالله الله زو بیا بنمای جهد
  • Bunun üstüne on yıl geçti. Her yıl böyle lâflar eder, tatlı tatlı vaatlerde bulunurdu.
  • بعد ده سال و بهر سالی چنین ** لابه‌ها و وعده‌های شکرین
  • Şehirlinin çocukları “Baba ay da sefer eder, bulut da gölge de.
  • کودکان خواجه گفتند ای پدر ** ماه و ابر و سایه هم دارد سفر
  • Köylü bunca hakkın geçti. Onun için nice zahmetler çektin. 260
  • حقها بر وی تو ثابت کرده‌ای ** رنجها در کار او بس برده‌ای
  • O da, sen ona konuk olasın da hiç olmazsa bu hakların bir kısmını olsun ödemek ister.
  • او همی‌خواهد که بعضی حق آن ** وا گزارد چون شوی تو میهمان
  • Bize, onu kandırın, köye getirin diye gizlice birçok ricalarda bulundu” dediler.
  • بس وصیت کرد ما را او نهان ** که کشیدش سوی ده لابه‌کنان
  • Şehirli dedi ki: “Yavrucuğum, doğru ama iyilik ettiğin kişinin şerrinden sakın demişler.
  • گفت حقست این ولی ای سیبویه ** اتق من شر من احسنت الیه
  • Dostluk, son demdedir. Korkarım ki bir şey olur da tohum bozulur”
  • دوستی تخم دم آخر بود ** ترسم از وحشت که آن فاسد شود
  • Sohbet vardır, keskin bir kılıca benzer, bostanı, ekini kış gibi kesip biçer. 265
  • صحبتی باشد چو شمشیر قطوع ** همچو دی در بوستان و در زروع
  • Sohbet vardır, ilkbahar gibidir. Her tarafı yapar, sayısız meyveler verir.
  • صحبتی باشد چو فصل نوبهار ** زو عمارتها و دخل بی‌شمار
  • İhtiyat ve tedbir ona derler ki kötü zannı gideresin, kaçıp kötülüklerden kurtulasın.
  • حزم آن باشد که ظن بد بری ** تا گریزی و شوی از بد بری
  • Peygamber, “Tedbir sui zandır” dedi. A boşboğaz, her adımı bir tuzak bil.
  • حزم س الظن گفتست آن رسول ** هر قدم را دام می‌دان ای فضول
  • Sahranın yüzü dümdüz ve geniştir ama her adımda bir tuzak var, küstahça koşmayı bırak.
  • روی صحرا هست هموار و فراخ ** هر قدم دامیست کم ران اوستاخ
  • Dağ keçisi “Nerde tuzak?” diye koşar, fakat yürüdü mü tuzağa düşer, boğazından yakalanır. 270
  • آن بز کوهی دود که دام کو ** چون بتازد دامش افتد در گلو
  • Nerde tuzak diyordun ya, işte buracıkta, bak da gör. Ovayı gördün ama tuzağı görmedin.
  • آنک می‌گفتی که کو اینک ببین ** دشت می‌دیدی نمی‌دیدی کمین
  • A şaşkın, çayırlıkta tuzak, pusu ve avcı olmadıkça kuyruk mu olur?
  • بی کمین و دام و صیاد ای عیار ** دنبه کی باشد میان کشت‌زار
  • Bu yere küstahça gelenlerin kemiklerini, kellelerini gör!
  • آنک گستاخ آمدند اندر زمین ** استخوان و کله‌هاشان را ببین
  • Ey seçilmiş kişi, mezarlığa var da onların kemiklerine başlarından geçenleri sor!
  • چون به گورستان روی ای مرتضا ** استخوانشان را بپرس از ما مضی
  • O kör sarhoşlara bak da aldanış kuyusuna baş aşağı nasıl düştüler, açıkça gör! 275
  • تا بظاهر بینی آن مستان کور ** چون فرو رفتند در چاه غرور
  • Gözün varsa körcesine gelme, gözün yoksa eline bir sopa al.
  • چشم اگر داری تو کورانه میا ** ور نداری چشم دست آور عصا
  • Tedbir ve ihtiyat sopan yoksa bir gözlüyü kılavuz edin.
  • آن عصای حزم و استدلال را ** چون نداری دید می‌کن پیشوا
  • Tedbir ve ihtiyat sopan yoksa kılavuzsuz her yolun başında durma.
  • ور عصای حزم و استدلال نیست ** بی عصاکش بر سر هر ره مه‌ایست
  • Körün adım atması gibi ihtiyatla adım at da ayağın kuyudan da kurtulsun, köpekten de.
  • گام زان سان نه که نابینا نهد ** تا که پا از چاه و از سگ وا رهد