English    Türkçe    فارسی   

3
2974-3023

  • Yahut yukardan tepeme bir taş atıp bana işin ciddiyetini, işin vehametini bildirmedin?” dersin.
  • یا ز بالایم تو سنگی می‌زدی ** تا مرا آن جد نمودی و بدی
  • O adam da iyi ama sen, benim sözümden inciniyordun. Ne faydası var? Sana çok söyledim ama kâr etmedi ki. 2975
  • او بگوید زآنک می‌آزرده‌ای ** تو بگویی نیک شادم کرده‌ای
  • Ben sana iyilik ettim, seni bu kötü işten kurtarmak için öğütler verdim.
  • گفت من کردم جوامردی بپند ** تا رهانم من ترا زین خشک بند
  • Kötülüğünden bu iyiliğin kadrini bilmedin… Öğüdüm, seni büsbütün azdırdı, bana büsbütün cefa etmeye, beni büsbütün incitmeye başladın der.
  • از لیمی حق آن نشناختی ** مایه‌ی ایذا و طغیان ساختی
  • Aşağılık, kötü kişilerin huyu budur. Sen ona iyilik ettin mi o, sana kötülük eder.
  • این بود خوی لیمان دنی ** بد کند با تو چو نیکویی کنی
  • Sabırla nefsin belini bük. O alçaktır, kötüdür, iyilik etmeye gelmez ona!
  • نفس را زین صبر می‌کن منحنیش ** که لیمست و نسازد نیکویش
  • Kerem sahibi birisine ihsanda bulunursan değer. Bire karşılık sana yedi yüz verir. 2980
  • با کریمی گر کنی احسان سزد ** مر یکی را او عوض هفصد دهد
  • Bu alçağa da cefa eder, onu kahreylersen sana aşırı vefalar gösterir, kulun kölen olur.
  • با لیمی چون کنی قهر و جفا ** بنده‌ای گردد ترا بس با وفا
  • Kâfirler, nimete eriştiler mi cefa tohumunu ekerler de sonra cehennemde, aman yarabbi diye bağırıp dururlar.”
  • کافران کارند در نعمت جفا ** باز در دوزخ نداشان ربنا
  • Allah’ın ahrette cehennemi, dünyada zindanı yaratmadan maksadı, kendilerini büyük görenlerin ister istemez Allah’a kulluk etmeleridir
  • حکمت آفریدن دوزخ آن جهان و زندان این جهان تا معبد متکبران باشد کی ائتیا طوعا او کرها
  • Alçaklar, cefaya, derde düştüler mi arınır, temizlenirler. Vefa gördüler mi de cefakâr olurlar.
  • که لیمان در جفا صافی شوند ** چون وفا بینند خود جافی شوند
  • Şu halde onların ibadet edecekleri mescit cehennemdir, yabancı kuşun ayağını bağlayan, tuzaktır.
  • مسجد طاعاتشان پس دوزخست ** پای‌بند مرغ بیگانه فخست
  • Zindan da hırsızın, alçak kişinin ibadet yeridir. Orada daima Hakk’ı anar durur. 2985
  • هست زندان صومعه‌ی دزد و لیم ** کاندرو ذاکر شود حق را مقیم
  • Mademki insanın yaratılmasında ki maksat, Allah’a ibadet etmesiydi, şu halde ibadetten baş çeken, ibadete yanaşmayan kişinin ibadet yeri cehennemdir.
  • چون عبادت بود مقصود از بشر ** شد عبادتگاه گردن‌کش سقر
  • İnsan her işi yapabilir, fakat yaratılmasındaki maksat ibadettir.
  • آدمی را هست در هر کار دست ** لیک ازو مقصود این خدمت بدست
  • “Ben, insanları, cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” Bu ayeti okusana. Âlemin yaratılmasında ki maksat, ibadetten başka bir şey değil!
  • ما خلقت الجن و الانس این بخوان ** جز عبادت نیست مقصود از جهان
  • Kitaptan maksat, içindeki fendir ama dilersen sen onu yastık da yapabilirsin ya.
  • گرچه مقصود از کتاب آن فن بود ** گر توش بالش کنی هم می‌شود
  • Fakat ondan maksat yastık olması değil, bilgi, irfan, irşat ve faydadır. 2990
  • لیک ازو مقصود این بالش نبود ** علم بود و دانش و ارشاد سود
  • Kılıcı mıh yaparsan zafere mağlûbiyeti tercih ettin demektir.
  • گر تو میخی ساختی شمشیر را ** برگزیدی بر ظفر ادبار را
  • İnsandan maksat ilimdir, doğru yolu bulmaktır ama her insanın bir ibadet yeri var.
  • گرچه مقصود از بشر علم و هدیست ** لیک هر یک آدمی را معبدیست
  • Kerem sahibine ikramda bulundun mu bu ikram, ona ibadet yeridir, ikrama uğradıkça şükreder. Alçağı da aşağılattın, alçağa da kötülük ettin mi onu ibadete sevk edersin.
  • معبد مرد کریم اکرمته ** معبد مرد لیم اسقمته
  • Vur alçakların başına ki yere baş koysunlar… Ver kerem sahiplerine ki ihsanına mazhar oldukça şükretsinler!
  • مر لیمان را بزن تا سر نهند ** مر کریمان را بده تا بر دهند
  • Hulâsa Allah iki mescit yaratmıştır: Cehennem onların mescidi, cennet bunların! 2995
  • لاجرم حق هر دو مسجد آفرید ** دوزخ آنها را و اینها را مزید
  • Musa, o iç ağrısı kavim, başlarını eğsin diye Kudüs’te alçacık bir kapı yaptırdı.
  • ساخت موسی قدس در باب صغیر ** تا فرود آرند سر قوم زحیر
  • Çünkü onlar cebbar, başı dik kişilerdi. Onlara bu küçücük, bu alçacık kapı, niyaz kapısıdır, cehennemdir!
  • زآنک جباران بدند و سرفراز ** دوزخ آن باب صغیرست و نیاز
  • Allah, padişahların suretini Hakk’a tabi olmayanları yola getirmek için halk etmiştir. Nitekim Musa aleyhisselâm da Kudüs kalesinin duvarına dik başlı cebbarlar eğilerek girsinler ve girerken secde ederek, Yarabbi günahlarımızı al bizden, desinler diye küçücük, alçacık bir kapı yaptı
  • بیان آنک حق تعالی صورت ملوک را سبب مسخر کردن جباران کی مسخر حق نباشند ساخته است چنانک موسی علیه السلام باب صغیر ساخت بر ربض قدس جهت رکوع جباران بنی اسرائیل وقت در آمدن کی ادخلوا الباب سجدا و قولوا حطة
  • İyi bak, kendine gel! Allah, padişahları etten, kemikten küçücük bir kapı olarak halk etti ya.
  • آنچنانک حق ز گوشت و استخوان ** از شهان باب صغیری ساخت هان
  • Dünya ehli olanlar, onlara secde ederler. Çünkü Allah’a secde etmenin düşmanıdır onlar!
  • اهل دنیا سجده‌ی ایشان کنند ** چونک سجده‌ی کبریا را دشمنند
  • Dünya ehline bir fışkı yerceğizini mihrap düzdü… O mihrabın adı da bey, padişah! 3000
  • ساخت سرگین‌دانکی محرابشان ** نام آن محراب میر و پهلوان
  • Bu tertemiz kapıya lâyık değilsiniz ki… Temiz kişiler, şeker kamışıdır, sizse bomboş birer kamıştan ibaretsiniz.
  • لایق این حضرت پاکی نه‌اید ** نیشکر پاکان شما خالی‌نیید
  • O çeşit köpeklere elbette bu çeşit bayağılık adamlar hürmet ederler. Öyle adi kişiye hürmet etmek, öyle adi adama inanmak, aslana ardır.
  • آن سگان را این خسان خاضع شوند ** شیر را عارست کو را بگروند
  • Fare huylulara kedi bey olur. Fare kim oluyor ki aslandan korksun?
  • گربه باشد شحنه هر موش‌خو ** موش که بود تا ز شیران ترسد او
  • Fare huyludur, Allah köpeklerinden korkarlar,
  • خوف ایشان از کلاب حق بود ** خوفشان کی ز آفتاب حق بود
  • Uluların virdi, (Rabbimiz yücelerin yücedir) sözüdür. Bu aptallara lâyık olan Rab ise kendisinde Allah kuvveti vehmeden dünya büyükleridir. 3005
  • ربی الاعلاست ورد آن مهان ** رب ادنی درخور این ابلهان
  • Fare, nasıl olurda savaş aslanlarından korkar. Onlardan korkanlar, misk ceylânlarıdır ancak.
  • موش کی ترسد ز شیران مصاف ** بلک آن آهوتگان مشک‌ناف
  • Yürü ey çömlek yalayıcı, kâse yalayıcının yanına git… Onu kendine Allah say, velinimet say!
  • رو به پیش کاسه‌لیس ای دیگ‌لیس ** توش خداوند و ولی نعمت نویس
  • Kâfi yeter artık… Uzun uzadıya anlatmaya girişsem beyler, padişahlar, hem kızarlar, hem de anlattıklarımın kendilerinde olduğunu bilirler anlarlar.
  • بس کن ار شرحی بگویم دور دست ** خشم گیرد میر و هم داند که هست
  • Hulâsa ey kerem sahibi, alçak nefse iyilik etme, kötü davran da alçaklarla beraber o da sana boyun eğsin, teslim olsun.
  • حاصل این آمد که بد کن ای کریم ** با لیمان تا نهد گردن لیم
  • Alçak nefse ihsanda bulunursa alçaklar gibi nimeti inkâr eder, azgınlaşır. 3010
  • با لیم نفس چون احسان کند ** چون لیمان نفس بد کفران کند
  • İşte mihnette, meşakkatte bulunanların şükretmesi, nimet ve devlet sahiplerinin azgın ve hilebaz olmaları bu yüzdendir.
  • زین سبب بد که اهل محنت شاکرند ** اهل نعمت طاغیند و ماکرند
  • Altınlarla bezenmiş kaftanlara bürünen beyler, padişahlar azgın kişilerdir. Abaya sarınan yoksul yok mu? Şükreden odur işte.
  • هست طاغی بگلر زرین‌قبا ** هست شاکر خسته‌ی صاحب‌عبا
  • Mal, mülk, devlet ve nimet sahipleri hiç şükrederler mi? Şükür mihnetten ve meşakkatten biter, gelişir.
  • شکر کی روید ز املاک و نعم ** شکر می‌روید ز بلوی و سقم
  • Sofinin boş sofraya sevdalanması
  • قصه عشق صوفی بر سفره‌ی تهی
  • Bir sofi bir gün çiviye asılmış bir sofra gördü. Vecde geldi, dönmeye, oynamaya başladı, elbisesini yırtıyor.
  • صوفیی بر میخ روزی سفره دید ** چرخ می‌زد جامه‌ها را می‌درید
  • İşte azıkların azığı... İşte kıtlıkların, dertlerin devası diye nâralar atıyordu. 3015
  • بانگ می‌زد نک نوای بی‌نوا ** قحطها و دردها را نک دوا
  • Dumanı başından çıkıp neşesi, zevki arttıkça arttı… Sofilerde ona uydular, semâa başladılar.
  • چونک دود و شور او بسیار شد ** هر که صوفی بود با او یار شد
  • Kih, kih gülmeye, hay huy etmeye koyuldular… Defalarca kendilerinden geçip kendilerine geldiler.
  • کخ‌کخی و های و هویی می‌زدند ** تای چندی مست و بی‌خود می‌شدند
  • Herzevekilin biri, sofiye “Çiviye asılı ve içinde ekmek olmayan bomboş sofra nedir ki seni bu derece zevke, vecde getiriyor?” dedi.
  • بوالفضولی گفت صوفی را که چیست ** سفره‌ای آویخته وز نان تهیست
  • Sofi dedi ki: “ Yürü git be… Sen manasız bir suretten ibaretsin… Sen varlık peşinde koş, âşık değilsin sen.
  • گفت رو رو نقش بی‌معنیستی ** تو بجو هستی که عاشق نیستی
  • Aşığın gıdası, ekmeksiz ekmeğe âşık olmaktır. Aşkında doğru olan kişi. Varlığa bağlanmaz. 3020
  • عشق نان بی نان غذای عاشق است ** بند هستی نیست هر کو صادقست
  • Âşıkların varlıkla işi yoktur… Âşıklar, kârı sermayesiz elde ederler.
  • عاشقان را کار نبود با وجود ** عاشقان را هست بی سرمایه سود
  • Kanatları yoktur, âlemin etrafında uçarlar… Elleri yoktur, topu meydandan kaparlar!
  • بال نه و گرد عالم می‌پرند ** دست نه و گو ز میدان می‌برند
  • Mana kokusunu duyan o yoksul da eli kesik olduğu halde zembil örerdi ya!
  • آن فقیری کو ز معنی بوی یافت ** دست ببریده همی زنبیل بافت