English    Türkçe    فارسی   

3
3071-3120

  • Balıkları karaya çıkarmayan deniz, karadakileri de denize sokmamakta.
  • ماهیان را بحر نگذارد برون ** خاکیان را بحر نگذارد درون
  • Balığın aslı sudan, öbür hayvanların aslı topraktan.
  • اصل ماهی آب و حیوان از گلست ** حیله و تدبیر اینجا باطلست
  • Bu işte hile ve düzene başvurmanın, tedbirlere girişmenin faydası yok ki!
  • قفل زفتست و گشاینده خدا ** دست در تسلیم زن واندر رضا
  • Kilit pek kuvvetli, açıcıda Allah. Teslimiyete yapışa gör, rıza göster!
  • ذره ذره گر شود مفتاحها ** این گشایش نیست جز از کبریا
  • Tedbirini unuttun mu pirinden o taze bahtı bulur, devlete erişirsin. 3075
  • چون فراموشت شود تدبیر خویش ** یابی آن بخت جوان از پیر خویش
  • Kendini unuttun mu seni anarlar… Kul oldun mu azat ederler!
  • چون فراموش خودی یادت کنند ** بنده گشتی آنگه آزادت کنند
  • “Hattâ izistey’ eserrüsül” hükmünce Peygamberlerin, münkirler, sözlerimizi kabul etmiyorlar diye ümitsizliğe, yese düşmeleri
  • نومید شدن انبیا از قبول و پذیرای منکران قوله حتی اذا استیاس الرسل
  • Peygamberler bile, “Şuna buna nasihat edip duruyoruz.
  • انبیا گفتند با خاطر که چند ** می‌دهیم این را و آن را وعظ و پند
  • Niceye bir soğuk demiri dövüp duracak, niceye bir kafese üfleyip yatacağız?” diye hatırlarından geçirdiler.
  • چند کوبیم آهن سردی ز غی ** در دمیدن در قفض هین تا بکی
  • Halkın yaptığı işler, Allah’ın kaza ve kaderiyledir. Dişin keskinliği, midenin hararet ve kuvvetinden ileri gelir.
  • جنبش خلق از قضا و وعده است ** تیزی دندان ز سوز معده است
  • Nefs-i Kül, insanın cüz’i nefsine tesir etti de olacaklar oldu. Balık baştan kokar, kuyruktan değil! 3080
  • نفس اول راند بر نفس دوم ** ماهی از سر گنده باشد نه ز دم
  • Bunu böyle bil, bil ama eşeğini de yine ok gibi süre dur. Çünkü Allah, “Emirlerimi tebliğ et” diye emretmiştir; emrinden dışarı çıkmaya imkân yok.
  • لیک هم می‌دان و خر می‌ران چو تیر ** چونک بلغ گفت حق شد ناگزیر
  • (Bir fırka cennetliktir, bir fırka cehennemlik). Bu iki fırkanın hangisindensin, bilemezsin ki. Ne olduğunu görünceye kadar çalış, çabala!
  • تو نمی‌دانی کزین دو کیستی ** جهد کن چندانک بینی چیستی
  • Gemiye yükünü yükledin mi Allah’a dayanman gerek.
  • چون نهی بر پشت کشتی بار را ** بر توکل می‌کنی آن کار را
  • Yolda gark mı olacaksın, kurtulup sağlıkla, selâmetle gideceğin yere mi varacaksın? Bu ikisinden hangisi başına gelecek, bilemezsin ki,
  • تو نمی‌دانی که از هر دو کیی ** غرقه‌ای اندر سفر یا ناجیی
  • Eğer ne olacağım, başına ne gelecek? Bunu bilmedikçe gemiye binmem. 3085
  • گر بگویی تا ندانم من کیم ** بر نخواهم تاخت در کشتی و یم
  • Bu seferden kurtulacak mıyım, yoksa yolda boğulacak mıyım? Ne olacağımı bildir bana.
  • من درین ره ناجیم یا غرقه‌ام ** کشف گردان کز کدامین فرقه‌ام
  • Ben, başkaları gibi kuru bir ümide kapılıp şüpheyle yola düşmem dersen,
  • من نخواهم رفت این ره با گمان ** بر امید خشک همچون دیگران
  • Hiçbir ticarette bulunamazsın. Çünkü bu ikisi de gaybdadır, sırdır.
  • هیچ بازرگانیی ناید ز تو ** زانک در غیبست سر این دو رو
  • Pul şişe gibi ruhu incecik olan, cüz’i bir şeyden kırılıveren korkak tacir, ticaretinden ne fayda görür, ne ziyan eder.
  • تاجر ترسنده‌طبع شیشه‌جان ** در طلب نه سود دارد نه زیان
  • Hatta fayda şöyle dursun ziyan eder, mahrum kalır, hor olur. Kimde yanış varsa nuru o bulur. 3090
  • بل زیان دارد که محرومست و خوار ** نور او یابد که باشد شعله‌خوار
  • Çünkü bütün işler, ihtimalle yapılır. Sen de din işini üstün ve ön planda tut da kurtul.
  • چونک بر بوکست جمله کارها ** کار دین اولی کزین یابی رها
  • Bu kapıyı ümitten başka bir şeyle açmaya izin yok… Allah, doğrusunu daha iyi bilir.
  • نیست دستوری بدینجا قرع باب ** جز امید الله اعلم بالصواب
  • Mukallidin imanı korku ve ümittir
  • بیان آنک ایمان مقلد خوفست و رجا
  • Çalışanların boyunları iğ gibi incelse de yine insanı her sanata sevk eden ümittir, ihtimaldir.
  • داعی هر پیشه اومیدست و بوک ** گرچه گردنشان ز کوشش شد چو دوک
  • Sabahleyin dükkânına giden rızık elde etmek ümidiyle koşar gider.
  • بامدادان چون سوی دکان رود ** بر امید و بوک روزی می‌دود
  • Rızık ümidi olmasa nasıl olur da gidersin? Mahrumiyet korkusu olursa nasıl olur da kuvvet bulursun? 3095
  • بوک روزی نبودت چون می‌روی ** خوف حرمان هست تو چونی قوی
  • Belki ezelde sana bir rızık verilmemiştir. Bu ezeli mahrumiyet korkusu, nasıl oluyor da yiyeceğini, içeceğini elde etmek için çalışıp çabalamanda, arayıp taramanda seni âciz, kuvvetsiz bir hale sokmuyor?
  • خوف حرمان ازل در کسب لوت ** چون نکردت سست اندر جست و جوت
  • Deseler, dersin ki: “Çalıştığım halde bir şey elde edememek korkusu da var. Var ama bu korku tembellikte daha fazla.
  • گویی گرچه خوف حرمان هست پیش ** هست اندر کاهلی این خوف بیش
  • Çalışırsam belki kazanırım; bunda ümidim daha çok… Tembellikte daha fazla zarar var.
  • هست در کوشش امیدم بیشتر ** دارم اندر کاهلی افزون خطر
  • Peki, a kötü zanna düşen, ya neden din işinde bu ziyan korkusu eteğini tutuyor öyleyse?
  • پس چرا در کار دین ای بدگمان ** دامنت می‌گیرد این خوف زیان
  • Yoksa bu bizim pazarımızın tacirleri olan peygamberlerle velilerin ne kârlar elde ettiklerini görmedin mi ki? 3100
  • یا ندیدی کاهل این بازار ما ** در چه سودند انبیا و اولیا
  • Onlara bu dükkânı terk etmekle neler yüz gösterdi… Bu pazarda nasıl kârlar ettiler… Haberin yok mu ki?
  • زین دکان رفتن چه کانشان رو نمود ** اندرین بازار چون بستند سود
  • Ateş onlara halhal gibi râm oldu, deniz, onların emrine uydu, onları baş üstüne taşıdı.
  • آتش آن را رام چون خلخال شد ** بحر آن را رام شد حمال شد
  • Demir, onlara râm oldu, mum kesildi… Rüzgâr, onlara kul oldu, hükümlerine girdi!
  • آهن آن را رام شد چون موم شد ** باد آن را بنده و محکوم شد
  • Resulullâh sallallâhu aleyhi ve selem, “Şüphe yok ki Allah’ın gizli velileri var” buyurdu
  • بیان آنک رسول علیه السلام فرمود ان لله تعالی اولیاء اخفیاء
  • (Peygamberlerden başka) bir taife daha vardır ki bunlar pek gizlidirler. Bu zahir halkına nereden meşhur olacaklar?
  • قوم دیگر سخت پنهان می‌روند ** شهره‌ی خلقان ظاهر کی شوند
  • Bunca kerametleri vardır da yine ululuklarını hiç kimsenin gözü görmez! 3105
  • این همه دارند و چشم هیچ کس ** بر نیفتد بر کیاشان یک نفس
  • Hem uludurlar, kerametleri vardır… Hem Allah hareminde gizlenmişlerdir. Onların adlarını Abdal bile işitmemiştir.
  • هم کرامتشان هم ایشان در حرم ** نامشان را نشنوند ابدال هم
  • Sen yoksa Allah’ın keremlerini bilmiyor musun ki… Seni “Gel” diye onların bulunduğu tarafa çağırıp duruyor.
  • یا نمی‌دانی کرمهای خدا ** کو ترا می‌خواند آن سو که بیا
  • Âlemin altı ciheti de onun keremleriyle dolu… Nereye baksan onun bayrakları orada dikildi!
  • شش جهت عالم همه اکرام اوست ** هر طرف که بنگری اعلام اوست
  • Bir kerem sahibi, sana gel, ateşe gir dese hemencecik atıl ateşe… Beni yakar mı deme bile!
  • چون کریمی گویدت آتش در آ ** اندر آ زود و مگو سوزد مرا
  • Allah razı olsun, Enes’in peşkirini ateşe atması ve peşkirin yanmaması
  • حکایت مندیل در تنور پر آتش انداختن انس رضی الله عنه و ناسوختن
  • Malik oğlu Enes’ten rivayet edilmiştir. Birisi ona konuk olmuştu. 3110
  • از انس فرزند مالک آمدست ** که به مهمانی او شخصی شدست
  • O hikâye eder: Yemekten sonra, peşkirini sararmış,
  • او حکایت کرد کز بعد طعام ** دید انس دستارخوان را زردفام
  • Kirlenmiş, yemeğe bulaşmış gören Enes, hizmetçi kadına: “Bunu al da tandıra at, bir müddet kalsın” dedi.
  • چرکن و آلوده گفت ای خادمه ** اندر افکن در تنورش یک‌دمه
  • Enes’in sırlarına vâkıf olan o hizmetçi de peşkiri ateşle dopdolu olan tandıra atıverdi.
  • در تنور پر ز آتش در فکند ** آن زمان دستارخوان را هوشمند
  • Bütün konuklar, şaşırıp kaldılar, peşkirden duman çıkacağını kavrulup yanacağını umuyorlardı.
  • جمله مهمانان در آن حیران شدند ** انتظار دود کندوری بدند
  • Derken bir müddet sonra hizmetçi, peşkiri arınmış temizlenmiş, tertemiz olarak getirdi. 3115
  • بعد یکساعت بر آورد از تنور ** پاک و اسپید و از آن اوساخ دور
  • Oradakiler, “Ey Peygamber’le görüşüp konuşmuş olan aziz zat, peşkir nasıl oldu da hem yanmadı, hem de temizlendi?” dediler.
  • قوم گفتند ای صحابی عزیز ** چون نسوزید و منقی گشت نیز
  • Enes dedi ki. “Mustafa, bu peşkire elini, ağzını silmişti; onun için!”
  • گفت زانک مصطفی دست و دهان ** بس بمالید اندرین دستارخوان
  • Ey ateşten, azaptan korkan gönül, böyle bir ele, böyle bir ağıza yaklaş!
  • ای دل ترسنده از نار و عذاب ** با چنان دست و لبی کن اقتراب
  • Bu el, bu ağız, cansız bir şeye böyle bir yücelik verirse âşığın ruhuna neler açmaz, neler yapmaz?
  • چون جمادی را چنین تشریف داد ** جان عاشق را چه‌ها خواهد گشاد
  • Kâbe’nin taşını kerpicini öptü, Kâbe (puthaneyken) kıble oldu. Ey can, sen de çalış, çabala da erlere karşı toprak ol (erler seni de putlardan arıtsınlar!) 3120
  • مر کلوخ کعبه را چون قبله کرد ** خاک مردان باش ای جان در نبرد