English    Türkçe    فارسی   

3
313-362

  • De sana onların gül bahçeleri açılsın, sana olgun meyveler saçılsın.
  • تا گلستانشان سوی تو بشکفد ** میوه‌های پخته بر خود وا کفد
  • O kapıda dön, dolaş Eshabı Kehf’in köpeğiyle kapı yoldaşıysan köpekten aşağı olma.
  • هم بر آن در گرد کم از سگ مباش ** با سگ کهف ار شدستی خواجه‌تاش
  • Köpekler bile, gönlünü ilk eve bağla diye köpeklere nasihat ederler. 315
  • چون سگان هم مر سگان را ناصح‌اند ** که دل اندر خانه‌ی اول ببند
  • Kemik yediğin ilk kapıya sıkı bağlan, hak gözetmeyi terk etme derler.
  • آن در اول که خوردی استخوان ** سخت گیر و حق گزار آن را ممان
  • Edeplensin de oraya gitsin, kurtuluşu o ilk kapıda bulsun diye onu ısırırlar.
  • می‌گزندش تا ز ادب آنجا رود ** وز مقام اولین مفلح شود
  • Isırırken şöyle derler "A azgın köpek, velinimetine isyan etme.
  • می‌گزندش کای سگ طاغی برو ** با ولی نعمتت یاغی مشو
  • Halka gibi o kapıya bağlan. O kapıda bekçilik et, o kapıda çevik davran, o kapıda sıçra.
  • بر همان در همچو حلقه بسته باش ** پاسبان و چابک و برجسته باش
  • Vefasızlığını apaçık gösterme, beyhude yere vefasızlığı fâş etme. 320
  • صورت نقض وفای ما مباش ** بی‌وفایی را مکن بیهوده فاش
  • Köpeklerin âdeti vefakârlıktır. Yürü be, bari köpeklerin adını kötüye çıkarma."
  • مر سگان را چون وفا آمد شعار ** رو سگان را ننگ و بدنامی میار
  • Ulu Allah bile vefakârlıkla öğündü de “ Bizden gayrı ahdine kim vefa eder ki?” dedi.
  • بی‌وفایی چون سگان را عار بود ** بی‌وفایی چون روا داری نمود
  • Hakları reddettikten, saymadıktan sonra isteğin kadar vefakâr ol. Bil ki bu vefa, vefasızlığın ta kendisidir.
  • حق تعالی فخر آورد از وفا ** گفت من اوفی بعهد غیرنا
  • Çünkü hiç kimse Allah hakkından daha ziyade hak sahibi değildir ki.
  • بی‌وفایی دان وفا با رد حق ** بر حقوق حق ندارد کس سبق
  • Ana hakkı bile Allah hakkından sonra gelir. Çünkü Allah, anayı senin ana karnındaki şekline borçlu etmiştir. 325
  • حق مادر بعد از آن شد کان کریم ** کرد او را از جنین تو غریم
  • Allah, seni onun cisminde bir surete bürümüş, gebelik halinde ona seninle istirahat ve huzur vermiş, onu sana alıştırmış.
  • صورتی کردت درون جسم او ** داد در حملش ورا آرام و خو
  • O da seni kendisinin bir cüz’ü görmüştür. Allah’ın tedbiri anaya ilişik olan o cüz’ü ayırmıştır.
  • همچو جزو متصل دید او ترا ** متصل را کرد تدبیرش جدا
  • Allah, binlerce sanat ve fen düzdü de ana, sana sevgi bağladı, şefkat gösterdi.
  • حق هزاران صنعت و فن ساختست ** تا که مادر بر تو مهر انداختست
  • Şu halde Allah hakkı, ana hakkından öncedir, Allah hakkını bilmeyen eşektir.
  • پس حق حق سابق از مادر بود ** هر که آن حق را نداند خر بود
  • Anayı, ananın memesini, sütünü yaratan, onu babayla çift eden O’dur, O’na serkeş olma. 330
  • آنک مادر آفرید و ضرع و شیر ** با پدر کردش قرین آن خود مگیر
  • Ey Allah, ey ihsanı kadîm olan, bildiğim de senindir, bilmediğim de.
  • ای خداوند ای قدیم احسان تو ** آنک دانم وانک نه هم آن تو
  • Sen, Allah’ı an, çünkü benim hakkım hiç eskimez.
  • تو بفرمودی که حق را یاد کن ** زانک حق من نمی‌گردد کهن
  • O sabah çağında, sizin Nuh’un gemisinde koruduğumuzu, bu suretle lütuflarda bulunduğumu an.
  • یاد کن لطفی که کردم آن صبوح ** با شما از حفظ در کشتی نوح
  • O zaman sizin aslınızı, atalarınızı tufandan, tufan dalgasından korudum, onlara aman verdim.
  • پیله بابایانتان را آن زمان ** دادم از طوفان و از موجش امان
  • Ateş huylu su, yeryüzünü kaplamıştı. Dalgası, dağların tepelerine kadar çıkıyordu. 335
  • آب آتش خو زمین بگرفته بود ** موج او مر اوج که را می‌ربود
  • Sizi reddetmedim, atanızın atasının atasının varlığında sizi korudum.
  • حفظ کردم من نکردم ردتان ** در وجود جد جد جدتان
  • Mademki baş oldun, sana nasıl ayağımla vururum, kendi iş yurdumu nasıl ziyan ederim?
  • چون شدی سر پشت پایت چون زنم ** کارگاه خویش ضایع چون کنم
  • Vefasızlara kendini feda ediyor, kötü bir zan yüzünden o tarafa doğru gidiyorsun.
  • چون فدای بی‌وفایان می‌شوی ** از گمان بد بدان سو می‌روی
  • Bense unutmadan, vefasızlıktan berîyim. Benim yanıma gelsen bile kötü bir zanla gelirsin.
  • من ز سهو و بی‌وفاییها بری ** سوی من آیی گمان بد بری
  • Sen, hani kendine benzeyenlerin önünde iki kat olursun ya… İşte onlar hakkında kötü zanda bulun. 340
  • این گمان بد بر آنجا بر که تو ** می‌شوی در پیش همچون خود دوتو
  • Nice ulu ulu dostlar, yoldaşlar edindin. Sana, nerede onlar diye sorsam gittiler dersin.
  • بس گرفتی یار و همراهان زفت ** گر ترا پرسم که کو گویی که زفت
  • İyi dostun yüce göklere gitti kötülük dostunsa yerin dibine geçti.
  • یار نیکت رفت بر چرخ برین ** یار فسقت رفت در قعر زمین
  • Ara yerde sen kalakaldın, yardımsız, yardımcısız kervandan arta kalan ve sönmeye mahkûm ateşe döndün.
  • تو بماندی در میانه آنچنان ** بی‌مدد چون آتشی از کاروان
  • Ey baba yiğit dost, yukardan, aşağıdan münezzeh olanın eteğini tut.
  • دامن او گیر ای یار دلیر ** کو منزه باشد از بالا و زیر
  • O, ne İsa gibi göklere ağar, ne Karun gibi yerlere geçer. 345
  • نه چو عیسی سوی گردون بر شود ** نه چو قارون در زمین اندر رود
  • Sen yerden, yurttan alımdan, satımdan kaldın mı o, mekân âleminde de seninle beraberdir, Lâmekân âleminde de.
  • با تو باشد در مکان و بی‌مکان ** چون بمانی از سرا و از دکان
  • Bulanıklardan, duruluklar çıkarır, cefalarını vefa yerine tutar.
  • او بر آرد از کدورتها صفا ** مر جفاهای ترا گیرد وفا
  • Cefakârlıkta bulunursan noksandan kurtulup kemâle erişesin diye kulağını burar.
  • چون جفا آری فرستد گوشمال ** تا ز نقصان وا روی سوی کمال
  • Sülûkte virdini terk edersen zahmete, mihnete düşer, sıkıntıya uğrarsın ya.
  • چون تو وردی ترک کردی در روش ** بر تو قبضی آید از رنج و تبش
  • İşte o tediptir. Yapma, o eski ahdi hiç değiştirme demektir. 350
  • آن ادب کردن بود یعنی مکن ** هیچ تحویلی از آن عهد کهن
  • Bu iç sıkıntısı bir zincir şeklini almadan, bu gönlünü sıkan şey, ayağını bağlamadan önce.
  • پیش از آن کین قبض زنجیری شود ** این که دلگیریست پاگیری شود
  • Bu işareti, beyhude zan etmemen için uğradığın o makul zahmet, duyguna hitap eder bir hâle gelir ve meydana çıkar.
  • رنج معقولت شود محسوس و فاش ** تا نگیری این اشارت را بلاش
  • Suç işlediğin zaman iç sıkıntıları gönlünü kaplar, bu sıkıntılar, ecelden sonra ist zincir şekline bürünür.
  • در معاصی قبضها دلگیر شد ** قبضها بعد از اجل زنجیر شد
  • Burada bizi anmaktan çekinen kişiye dar bir yaşayış verilir ve körlükle cezalanır.
  • نعط من اعرض هنا عن ذکرنا ** عیشة ضنک و نجزی بالعمی
  • Hırsız, insanların mallarını çaldı mı bir iç sıkıntısı, bir darlık gönlünü tırmalamaya başlar. 355
  • دزد چون مال کسان را می‌برد ** قبض و دلتنگی دلش را می‌خلد
  • O, bu sıkıntı, bu darlık nedir ki, der. Şerrinden ağlayan mazlum yok mu? İşte onun sıkıntısı, onun darlığı.
  • او همی‌گوید عجب این قبض چیست ** قبض آن مظلوم کز شرت گریست
  • Bu darlığa, bu sıkıntıya pek aldırış etmezse bu inadının rüzgârı ateşini üfler.
  • چون بدین قبض التفاتی کم کند ** باد اصرار آتشش را دم کند
  • Hulâsa gönül sıkıntısı, memurların sıkıştırması hâline gelir, o manalar, duyulur, görülür bir hâle gelip meydana çıkar.
  • قبض دل قبض عوان شد لاجرم ** گشت محسوس آن معانی زد علم
  • Dertler, zindan ve çarmıh olur. Dert; köktür, kök; dal budak verir.
  • غصه‌ها زندان شدست و چارمیخ ** غصه بیخست و بروید شاخ بیخ
  • Kök gizliydi, meydana çıktı. Sen de darlığını, ferahlığını bir kök bil. 360
  • بیخ پنهان بود هم شد آشکار ** قبض و بسط اندرون بیخی شمار
  • Kötü kökse hemencecik, çabucak onu sök ki çimenlikte çirkin bir diken çıkmasın.
  • چونک بیخ بد بود زودش بزن ** تا نروید زشت‌خاری در چمن
  • İç sıkıntısı görünce ona bir çare bul. Çünkü dallar, hep kökten meydana gelir.
  • قبض دیدی چاره‌ی آن قبض کن ** زانک سرها جمله می‌روید ز بن