- Ana hakkı bile Allah hakkından sonra gelir. Çünkü Allah, anayı senin ana karnındaki şekline borçlu etmiştir. 325
- حق مادر بعد از آن شد کان کریم ** کرد او را از جنین تو غریم
- Allah, seni onun cisminde bir surete bürümüş, gebelik halinde ona seninle istirahat ve huzur vermiş, onu sana alıştırmış.
- صورتی کردت درون جسم او ** داد در حملش ورا آرام و خو
- O da seni kendisinin bir cüz’ü görmüştür. Allah’ın tedbiri anaya ilişik olan o cüz’ü ayırmıştır.
- همچو جزو متصل دید او ترا ** متصل را کرد تدبیرش جدا
- Allah, binlerce sanat ve fen düzdü de ana, sana sevgi bağladı, şefkat gösterdi.
- حق هزاران صنعت و فن ساختست ** تا که مادر بر تو مهر انداختست
- Şu halde Allah hakkı, ana hakkından öncedir, Allah hakkını bilmeyen eşektir.
- پس حق حق سابق از مادر بود ** هر که آن حق را نداند خر بود
- Anayı, ananın memesini, sütünü yaratan, onu babayla çift eden O’dur, O’na serkeş olma. 330
- آنک مادر آفرید و ضرع و شیر ** با پدر کردش قرین آن خود مگیر
- Ey Allah, ey ihsanı kadîm olan, bildiğim de senindir, bilmediğim de.
- ای خداوند ای قدیم احسان تو ** آنک دانم وانک نه هم آن تو
- Sen, Allah’ı an, çünkü benim hakkım hiç eskimez.
- تو بفرمودی که حق را یاد کن ** زانک حق من نمیگردد کهن
- O sabah çağında, sizin Nuh’un gemisinde koruduğumuzu, bu suretle lütuflarda bulunduğumu an.
- یاد کن لطفی که کردم آن صبوح ** با شما از حفظ در کشتی نوح
- O zaman sizin aslınızı, atalarınızı tufandan, tufan dalgasından korudum, onlara aman verdim.
- پیله بابایانتان را آن زمان ** دادم از طوفان و از موجش امان
- Ateş huylu su, yeryüzünü kaplamıştı. Dalgası, dağların tepelerine kadar çıkıyordu. 335
- آب آتش خو زمین بگرفته بود ** موج او مر اوج که را میربود
- Sizi reddetmedim, atanızın atasının atasının varlığında sizi korudum.
- حفظ کردم من نکردم ردتان ** در وجود جد جد جدتان
- Mademki baş oldun, sana nasıl ayağımla vururum, kendi iş yurdumu nasıl ziyan ederim?
- چون شدی سر پشت پایت چون زنم ** کارگاه خویش ضایع چون کنم
- Vefasızlara kendini feda ediyor, kötü bir zan yüzünden o tarafa doğru gidiyorsun.
- چون فدای بیوفایان میشوی ** از گمان بد بدان سو میروی
- Bense unutmadan, vefasızlıktan berîyim. Benim yanıma gelsen bile kötü bir zanla gelirsin.
- من ز سهو و بیوفاییها بری ** سوی من آیی گمان بد بری
- Sen, hani kendine benzeyenlerin önünde iki kat olursun ya… İşte onlar hakkında kötü zanda bulun. 340
- این گمان بد بر آنجا بر که تو ** میشوی در پیش همچون خود دوتو
- Nice ulu ulu dostlar, yoldaşlar edindin. Sana, nerede onlar diye sorsam gittiler dersin.
- بس گرفتی یار و همراهان زفت ** گر ترا پرسم که کو گویی که زفت
- İyi dostun yüce göklere gitti kötülük dostunsa yerin dibine geçti.
- یار نیکت رفت بر چرخ برین ** یار فسقت رفت در قعر زمین
- Ara yerde sen kalakaldın, yardımsız, yardımcısız kervandan arta kalan ve sönmeye mahkûm ateşe döndün.
- تو بماندی در میانه آنچنان ** بیمدد چون آتشی از کاروان
- Ey baba yiğit dost, yukardan, aşağıdan münezzeh olanın eteğini tut.
- دامن او گیر ای یار دلیر ** کو منزه باشد از بالا و زیر
- O, ne İsa gibi göklere ağar, ne Karun gibi yerlere geçer. 345
- نه چو عیسی سوی گردون بر شود ** نه چو قارون در زمین اندر رود
- Sen yerden, yurttan alımdan, satımdan kaldın mı o, mekân âleminde de seninle beraberdir, Lâmekân âleminde de.
- با تو باشد در مکان و بیمکان ** چون بمانی از سرا و از دکان
- Bulanıklardan, duruluklar çıkarır, cefalarını vefa yerine tutar.
- او بر آرد از کدورتها صفا ** مر جفاهای ترا گیرد وفا
- Cefakârlıkta bulunursan noksandan kurtulup kemâle erişesin diye kulağını burar.
- چون جفا آری فرستد گوشمال ** تا ز نقصان وا روی سوی کمال
- Sülûkte virdini terk edersen zahmete, mihnete düşer, sıkıntıya uğrarsın ya.
- چون تو وردی ترک کردی در روش ** بر تو قبضی آید از رنج و تبش
- İşte o tediptir. Yapma, o eski ahdi hiç değiştirme demektir. 350
- آن ادب کردن بود یعنی مکن ** هیچ تحویلی از آن عهد کهن
- Bu iç sıkıntısı bir zincir şeklini almadan, bu gönlünü sıkan şey, ayağını bağlamadan önce.
- پیش از آن کین قبض زنجیری شود ** این که دلگیریست پاگیری شود
- Bu işareti, beyhude zan etmemen için uğradığın o makul zahmet, duyguna hitap eder bir hâle gelir ve meydana çıkar.
- رنج معقولت شود محسوس و فاش ** تا نگیری این اشارت را بلاش
- Suç işlediğin zaman iç sıkıntıları gönlünü kaplar, bu sıkıntılar, ecelden sonra ist zincir şekline bürünür.
- در معاصی قبضها دلگیر شد ** قبضها بعد از اجل زنجیر شد
- Burada bizi anmaktan çekinen kişiye dar bir yaşayış verilir ve körlükle cezalanır.
- نعط من اعرض هنا عن ذکرنا ** عیشة ضنک و نجزی بالعمی
- Hırsız, insanların mallarını çaldı mı bir iç sıkıntısı, bir darlık gönlünü tırmalamaya başlar. 355
- دزد چون مال کسان را میبرد ** قبض و دلتنگی دلش را میخلد
- O, bu sıkıntı, bu darlık nedir ki, der. Şerrinden ağlayan mazlum yok mu? İşte onun sıkıntısı, onun darlığı.
- او همیگوید عجب این قبض چیست ** قبض آن مظلوم کز شرت گریست
- Bu darlığa, bu sıkıntıya pek aldırış etmezse bu inadının rüzgârı ateşini üfler.
- چون بدین قبض التفاتی کم کند ** باد اصرار آتشش را دم کند
- Hulâsa gönül sıkıntısı, memurların sıkıştırması hâline gelir, o manalar, duyulur, görülür bir hâle gelip meydana çıkar.
- قبض دل قبض عوان شد لاجرم ** گشت محسوس آن معانی زد علم
- Dertler, zindan ve çarmıh olur. Dert; köktür, kök; dal budak verir.
- غصهها زندان شدست و چارمیخ ** غصه بیخست و بروید شاخ بیخ
- Kök gizliydi, meydana çıktı. Sen de darlığını, ferahlığını bir kök bil. 360
- بیخ پنهان بود هم شد آشکار ** قبض و بسط اندرون بیخی شمار
- Kötü kökse hemencecik, çabucak onu sök ki çimenlikte çirkin bir diken çıkmasın.
- چونک بیخ بد بود زودش بزن ** تا نروید زشتخاری در چمن
- İç sıkıntısı görünce ona bir çare bul. Çünkü dallar, hep kökten meydana gelir.
- قبض دیدی چارهی آن قبض کن ** زانک سرها جمله میروید ز بن
- Genişlik gördün mü de onu sula, yetişip meyve verince dostlara dağıt.
- بسط دیدی بسط خود را آب ده ** چون بر آید میوه با اصحاب ده
- Seba’lılar hikâyesi
- باقی قصهی اهل سبا
- Seba’lılar, heveslerine uymuş ham kişilerdi. İşleri, güçleri büyüklerin nimetlerine karşı nankörlükte bulunmaktı.
- آن سبا ز اهل صبا بودند و خام ** کارشان کفران نعمت با کرام
- Bu nankörlük, âdeta sana ihsan eden adama karşı kötülükte bulunmana, onunla savaşmana benzer. 365
- باشد آن کفران نعمت در مثال ** که کنی با محسن خود تو جدال
- Meselâ, o iyilik edene, ben bu iyiliği istemiyorum, bundan inciniyorum, neden beni incitiyorsun?
- که نمیباید مرا این نیکوی ** من برنجم زین چه رنجم میشوی
- Lütfet de bu iyiliği yapma. Ben, göz istemiyorum, beni kör et, dersin, işte bunun gibi.
- لطف کن این نیکوی را دور کن ** من نخواهم چشم زودم کور کن
- Seba’lılar da “Şehirlerimiz birbirine çok yakın, onları uzaklaştır. Kötülük, çirkinlik bize daha iyi, bizim ziynetimizi güzelliğimizi al.
- پس سبا گفتند باعد بیننا ** شیننا خیر لنا خذ زیننا
- Biz, bu köşkleri, bağları, bahçeleri istemiyoruz. Ne güzel kadınlarla işimiz var, ne emniyet ve huzurla.
- ما نمیخواهیم این ایوان و باغ ** نه زنان خوب و نه امن و فراغ
- Şehirler, birbirine pek yakın. Hâlbuki orada ne boş bir çöl, ne güzel bir ova var. Orada yırtıcı hayvanlar, canavarlar vardır” dediler. 370
- شهرها نزدیک همدیگر بدست ** آن بیابانست خوش کانجا ددست
- İnsan yazın kışı ister, fakat kış geldi mi bundan da vazgeçer, istemez.
- یطلب الانسان فی الصیف الشتا ** فاذا جاء الشتا انکر ذا
- Bir hâle katiyen razı olmaz. Ne darlıktan hoşlanır, ne genişlikten, boşluktan.
- فهو لا یرضی بحال ابدا ** لا بضیق لا بعیش رغدا
- Geberesi insan, efendisine ne de kâfirdir ya… Hidayete nail oldu mu tutar, inkâra sapar.
- قتل الانسان ما اکفره ** کلما نال هدی انکره
- Nefis, bu çeşit mahlûklardandır da onun için gebertilmeye lâyıktır… onun için ulu Allah “Öldürün nefislerinizi” demiştir.
- نفس زین سانست زان شد کشتنی ** اقتلوا انفسکم گفت آن سنی