English    Türkçe    فارسی   

3
3406-3455

  • Yoksa ne bağı? Orada öyle şeyler var ki gözler görmemiştir.
  • ورنه لا عین رات چه جای باغ ** گفت نور غیب را یزدان چراغ
  • Bu ancak misaldir, onun misli değil. Bu misal de anlamaktan âciz olan bir koku alsın, anlasın diye getirilir.
  • مثل نبود آن مثال آن بود ** تا برد بوی آنک او حیران بود
  • Hulâsa kadıncağız, cenneti görüp mest oldu. O teselliye uğrayınca elden çıktı, kendinden geçti!
  • حاصل آن زن دید آن را مست شد ** زان تجلی آن ضعیف از دست شد
  • Köşkün birinde adının yazılı olduğunu gördü, o âşık orasını kendinin sandı.
  • دید در قصری نبشته نام خویش ** آن خود دانستش آن محبوب‌کیش
  • Sonra ona dediler ki: “Bu nimet, canını feda etmede doğru olan ve bu fedakârlıkta doğruluktan ayrılmayan kişinindir. 3410
  • بعد از آن گفتند کین نعمت وراست ** کو بجان بازی بجز صادق نخاست
  • Bir hayli hizmet etmek gerek ki sen de bu kuşluk kahvaltısından yiyesin!
  • خدمت بسیار می‌بایست کرد ** مر ترا تا بر خوری زین چاشت‌خورد
  • Fakat sen, Allah’a sığınmada tembellik ediyorsun. Allah da ona karşılık olarak sana o musibetleri verdi.“
  • چون تو کاهل بودی اندر التجا ** آن مصیبتها عوض دادت خدا
  • Kadın, “Yarabbi, yüzyıl, hatta daha fazla bir müddet benden kan dök, evlâtlarımı öldür… Razıyım “
  • گفت یا رب تا به صد سال و فزون ** این چنینم ده بریز از من تو خون
  • Yavaş yavaş, adım adım o bahçeye girince bütün çocuklarını orada gördü de,
  • اندر آن باغ او چو آمد پیش پیش ** دید در وی جمله فرزندان خویش
  • Dedi ki: “Yarabbi, ben kaybettim ama sen kaybetmemişsin! “Evet… İnsan, gaybi gören göze malik olmadıkça insan olamaz. 3415
  • گفت از من کم شد از تو گم نشد ** بی دو چشم غیب کس مردم نشد
  • Sen istemezsin, sebep olamazsın ama burnun kanar, bir hayli de kan akar… Derken ateşin geçer, kurtulursun.
  • تو نکردی فصد و از بینی دوید ** خون افزون تا ز تب جانت رهید
  • Her meyvanın içi, kabuğundan iyidir. Teni de kabuk, sevgiliyi iç bil!
  • مغز هر میوه بهست از پوستش ** پوست دان تن را و مغز آن دوستش
  • İnsan, pek lâtif bir içe maliktir. İnsansan bir an olsun onu ara!
  • مغز نغزی دارد آخر آدمی ** یکدمی آن را طلب گر زان دمی
  • Allah razı olsun, Hamza’nın savaşa zırhsız girmesi
  • در آمدن حمزه رضی الله عنه در جنگ بی زره
  • Son zamanlarındaysa savaş saflarına zırhsız olarak katılır, sarhoşça savaşa atılırdı.
  • اندر آخر حمزه چون در صف شدی ** بی زره سرمست در غزو آمدی
  • Göğsü açık, vücudu çıplak olarak kendini kılıçlara atardı. 3420
  • سینه باز و تن برهنه پیش پیش ** در فکندی در صف شمشیر خویش
  • Halk, “Ey Peygamber’in amcası, ey saflar yaran aslan, ey erlerin padişahı.
  • خلق پرسیدند کای عم رسول ** ای هزبر صف‌شکن شاه فحول
  • Allah buyruğunda“ Nefislerinizi, kendi ellerinizle tehlikeye atmayın“ emrini okumadın mı ki?
  • نه تو لا تلقوا بایدیکم الی ** تهلکه خواندی ز پیغام خدا
  • Peki, neden kendini böyle bir savaş esnasında tehlikeye atıyorsun?
  • پس چرا تو خویش را در تهلکه ** می در اندازی چنین در معرکه
  • Gençken, iri yapılı ve kuvvetliyken saflara zırhsız katılmazdın.
  • چون جوان بودی و زفت و سخت‌زه ** تو نمی‌رفتی سوی صف بی زره
  • Şimdi ihtiyarladın, zayıfladın, belin büküldü… öyle olduğu halde hiçbir şeye aldırış etmez oldun. 3425
  • چون شدی پیر و ضعیف و منحنی ** پرده‌های لا ابالی می‌زنی
  • Her şeye boş veriyor; bir kılıç ve bir mızrakla savaşa atılıyor, âdeta kendini sınıyorsun.
  • لا ابالی‌وار با تیغ و سنان ** می‌نمایی دار و گیر و امتحان
  • Kılıç, ihtiyara hürmet etmez. Hiç kılıçla okun aklı, temyizi olur mu? “ dediler.
  • تیغ حرمت می‌ندارد پیر را ** کی بود تمییز تیغ و تیر را
  • O bîhaberler, Hamza’nın kaydına düşüyorlar, gayretlerinden ona bu çeşit öğütler veriyorlardı.
  • زین نسق غمخوارگان بی‌خبر ** پند می‌دادند او را از غیر
  • Hamza’nın halka cevap vermesi
  • جواب حمزه مر خلق را
  • Hazma dedi ki. “Gençken ölümü, bu dünyaya veda etme tarzında görürdüm.
  • گفت حمزه چونک بودم من جوان ** مرگ می‌دیدم وداع این جهان
  • Kim ölüme isteyerek gider? Kim ejderhanın karşısında soyunur? 3430
  • سوی مردن کس برغبت کی رود ** پیش اژدرها برهنه کی شود
  • Fakat şimdi Muhammed’in nuruyla bu fâni şehre zebun değilim ki.
  • لیک از نور محمد من کنون ** نیستم این شهر فانی را زبون
  • Duygudan hariç olan ve halk nuru askeriyle dolu bulunan padişah ordugâhını görmekteyim,
  • از برون حس لشکرگاه شاه ** پر همی‌بینم ز نور حق سپاه
  • Çadırlar, çadırlara geçmiş, çadır direklerinin ipleri, iplere sarılmış… Şükürler olsun ki Allah, beni uykudan uyandırdı.
  • خیمه در خیمه طناب اندر طناب ** شکر آنک کرد بیدارم ز خواب
  • Ölüm, kimin nazarında tehlikeyse “Tehlikeye atılmayın“ emri de onadır.
  • آنک مردن پیش چشمش تهلکه‌ست ** امر لا تلقوا بگیرد او به دست
  • Fakat birisinin nazarında ölüm, hakikat kapısının açılışından ibaret olursa ona… “Haydin, çabuk olun“ hitabı gelir. 3435
  • و آنک مردن پیش او شد فتح باب ** سارعوا آید مرورا در خطاب
  • Ey ölümü görenler, uzaklaşın… Ey haşri, dirilmeyi görenler, çabuk olun!
  • الحذر ای مرگ‌بینان بارعوا ** العجل ای حشربینان سارعوا
  • Ey lütuf görenler, ferahlanın, sevinin… Ey kahır görenler, bu bir belâdır, gamlanın!
  • الصلا ای لطف‌بینان افرحوا ** البلا ای قهربینان اترحوا
  • Ölümü, bir Yusuf gören, canını feda eder, kurt olarak görense yolunu sapıtır!
  • هر که یوسف دید جان کردش فدی ** هر که گرگش دید برگشت از هدی
  • Oğul, herkesin ölümü, kendi rengindendir. Düşmana düşmandır, dosta dost!
  • مرگ هر یک ای پسر همرنگ اوست ** پیش دشمن دشمن و بر دوست دوست
  • Ayna Türk’e nazaran güzel renktedir. Zenciye nazaran o da zencidir. 3440
  • پیش ترک آیینه را خوش رنگیست ** پیش زنگی آینه هم زنگیست
  • Ey can, aklını başına devşir… Ölümden korkup kaçarsın ya… Doğrucası sen, kendinden korkmaktasın.
  • آنک می‌ترسی ز مرگ اندر فرار ** آن ز خود ترسانی ای جان هوش دار
  • Gördüğün, ölümün yüzü değil, kendi çirkin yüzün, canın ağaca benzer… Ölüm, yaprağıdır.
  • روی زشت تست نه رخسار مرگ ** جان تو همچون درخت و مرگ برگ
  • İyiyse de senden yetişmiş, yeşermiştir, kötüyse de. Hoş, nahoş… Gönlüne gelen bir şey, senden senin varlığından gelir.
  • از تو رستست ار نکویست ار بدست ** ناخوش و خوش هر ضمیرت از خودست
  • Bir dikenle yaralanmışsan o dikeni sen dikmişsindir. Atlas olsun, ipek olsun, ne giymişsen kendin eğirmişsindir.
  • گر بخاری خسته‌ای خود کشته‌ای ** ور حریر و قزدری خود رشته‌ای
  • Bil ki iş, ona verilen karşılıkla aynı renkte olmaz. Hiçbir hizmet, o hizmete mukabil verilen şeyle bir renkte değildir. 3445
  • دانک نبود فعل همرنگ جزا ** هیچ خدمت نیست همرنگ عطا
  • Ücret alanların ücreti, yaptıkları işe benzemez. Çünkü o iş ârazdır, buysa cevher ve ebedî.
  • مزد مزدوران نمی‌ماند بکار ** کان عرض وین جوهرست و پایدار
  • İş, güçlükten, zordan, alın terinden ibarettir; buysa gümüştür, altındır, tabaklarla verilen ihsandır.
  • آن همه سختی و زورست و عرق ** وین همه سیمست و زرست و طبق
  • Sana bir yerden bir töhmet gelse, mutlaka zulmettiğin birisi mihnete düşmüş, beddua etmiştir.
  • گر ترا آید ز جایی تهمتی ** کرد مظلومت دعا در محنتی
  • Ama sen dersen ki ben bir şey yapmadım, kimse hakkında bir töhmette bulunmadım.
  • تو همی‌گویی که من آزاده‌ام ** بر کسی من تهمتی ننهاده‌ام
  • Fakat başka çeşit bir günah etmişsindir. Tohum ektin, nasıl olur da meyve vermez? 3450
  • تو گناهی کرده‌ای شکل دگر ** دانه کشتی دانه کی ماند به بر
  • Zina edene yüz sopa vururlar da zinâkâr, ben kimseyi dövmedim ki der.
  • او زنا کرد و جزا صد چوب بود ** گوید او من کی زدم کس را بعود
  • Fakat bu belâ, bu dövüş, o zinanın cezası değil mi? Ama sopa, gizli bir yerde edilen zinaya nasıl benzer?
  • نه جزای آن زنا بود این بلا ** چوب کی ماند زنا را در خلا
  • Ey Kalîm, yılan hiç sopaya benzer mi? Ey hakîm, dert, devaya benzer mi?
  • مار کی ماند عصا را ای کلیم ** درد کی ماند دوا را ای حکیم
  • Sen de o sopa yerine meninin nasıl döktün de o meni, güzelim bir şahıs oldu?
  • تو به جای آن عصا آب منی ** چون بیفکندی شد آن شخص سنی
  • O menin, bir dost oldu yahut bir yılan kesildi. Asâ’nın yılan olduğuna şaşıyorsun değil mi? Fakat buna daha ziyade şaşmak icap etmez mi? 3455
  • یار شد یا مار شد آن آب تو ** زان عصا چونست این اعجاب تو