English    Türkçe    فارسی   

3
3568-3617

  • Nerede bir gölge, gece yahut gölgelik varsa yerdendir; göklerden aydan değil!
  • هر کجا سایه‌ست و شب یا سایگه ** از زمین باشد نه از افلاک و مه
  • Duman, kıvılcımlar saçan ateşten meydana gelmez, daima odundan meydana gelir.
  • دود پیوسته هم از هیزم بود ** نه ز آتشهای مستنجم بود
  • Vehim, hataya düşer, yanılabilir. Fakat akıl, mutlaka isabet eder, yanılmaz. 3570
  • وهم افتد در خطا و در غلط ** عقل باشد در اصابتها فقط
  • Her ağırlık, her yorgunluk, tenin muktezasıdır. Cansa hafifliği yüzünden uçup durur.
  • هر گرانی و کسل خود از تنست ** جان ز خفت جمله در پریدنست
  • Kırmızı beniz kanın çokluğundandır, sarı yüz safranın oynamasındandır.
  • روی سرخ از غلبه خونها بود ** روی زرد از جنبش صفرا بود
  • Ak beniz, balgamın kuvvetindendir, sevdadan da beniz kararır.
  • رو سپید از قوت بلغم بود ** باشد از سودا که رو ادهم بود
  • Hakikatte eserleri halk eden odur. Fakat kışırda kalan, yalnız zahiri gören, ancak sebepleri görebilir!
  • در حقیقت خالق آثار اوست ** لیک جز علت نبیند اهل پوست
  • Derilerden ayrı olmayan, sebeplerden kurtulmamış olan akıl, ne illetlerden kurtulur, ne doktordan fayda görür! 3575
  • مغز کو از پوستها آواره نیست ** از طبیب و علت او را چاره نیست
  • Âdemoğlu, ikinci defa doğdu mu ayağını sebeplerin başına kor.
  • چون دوم بار آدمی‌زاده بزاد ** پای خود بر فرق علتها نهاد
  • Artık, onun dini illet-i ûlâ değildir. Cüz’i illet de ona bir zarar veremez.
  • علت اولی نباشد دین او ** علت جزوی ندارد کین او
  • O, doğruluk geliniyle ufuklarda uçup durur; sureti de ona ancak bir duvaktır.
  • می‌پرد چون آفتاب اندر افق ** با عروس صدق و صورت چون تتق
  • Hatta ufuktan da dışarıdadır, göklerden de. Ruhlar ve akıllar gibi mekânız bir âlemdedir.
  • بلک بیرون از افق وز چرخها ** بی مکان باشد چو ارواح و نهی
  • Hatta akıllarımız bile onun gölgesidir: akıllarımız bile gölgeler gibi onun ayağına düşer. 3580
  • بل عقول ماست سایه‌های او ** می‌فتد چون سایه‌ها در پای او
  • Müctehit, nassı görür, tanırsa herhangi bir hükümde artık kıyası düşünmez ki.
  • مجتهد هر گه که باشد نص‌شناس ** اندر آن صورت نیندیشد قیاس
  • Fakat bir şeyde nas yoksa orada kıyasa girişir, kıyastan ibret alır, kıyasla hüküm verir.
  • چون نیابد نص اندر صورتی ** از قیاس آنجا نماید عبرتی
  • Nasla kıyası benzetiş
  • تشبیه نص با قیاس
  • Nassı Ruhulkudüs’ün vahyi bil, Aklı cüz’inin kıyası, bundan aşağıdır.
  • نص وحی روح قدسی دان یقین ** وان قیاس عقل جزوی تحت این
  • Akıl, canla idrak sahibi olmuş, canla aydınlanmıştır. Ruh, nasıl olur da aklın tasarrufuna girer?
  • عقل از جان گشت با ادراک و فر ** روح او را کی شود زیر نظر
  • Fakat ruh, akla tesir eder de akıl, o tesir altında tedbire girişir. 3585
  • لیک جان در عقل تاثیری کند ** زان اثر آن عقل تدبیری کند
  • Ruh, Nuh’u tasdik ettiği gibi seni de tasdik etti, senin emrine de tabi olduysa nerede deniz, nerede gemi, nerede Nuh tufanı?
  • نوح‌وار ار صدقی زد در تو روح ** کو یم و کشتی و کو طوفان نوح
  • Akıl, eseri ruh sanır ama güneşin nuru güneşin cirminden büsbütün ayrıdır.
  • عقل اثر را روح پندارد ولیک ** نور خور از قرص خور دورست نیک
  • O yüzden salik, ruhun nurundan aslına ulaşmak için bir lokma ekmeğe kanaat etti.
  • زان به قرصی سالکی خرسند شد ** تا ز نورش سوی قرص افکند شد
  • Çünkü aşağılara vuran nur, gece gündüz daimî değildir ki… Geçer gider.
  • زانک این نوری که اندر سافل است ** نیست دایم روز و شب او آفل است
  • Fakat nurun aslına ulaşıp orada yurt edinen kişi, daima o nura gark olmuştur. 3590
  • وانک اندر قرص دارد باش و جا ** غرقه‌ی آن نور باشد دایما
  • Ne bulut yolunu keser, ne nuru gurub eder. O, artık ayrılıktan kurtulmuş, güzelleşmiştir.
  • نه سحابش ره زند خود نه غروب ** وا رهید او از فراق سینه کوب
  • Bu makama eren kişinin aslı, ya göklerdendir. Yahut topraktır da topraklıktan tamamıyla çıkmıştır.
  • این‌چنین کس اصلش از افلاک بود ** یا مبدل گشت گر از خاک بود
  • Çünkü bu güneşin şuaı daimî olarak dursa toprağa mensup olan tahammül edemez ki…
  • زانک خاکی را نباشد تاب آن ** که زند بر وی شعاعش جاودان
  • Güneşin ziyası daima toprağa vurup dursa toprağı öyle bir yakar ki yeryüzünde hiçbir verim kalmaz, hiçbir meyve bitmez.
  • گر زند بر خاک دایم تاب خور ** آنچنان سوزد که ناید زو ثمر
  • Daima suda kalmak balığın harcıdır. Yılan, nereden balıkla yoldaşlık edebilecek? 3595
  • دایم اندر آب کار ماهی است ** مار را با او کجا همراهی است
  • Fakat dağlarda öyle düzenbaz yılanlar vardır ki bu denizde balıklık etmeye kalkışırlar.
  • لیک در که مارهای پر فن‌اند ** اندرین یم ماهییها می‌کنند
  • Hileleri halkın aklını başından alırsa da denizden nefretleri, nihayet kendilerini rezil eder gider.
  • مکرشان گر خلق را شیدا کند ** هم ز دریا تاسه‌شان رسوا کند
  • Bu denizde de öyle hünerli balıklar vardır ki yılana bile sihir yapar, balık haline koyarlar.
  • واندرین یم ماهیان پر فن‌اند ** مار را از سحر ماهی می‌کنند
  • Ululuk denizinin dibindeki balıklara deniz, sihri helâl öğretmiştir.
  • ماهیان قعر دریای جلال ** بحرشان آموخته سحر حلال
  • Olmayacak şey, onların himmetiyle olur. Pis, oraya vardı mı tertemiz olur, kutlu bir hale girer. 3600
  • بس محال از تاب ایشان حال شد ** نحس آنجا رفت و نیکوفال شد
  • Bu sözü kıyamete kadar söylesem, bu bahsi kıyamete kadar uzatsam bitmez… Yüzlerce kıyamet kopar, geçer de yine bu bahis tamamlanmaz.
  • تا قیامت گر بگویم زین کلام ** صد قیامت بگذرد وین ناتمام
  • Şeyhin dilinden hikmetler coşunca müritlerle dinleyenlerin takınmaları lâzım olan edep ve terbiye
  • آداب المستمعین والمریدین عند فیض الحکمة من لسان الشیخ
  • Bu sözlerim, insanlara bir tekrarlamadır, ama bence tekrarlanan, tazelenip uzayan bir ömürdür.
  • بر ملولان این مکرر کردنست ** نزد من عمر مکرر بردنست
  • Mum, birbiri üstüne çıkan kıvılcımlarla yanar, alevlenir. Toprak, birbiri üstüne vuran ziyalarla altın haline gelir, parlar.
  • شمع از برق مکرر بر شود ** خاک از تاب مکرر زر شود
  • Binlerce istekli olsa da bir de usanan kişi bulunsa elçi, elçilik yapmak istemez, gönlü soğur.
  • گر هزاران طالب‌اند و یک ملول ** از رسالت باز می‌ماند رسول
  • Bu sır söyleyen gönül elçileri, İsrafil huylu dinleyici isterler. 3605
  • این رسولان ضمیر رازگو ** مستمع خواهند اسرافیل‌خو
  • Padişahlar gibi azamet sahibidir bunlar. Cihan halkından kulluk isterler.
  • نخوتی دارند و کبری چون شهان ** چاکری خواهند از اهل جهان
  • Huzurlarında edebe riayet etmedikçe elçiliklerinden nasıl faydalanabilirsin?
  • تا ادبهاشان بجاگه ناوری ** از رسالتشان چگونه بر خوری
  • Önlerinde iki büklüm eğilmedikçe o emaneti sana verirler mi hiç?
  • کی رسانند آن امانت را بتو ** تا نباشی پیششان راکع دوتو
  • Onlarca öyle her edep, her terbiye de beğenilmez. Çünkü onlar, ulu bir tapıdan gelmişlerdir.
  • هر ادبشان کی همی‌آید پسند ** کامدند ایشان ز ایوان بلند
  • Onlar yoksul değiller ki ettiğin hizmetlere karşı teşekkür etsinler, minnet altında kalsınlar a müzevir! 3610
  • نه گدایانند کز هر خدمتی ** از تو دارند ای مزور منتی
  • Fakat ey gönül, bunca rağbetsizliğie rağmen sen yine padişahın sadakasını saç, esirgeme!
  • لیک با بی‌رغبتیها ای ضمیر ** صدقه‌ی سلطان بیفشان وا مگیر
  • Ey gökyüzünün elçisi, sen usananlara bakma, atını sıçratadur, oynatadur!
  • اسپ خود را ای رسول آسمان ** در ملولان منگر و اندر جهان
  • Ne mutludur ki o Türk ki savaşa girişir, dayanır da atını ateşler dolu hendeğe bile sürer, ateşler dolu hendekten bile sıçratır…
  • فرخ آن ترکی که استیزه نهد ** اسپش اندر خندق آتش جهد
  • Atını öyle sürer, öyle şahlandırır ki gökyüzüne çıkmaya kalkışır.
  • گرم گرداند فرس را آنچنان ** که کند آهنگ اوج آسمان
  • Ne kimseyi görür, ne kimsenin hasedine bakar. Her şeyden gözünü yummuştur; ateş gibi kuruyu da yakmıştır, yaşı da. 3615
  • چشم را از غیر و غیرت دوخته ** همچو آتش خشک و تر را سوخته
  • Yaptığı işten bir pişmanlık duyar ve bu pişmanlık ona bir ayıp olursa o, önce pişmanlığa ateş salar, yakıp yandırır.
  • گر پشیمانی برو عیبی کند ** آتش اول در پشیمانی زند
  • Zaten adam, bir işte ayak diredi mi hiç yoktan pişmanlık meydana gelmez ki!
  • خود پشیمانی نروید از عدم ** چون ببیند گرمی صاحب‌قدم
  • Her hayvanın, düşmanının kokusunu duyup çekinmesi, kendisinden çekinilmeye, kaçmaya, karşı koymaya imkân bulunmayan birisiyle düşmanlığa kalkışan adamın ziyankârlığı
  • شناختن هر حیوانی بوی عدو خود را و حذر کردن و بطالت و خسارت آنکس کی عدو کسی بود کی ازو حذر ممکن نیست و فرار ممکن نی و مقابله ممکن نی