English    Türkçe    فارسی   

3
3679-3728

  • Dünyada ondan edepsiz, ondan terbiyesiz kimse yoktur. Fakat hakikatte ondan terbiyeli, ondan edepli kimse de yoktur.
  • بی‌ادب‌تر نیست کس زو در جهان ** با ادب‌تر نیست کس زو در نهان
  • Ey aslı, nesli belli kişi bu edeplilikle edepsizliği birbirine uygun bil. 3680
  • هم بنسبت دان وفاق ای منتجب ** این دو ضد با ادب با بی‌ادب
  • Zahirine bakarsan edepsiz gibi görünür. Çünkü başında aşk dâvası vardır ( bu dâva da varlık alâmetidir).
  • بی‌ادب باشد چو ظاهر بنگری ** که بود دعوی عشقش هم‌سری
  • Fakat hakikatte dâva nerede? O padişahın önünde dâva da fanidir, âşık da!
  • چون به باطن بنگری دعوی کجاست ** او و دعوی پیش آن سلطان فناست
  • Zeyd öldü desek bu cümlede Zeyd faildir ama hakikatte fail değildir, elinden bir şey gelmez ki!
  • مات زید زید اگر فاعل بود ** لیک فاعل نیست کو عاطل بود
  • Nahiv bakımından faildir… Yoksa hakikatte mefuldür, ölüm onu öldürüverir.
  • او ز روی لفظ نحوی فاعلست ** ورنه او مفعول و موتش قاتلست
  • Nerede Zeyd’in failliği? Öyle mahvolur ki bütün faillikler, ondan uzak kalır. 3685
  • فاعل چه کو چنان مقهور شد ** فاعلیها جمله از وی دور شد
  • Sadr-ı Cihan’ın vekilinin bir töhmet altına alınarak can korkusuyla Buhara’dan kaçması, Sadr-ı Cihan’a âşık olduğundan tekrar ters yüzüne geri dönmesi, âşıklar için can vermek kolaydır
  • قصه وکیل صدر جهان کی متهم شد و از بخارا گریخت از بیم جان باز عشقش کشید رو کشان کی کار جان سهل باشد عاشقان را
  • Buhara’da Sadr-ı Cihan’ın kulu bir töhmete uğradı, mevkiinde düştü, gizlenmeye mecbur oldu.
  • در بخارا بنده‌ی صدر جهان ** متهم شد گشت از صدرش نهان
  • On yıl gâh Horasan’da, gâh Kuhistan ve gâh Deşt’te başıboş bir halde gezip dolaştı.
  • مدت ده سال سرگردان بگشت ** گه خراسان گه کهستان گاه دشت
  • On yıl sonra iştiyaktan takati kalmadı, ayrılık günleri sabrını tüketti.
  • از پس ده سال او از اشتیاق ** گشت بی‌طاقت ز ایام فراق
  • Dedi ki artık ayrılığa tahammülüm kalmadı. Sabır, insanı küstahlıktan alıkoyabilir mi hiç?
  • گفت تاب فرقتم زین پس نماند ** صبر کی داند خلاعت را نشاند
  • Ayrılık yüzünden bu topraklar bile çoraklaşır… Sular bile sararır, kokar, bulanır! 3690
  • از فراق این خاکها شوره بود ** آب زرد و گنده و تیره شود
  • Adamın canına can katan rüzgâr, ufunetli bir hale gelir, veba kesilir… Ateş kül haline gelir, savrulur!
  • باد جان‌افزا وخم گردد وبا ** آتشی خاکستری گردد هبا
  • Cennet gibi olan bağlar, bahçeler sararır solar, yapraklar kurur, dökülür… Bir hastalık yurdu olur!
  • باغ چون جنت شود دار المرض ** زرد و ریزان برگ او اندر حرض
  • Her şeyi anlayan akıl bile olsa dostların ayrılığıyla yayı kırılmış okçuya döner.
  • عقل دراک از فراق دوستان ** همچو تیرانداز اشکسته کمان
  • Cehennem bile ayrılık yüzünden, gençlik çağına hasret çeken ihtiyarın titrediği titrer, yandığı gibi yanar kavrulur.
  • دوزخ از فرقت چنان سوزان شدست ** پیر از فرقت چنان لرزان شدست
  • Kıvılcım gibi insanı yakan, mahveden ayrılığı kıyamete kadar anlatsam yine yüz binde birini olsun anlatamam. 3695
  • گر بگویم از فراق چون شرار ** تا قیامت یک بود از صد هزار
  • O halde onun yakıcılığını anlatmaya kalkışma sus, yarabbi, beni sen kurtar, sen kurtar da ancak.
  • پس ز شرح سوز او کم زن نفس ** رب سلم رب سلم گوی و بس
  • Dünyada neyin visaliyle neşelenirsen o vuslat zamanında ondan ayrıldığını bir düşün hele!
  • هرچه از وی شاد گردی در جهان ** از فراق او بیندیش آن زمان
  • Senin neşelendiğin şeyle çok kişiler neşelendi… Fakat sonunda sahibine vefa etmedi, yel gibi geçti gitti!
  • زانچ گشتی شاد بس کس شاد شد ** آخر از وی جست و همچون باد شد
  • Gönül, sana da vefa etmez, seni de terk edip gider. O senden vazgeçmeden sen ondan vazgeçmeye çalış.
  • از تو هم بجهد تو دل بر وی منه ** پیش از آن کو بجهد از وی تو بجه
  • Ruhulkudüs’ün Meryem’e, Meryem çıplak bir halde yıkanırken bir insan şeklinde görünmesi, Meryem’in Ulu Allah’a sığınması
  • پیدا شدن روح القدس بصورت آدمی بر مریم بوقت برهنگی و غسل کردن و پناه گرفتن بحق تعالی
  • Fırsat elden çıkmadan Meryem gibi sen de surete “Senden Rahman’a sığınırım” de. 3700
  • همچو مریم گوی پیش از فوت ملک ** نقش را کالعوذ بالرحمن منک
  • Meryem yapayalnızken canlara can katan birisini gördü. Bu adam, öyle güzeldi ki gönülleri alıyordu.
  • دید مریم صورتی بس جان‌فزا ** جان‌فزایی دلربایی در خلا
  • Ruhulemin, onun gözünün ay gibi güneş gibi yerden doğuverdi.
  • پیش او بر رست از روی زمین ** چون مه وخورشید آن روح الامین
  • Güneş, doğudan nasıl çıkarsa o da örtüsüz, nikâpsız Meryem’in önünde yerden doğdu.
  • از زمین بر رست خوبی بی‌نقاب ** آنچنان کز شرق روید آفتاب
  • Meryem çıplaktı, bir kötülük yapar diye korktu, eli ayağı titremeye başladı.
  • لرزه بر اعضای مریم اوفتاد ** کو برهنه بود و ترسید از فساد
  • Gördüğü adam öyle dilberdi ki Yusuf bile görse Yusuf’u gören kadınlar gibi şaşırıp kalır, ellerini doğrardı. 3705
  • صورتی که یوسف ار دیدی عیان ** دست از حیرت بریدی چو زنان
  • Gönülden baş gösterip çıkan bir hayal gibi o gül yüzlü, Meryem’in önünde topraktan bitivermişti.
  • همچو گل پیشش برویید آن ز گل ** چون خیالی که بر آرد سر ز دل
  • Meryem, kendisinden geçti ve bu dalgınlık âleminde, bu adamdan Allah’a sığınayım dedi.
  • گشت بی‌خود مریم و در بی‌خودی ** گفت بجهم در پناه ایزدی
  • O yeni, yakası temiz kızın âdetiydi, bir şeyden ürktü mü pılısını pırtısını gayp âlemine çeker, Allah’a sığınırdı.
  • زانک عادت کرده بود آن پاک‌جیب ** در هزیمت رخت بردن سوی غیب
  • Dünyanın kararsız bir âlem olduğunu görmüş, ihtiyata riayet ederek Allah’a sığınmayı âdet edinmişti.
  • چون جهان را دید ملکی بی‌قرار ** حازمانه ساخت زان حضرت حصار
  • Bu suretle de ölüm zamanına dek gideceği yolu düşmanın kesmemesini diler, Allah tapısının kendisine bir kale olmasını temin etmek isterdi. 3710
  • تا به گاه مرگ حصنی باشدش ** که نیابد خصم راه مقصدش
  • Allah’a sığınmadan daha iyi bir kale görmemişti; bu yüzden de kale civarında yurt edinmişti.
  • از پناه حق حصاری به ندید ** یورتگه نزدیک آن دز برگزید
  • Meryem o akılları yakan, ciğerleri okşayan bakışları gördü.
  • چون بدید آن غمزه‌های عقل‌سوز ** که ازو می‌شد جگرها تیردوز
  • Padişahta o bakışlara kulağı küpeli bir köle olmuştu, asker de… O bakışlar, akıl padişahlarının akıllarını almış, onları divaneye döndürmüştü!
  • شاه و لشکر حلقه در گوشش شده ** خسروان هوش بیهوشش شده
  • O güzel gözler, yüz binlerce padişahı fermanlı köle yapmış, yüzbinlerce dolunayı hilâl haline getirmişti.
  • صد هزاران شاه مملوکش برق ** صد هزاران بدر را داده به دق
  • Zühre de bile ondan bahsetmeye kudret yoktu… Aklı kül bile onu görünce noksanlaşırdı. 3715
  • زهره نی مر زهره را تا دم زند ** عقل کلش چون ببیند کم زند
  • Ben ne söyleyebilirim, ağzı, ağzımı kapattı; söylemeye takatim kalmadı ki!
  • من چگویم که مرا در دوخته‌ست ** دمگهم را دمگه او سوخته‌ست
  • Ben, yalnız o ateşin bir dumanıyım ateşe delâlet etmekteyim. O padişahtan uzaktayken, onu görmeden hakkında ne söylenmişse hepsi de asılsız, hepsi de saçma!
  • دود آن نارم دلیلم من برو ** دور از آن شه باطل ما عبروا
  • Zaten güneşe, âlemi kaplayan nurundan başka bir delil olamaz ki.
  • خود نباشد آفتابی را دلیل ** جز که نور آفتاب مستطیل
  • Gölgenin on delâlet etmesine imkân mı var? Gölge, onun yanında hor, hakir olup kalıyor ya… işte bu, kâfi ona!
  • سایه کی بود تا دلیل او بود ** این بستش کع ذلیل او بود
  • Bu ululuk, ona tam doğru bir delil: bütün anlayışlar geridedir, o ilerde! 3720
  • این جلالت در دلالت صادقست ** جمله ادراکات پس او سابقست
  • Bütün anlayışlar topal eşeklere binmiş… O, ok gibi uçup giden rüzgâra!
  • جمله ادراکات بر خرهای لنگ ** او سوار باد پران چون خدنگ
  • Padişah kaçarsa tozunu bile kimse bulamaz… Onlar kaçarlarsa padişah, yolarını kesiverir!
  • گر گریزد کس نیابد گرد شه ** ور گریزند او بگیرد پیش ره
  • Âlemde bütün anlayışlar, durup dinlenmezler… Meydanda koşup yelme zamanıdır, oturup zevkle içkiye dalma zamanı değil!
  • جمله ادراکات را آرام نی ** وقت میدانست وقت جام نی
  • Birinin vehmi, bir doğan gibi uçup geçer, öbürünün vehmini mesafeleri delip geçen ok gibi uçar!
  • آن یکی وهمی چو بازی می‌پرد ** وآن دگر چون تیر معبر می‌درد
  • Öbürünün ki yelken açmış gemi gibi gider… Bir başkasınınkiyse her an gerileyip durur! 3725
  • وان دگر چون کشتی با بادبان ** وآن دگر اندر تراجع هر زمان
  • Bütün bu vehimler, bütün bu anlayış kuşları, uzaktan bir av gördüler mi hep birden saldırırlar.
  • چون شکاری می‌نمایدشان ز دور ** جمله حمله می‌فزایند آن طیور
  • Av ortadan kayboldu mu şaşırırlar, baykuşlar gibi viranelere dalarlar!
  • چونک ناپیدا شود حیران شوند ** همچو جغدان سوی هر ویران شوند
  • O av tekrar nazlana, nazlana salınsın, görünsün diye bir gözünü açıp bir tekini yumarak beklerler.
  • منتظر چشمی به هم یک چشم باز ** تا که پیدا گردد آن صید به ناز