English    Türkçe    فارسی   

3
409-458

  • Kâfirlere bile ayrılığına tahammül yok… Onların bile her birisi, keşke toprak olsaydım, der.
  • حال او اینست کو خود زان سوست ** چون بود بی تو کسی کان توست
  • “Kâfirin bile hâli böyle olursa senin ülkenden olanın hâli, sensiz ne olur?” der. 410
  • حق همی‌گوید که آری ای نزه ** لیک بشنو صبر آر و صبر به
  • Sabah yaklaştı, sus, çok coşma. Ben senin için çalışıp duruyorum, sen çalışma!”
  • صبح نزدیکست خامش کم خروش ** من همی‌کوشم پی تو تو مکوش
  • Şehirlinin, köylünün daveti üzerine köye gitmesi
  • بقیه‌ی داستان رفتن خواجه به دعوت روستایی سوی ده
  • Ey yiğit arkadaş, dön… Bu söz hadden aştı. Köylü, şehirliyi evine nasıl götürdü, onu söyle.
  • شد ز حد هین باز گرد ای یار گرد ** روستایی خواجه را بین خانه برد
  • Seba’lıların hikâyesi bir tarafta kalsın, daha iyi. Sen şehirlinin köye gelişini anlat.
  • قصه‌ی اهل سبا یک گوشه نه ** آن بگو کان خواجه چون آمد به ده
  • Köylü, yaltaklandıkça, yaltaklandı. Nihayet şehirlinin reyi, tedbiri elden gitti, şaşırdı, ahmaklaştı.
  • روستایی در تملق شیوه کرد ** تا که حزم خواجه را کالیوه کرد
  • Köylünün haber üstüne haber salması, nihayet şehirlinin duru suyunu bulandırdı. 415
  • از پیام اندر پیام او خیره شد ** تا زلال حزم خواجه تیره شد
  • Bir taraftan da çocukları neşeyle “Baba, gezer oynarız, ne olur?” demeye başladılar.
  • هم ازینجا کودکانش در پسند ** نرتع و نلعب بشادی می‌زدند
  • Yusuf gibi. Onu da “Gezer oynarız” sözü tuhaf bir takdir neticesi babasın gölgesinden ayırdı.
  • همچو یوسف کش ز تقدیر عجب ** نرتع و نلعب ببرد از ظل آب
  • O oyun değil, canlı oynayış… Hile, düzen, hainlik.
  • آن نه بازی بلک جانبازیست آن ** حیله و مکر و دغاسازیست آن
  • Seni dostundan ayıran sözü dinleme sözde ziyan vardır, ziyan!
  • هرچه از یارت جدا اندازد آن ** مشنو آن را کان زیان دارد زیان
  • Hatta o sözde sad edenler sad vefkının faydası bile olsa aldırış etme. Altın için hazineyi bırakma yoksul! 420
  • گر بود آن سود صد در صد مگیر ** بهر زر مگسل ز گنجور ای فقیر
  • Şunu dinle, Allah, Peygamber’in eshabına iyi, kötü nice şeyler söyleyip kaç kere hitabetti.
  • این شنو که چند یزدان زجر کرد ** گفت اصحاب نبی را گرم و سرد
  • Çünkü kıtlık yılında davul sesini duyunca Cuma namazını hemencecik bırakıverdiler.
  • زانک بر بانگ دهل در سال تنگ ** جمعه را کردند باطل بی درنگ
  • Başkaları daha ucuza almasınlar, o alışverişle bizim kârımızı onlar elde etmesinler dediler.
  • تا نباید دیگران ارزان خرند ** زان جلب صرفه ز ما ایشان برند
  • Peygamber, namazda kendini tamamıyla niyaza vermiş iki üç yoksulla kalakaldı.
  • ماند پیغامبر بخلوت در نماز ** با دو سه درویش ثابت پر نیاز
  • Allah; “Davul sesi, abes işler ve alışveriş, Allah Rasülünden sizi nasıl ayırdı? 425
  • گفت طبل و لهو و بازرگانیی ** چونتان ببرید از ربانیی
  • Şaşkın bir halde buğdaya doğru dağılıverdiniz de Peygamber’i atakta yalnız bıraktınız.
  • قد فضضتم نحو قمح هائما ** ثم خلیتم نبیا قائما
  • Buğday için olmayacak tohumlar ektiniz, o Hak Resulünü terk ettiniz.
  • بهر گندم تخم باطل کاشتید ** و آن رسول حق را بگذاشتید
  • Onun sohbeti oyundan da hayırlıdır, maldan da. Hele bir gör, kimi bıraktın. Gözünü ov da bak!
  • صحبت او خیر من لهوست و مال ** بین کرا بگذاشتی چشمی بمال
  • Hırsınızın yüzünden şunu yakînen bilmediniz mi ki rızık verici benim, rızık verenlerin hayırlısı benim.
  • خود نشد حرص شما را این یقین ** که منم رزاق و خیر الرازقین
  • Buğdaya güneşle rızık veren Allah, senin ona dayanmanı nasıl olur da zayi eder? 430
  • آنک گندم را ز خود روزی دهد ** کی توکلهات را ضایع نهد
  • Buğday için, gökyüzünden buğday gönderenden ayrıldın ha!
  • از پی گندم جدا گشتی از آن ** که فرستادست گندم ز آسمان
  • Doğanın kazları ovaya çağırması
  • دعوت باز بطان را از آب به صحرا
  • Doğan, Kaza “Sudan çık da şekerler akan ovaları bir gör” dedi.
  • باز گوید بط را کز آب خیز ** تا ببینی دشتها را قندریز
  • Akıllı kaz dedi ki: “Ey sudan uzakta kalmış doğan, su bizim kalemizdir, huzurumuzdur, neşemizdir.”
  • بط عاقل گویدش ای باز دور ** آب ما را حصن و امنست و سرور
  • Şeytan da doğan gibidir. Kazlar, koşun, kendinize gelin, su kalesinden dışarıya az çıkın.
  • دیو چون باز آمد ای بطان شتاب ** هین به بیرون کم روید از حصن آب
  • Doğana deyin ki: “Haydi yürü yürü, dön geri. Ey aşağılık adam, başımızdan el çek. 435
  • باز را گویند رو رو باز گرد ** از سر ما دست دار ای پای‌مرد
  • Biz senin davetinden uzağız, bu davet senin olsun. Biz senin şu nefesini içmeyiz bile a kâfir!
  • ما بری از دعوتت دعوت ترا ** ما ننوشیم این دم تو کافرا
  • Kale bizim olsun, şekerle şeker yurdu senin. Bize senin hediyenin lüzumu yok, al, senin olsun!
  • حصن ما را قند و قندستان ترا ** من نخواهم هدیه‌ات بستان ترا
  • Can oldu mu gıda eksik gelmez elbet. Asker var mı, bayrak elbette bulunur!
  • چونک جان باشد نیاید لوت کم ** چونک لشکر هست کم ناید علم
  • Tedbirli şehirli, birçok özürler getirdi, o merdut ifrite nice bahaneler serdetti.
  • خواجه‌ی حازم بسی عذر آورید ** بس بهانه کرد با دیو مرید
  • “Şimdi mühim işlerim var. Gelirsem onlar yüzüstü kalır. Düzene girmez. 440
  • گفت این دم کارها دارم مهم ** گر بیایم آن نگردد منتظم
  • Padişah bana mühim ve nazik bir iş buyurdu, geceleri bile uyumuyor, benim bu işi başarmamı bekliyor.
  • شاه کار نازکم فرموده است ** ز انتظارم شاه شب نغنوده است
  • Padişahın emrinden dışarı çıkamam, huzurunda yüzü kara olamam.
  • من نیارم ترک امر شاه کرد ** من نتانم شد بر شه روی‌زرد
  • Her sabah, her akşam hususi çavuşu gelip işin neticesini soruyor.
  • هر صباح و هر مسا سرهنگ خاص ** می‌رسد از من همی‌جوید مناص
  • Reva görür müsün, köye geleyim de padişah, bana yüzünü assın, kaşlarını çatsın?
  • تو روا داری که آیم سوی ده ** تا در ابرو افکند سلطان گره
  • Kızarsa kızgınlığına karşı ne çare bulurum, diriyken kendimi topraklara mı gömeyim?” dedi. 445
  • بعد از آن درمان خشمش چون کنم ** زنده خود را زین مگر مدفون کنم
  • Daha da bu çeşit yüzlerce bahaneler etti, fakat hileleri, Allah takdirine eş olmadı.
  • زین نمط او صد بهانه باز گفت ** حیله‌ها با حکم حق نفتاد جفت
  • Âlemin zerreleri birbirine girse yine Allah’ın kaza ve kaderine karşı hiçtir hiç!
  • گر شود ذرات عالم حیله‌پیچ ** با قضای آسمان هیچند هیچ
  • Bu yeryüzü, gökten nasıl kaçabilir, yeryüzü kendini gökten nasıl gizleyebilir?
  • چون گریزد این زمین از آسمان ** چون کند او خویش را از وی نهان
  • Gökten yeryüzüne ne yağarsa yağar. Yeryüzü, ne kaçabilir, ne bir çareye başvurabilir, ne bir pusuda gizlenebilir.
  • هرچه آید ز آسمان سوی زمین ** نه مفر دارد نه چاره نه کمین
  • Güneşten ateş yağsa yine o, gökten yağan ateşe karşı yüzünü yerlere döşemiştir. 450
  • آتش ار خورشید می‌بارد برو ** او بپیش آتشش بنهاده رو
  • Yağmur yağsa da tufanlar coşsa, üstündeki şehirler yıkılıp yerle yeksan olsa
  • ور همی طوفان کند باران برو ** شهرها را می‌کند ویران برو
  • O, yine Eyyup gibi teslim olmuştur, ben bir esirim, ne dilersen yağdır demektedir.
  • او شده تسلیم او ایوب‌وار ** که اسیرم هرچه می‌خواهی ببار
  • Sen de bu yeryüzünün bir cüzünün, baş çekme. Allah hükmünü görünce isyan etme.
  • ای که جزو این زمینی سر مکش ** چونک بینی حکم یزدان در مکش
  • “Sizi topraktan yarattık” sözünü duydun ya, demek ki senden toprak olmanı istiyor, yüz çevirme!
  • چون خلقناکم شنودی من تراب ** خاک باشی جست از تو رو متاب
  • (Allah diyor ki:) “Toprağa nice tohum ektim. İnsan da toprağın bir tozundan ibaretti, onu ben yükselttim. 455
  • بین که اندر خاک تخمی کاشتم ** کرد خاکی و منش افراشتم
  • Yine bir hamle et de kendine topraklığı sıfat edin, alçal. Ben de seni bütün beylere emir yapayım.
  • حمله‌ی دیگر تو خاکی پیشه گیر ** تا کنم بر جمله میرانت امیر
  • Su, yukardan aşağıya, akar da sonra aşağıdan yukarıya akar.
  • آب از بالا به پستی در رود ** آنگه از پستی به بالا بر رود
  • Buğday, yukarıdan aşağıya, yerin dibine gider de ondan sonra yerden baş çıkarıp yükselir.
  • گندم از بالا بزیر خاک شد ** بعد از آن او خوشه و چالاک شد