English    Türkçe    فارسی   

3
4477-4526

  • Memur, onları şehre doğru çekmekte, küfür ülkesinden alıp kahırla sürüklemekteydi.
  • می‌کشاندشان موکل سوی شهر ** می‌برد از کافرستانشان به قهر
  • Ne yerlerine başkası kabul ediliyor, ne koyuverilmeleri için para alınıyor, ne de bir ulu kişi onlara şefaat ediyordu.
  • نه فدایی می‌ستاند نه زری ** نه شفاعت می‌رسد از سروری
  • Peygamber’e “Âlemlere rahmet” diyorlar ya… Öyle olduğu halde bütün bir âlemin boynunu, boğazını kesiyordu.
  • رحمت عالم همی‌گویند و او ** عالمی را می‌برد حلق و گلو
  • Onlar Peygamber’i binlerce defa inkâr ederek, ağızlarının içinden hareketini kınayarak gidiyorlardı. 4480
  • با هزار انکار می‌رفتند راه ** زیر لب طعنه‌زنان بر کار شاه
  • Diyorlardı ki: Nice çarelere başvurduk, çare olmadı. Zaten bu adamın yüreği taş gibi katı .
  • چاره‌ها کردیم و اینجا چاره نیست ** خود دل این مرد کم از خاره نیست
  • Biz, binlerce Alpaslan’ken iki üç çıplak ve yarı canlının elinde.
  • ما هزاران مرد شیر الپ ارسلان ** با دو سه عریان سست نیم‌جان
  • Bu derece âciz kaldık… Uygunsuz hareketimizden mi, yıldızımızın düşüklüğünden mi… yoksa sihirden mi?
  • این چنین درمانده‌ایم از کژرویست ** یا ز اخترهاست یا خود جادویست
  • Bahtı, bahtımızı yırttı; tahtı, tahtımızı baş aşağı etti.
  • بخت ما را بر درید آن بخت او ** تخت ما شد سرنگون از تخت او
  • İşi, sihirle yüceldi, büyüdüyse bir de sihir yaptık, neden tutmadı, neden tesir etmedi? 4485
  • کار او از جادوی گر گشت زفت ** جادوی کردیم ما هم چون نرفت
  • “Fetih istiyorsanız işte size Fetif ayetinin tefsiri… Ey kınayanlar, diyordunuz ki “Benimle Muhammed aleyhisselâm’dan hangimiz doğrucuysak Yarabbi, sen onu kazandır, ona yardım et!” Bu sözü, dinleyenler sizi doğruluk istiyorsunuz, bir gareziniz yok sansınlar diye söylemekteydiniz. Hak kimdedir, görün diye işte biz de şimdi Muhammed’e yardım ettik
  • تفسیر این آیت کی ان تستفتحوا فقد جائکم الفتح ایه‌ای طاعنان می‌گفتید کی از ما و محمد علیه السلام آنک حق است فتح و نصرتش ده و این بدان می‌گفتید تا گمان آید کی شما طالب حق‌اید بی غرض اکنون محمد را نصرت دادیم تا صاحب حق را ببینید
  • Eğer dâvamız doğru değilse bizim kökümüzü sök diye putlara da dua ettik, Allah’a da.
  • از بتان و از خدا در خواستیم ** که بکن ما را اگر ناراستیم
  • Hak kimdeyse, kim doğrucuysa ona yardım et, onun yardımında bulun, biz doğruysak bize, o doğruysa ona muin ol dedik.
  • آنک حق و راستست از ما و او ** نصرتش ده نصرت او را بجو
  • Bu duada çok bulunduk, Lât, Uzzâ ve Menât’a nice secdeler ettik;
  • این دعا بسیار کردیم و صلات ** پیش لات و پیش عزی و منات
  • Dedik ki: Eğer Muhammed haksa meydana çıkart, değilse onu bize zebun et.
  • که اگر حقست او پیداش کن ** ور نباشد حق زبون ماش کن
  • Şimdi onun Allah yardımına mazhar olduğunu gördük işte… Biz, umumiyetle zulmetmişiz, o nur! 4490
  • چونک وا دیدیم او منصور بود ** ما همه ظلمت بدیم او نور بود
  • Bu, bize cevap: Dilediğiniz işte meydana çıktı, hanginizin doğru olduğu açığa vuruldu.”
  • این جواب ماست کانچ خواستید ** گشت پیدا که شما ناراستید
  • Sonra yine fikirlerindeki bu düşünceyi körletiyorlar, bu sözleri bırakarak diyorlardı ki:
  • باز این اندیشه را از فکر خویش ** کور می‌کردند و دفع از ذکر خویش
  • “Bu düşüncemiz de işimizin tersine gitmesinden meydana geldi; gönlümüzde onun doğru olduğuna dair bir düşüncedir peydahlandı.
  • کین تفکرمان هم از ادبار رست ** که صواب او شود در دل درست
  • Birkaç kere galip geldiyse ne oldu ki… Bundan ne çıkar? Zaman da herkese galebe çalıyor!
  • خود چه شد گر غالب آمد چند بار ** هر کسی را غالب آرد روزگار
  • Biz de zamaneden kâm aldık, bizim bahtımız da yaver oldu… Biz de ona birkaç kere üst geldik.” 4495
  • ما هم از ایام بخت‌آور شدیم ** بارها بر وی مظفر آمدیم
  • Sonra yine “O da mağlûp oldu ama mağlûp oluşu, bizim mağlup oluşumuz gibi çirkince, alçakça değildi.
  • باز گفتندی که گرچه او شکست ** چون شکست ما نبود آن زشت و پست
  • İyi bahtı o bozgunlukta, o mağlûbiyette bile ona el altından gizlice yüzlerce neşe verdi.
  • زانک بخت نیک او را در شکست ** داد صد شادی پنهان زیردست
  • Hatta o, hiç de mağlûba benzemiyordu. Ne gamı vardı, ne üzülüyordu” demekteydiler.
  • کو باشکسته نمی‌مانست هیچ ** که نه غم بودش در آن نه پیچ پیچ
  • Müminlerin nişanesi mağlûbiyettir ama müminin alt oluşunda da bir güzellik var!
  • چون نشان مومنان مغلوبیست ** لیک در اشکست ممن خوبیست
  • Misk ve amberi kırsan dünyayı güzel kokularla doldurursun. 4500
  • گر تو مشک و عنبری را بشکنی ** عالمی از فوح ریحان پر کنی
  • Fakat ansızın eşek tezeğini kırsan evler, baştanbaşa pis kokuyla dolar.
  • ور شکستی ناگهان سرگین خر ** خانه‌ها پر گند گردد تا به سر
  • Peygamber, perişan bir halde Hudeybiye’den dönerken “İnna Fetahnâ” devletinin davulu çalındı.
  • وقت واگشت حدیبیه بذل ** دولت انا فتحنا زد دهل
  • Rasûl aleyhisselâm’ın Hudeybiye’den dönüşüne Ulu Allah’ın “İnnâ fetahnâ” diye fetih demesindeki sır… o dönüş görünüşte muratsızlığın ta kendisiydi, fakat hakikatte fetihti. Nitekim miski kırmak da görünüşte kırma, hakikatte onun misk oluşunu bildirmek, faydalarını tamamlamaktır
  • سر آنک بی‌مراد بازگشتن رسول علیه السلام از حدیبیه حق تعالی لقب آن فتح کرد کی انا فتحنا کی به صورت غلق بود و به معنی فتح چنانک شکستن مشک به ظاهر شکستن است و به معنی درست کردنست مشکی او را و تکمیل فواید اوست
  • Allah devletinden haber geldi: “Yürü, bu zafere erişemediğinden gam yeme.
  • آمدش پیغام از دولت که رو ** تو ز منع این ظفر غمگین مشو
  • Şimdi elindeki bu horluk yok mu? Nimetlere erişmen demektir. İşte şuracıktaki filân kale, filân yer senin!”
  • کاندرین خواری نقدت فتحهاست ** نک فلان قلعه فلان بقعه تراست
  • Hakikatten de oradan çabucak dönünce bak hele, Kurayza’nın Nazîr’in başına neler geldi, 4505
  • بنگر آخر چونک واگردید تفت ** بر قریظه و بر نضیر از وی چه رفت
  • O iki kaleyle çevrelerindeki yerler teslim oldu, ganimetlerden faydalar elde ettiler.
  • قلعه‌ها هم گرد آن دو بقعه‌ها ** شد مسلم وز غنایم نفعها
  • Öyle olmasa bile şu taifeye bak… Onlar gam içinde, keder içinde Allah’a meftun ve âşıklar.
  • ور نباشد آن تو بنگر کین فریق ** پر غم و رنجند و مفتون و عشیق
  • Zehri şeker gibi yemekteler… Gam dikenlerini deve gibi otlamaktalar!
  • زهر خواری را چو شکر می‌خورند ** خار غمها را چو اشتر می‌چرند
  • Hem de bunu, gamdan kederden kurtulmak için de yapmıyorlar; gama uğradıklarından yapıyorlar. Bu horluk, onlarca rütbelere, mevkilere erişmek!
  • بهر عین غم نه از بهر فرج ** این تسافل پیش ایشان چون درج
  • Kuyunun dibinde öyle neşeliler ki oradan çıkıp taca, tahta nail olacağız diye korkuyorlar. 4510
  • آنچنان شادند اندر قعر چاه ** که همی‌ترسند از تخت و کلاه
  • Sevgiliyle beraber oturduğum yer, yerin altı da olsa yine arştan yücedir.
  • هر کجا دلبر بود خود همنشین ** فوق گردونست نه زیر زمین
  • Mustafa aleyhisselâm’ın “Beni Yunus ibn-i Metta’dan üstün tutmayın” hadisinin tefsiri
  • تفسیر این خبر کی مصطفی علیه السلام فرمود لا تفضلونی علی یونس بن متی
  • Peygamber dedi ki: Benim miracım, Yunus’un miracından üstün değildir.
  • گفت پیغامبر که معراج مرا ** نیست بر معراج یونس اجتبا
  • Benimki göklere çıkmakla oldu, onun ki yerlere inmekle… Zaten Allah yakınlığı hesaba sığmaz ki.
  • آن من بر چرخ و آن او نشیب ** زانک قرب حق برونست از حساب
  • Yakınlık, ne yukarıya çıkmaktır, ne aşağıya inmek. Allah yakınlığı, varlık hapsinden kurtulmaktır.
  • قرب نه بالا نه پستی رفتنست ** قرب حق از حبس هستی رستنست
  • Yok olana yukarı nedir, aşağı ne? Yok olanın ne yakınlığı olur, ne uzaklığı, ne geç kalışı! 4515
  • نیست را چه جای بالا است و زیر ** نیست را نه زود و نه دورست و دیر
  • Allah’ın sanat yurdu da yokluktandır, hazinesi de. Sen, varlığa aldanmış kalmışsın, yokluk nedir, ne bileceksin?
  • کارگاه و گنج حق در نیستیست ** غره‌ی هستی چه دانی نیست چیست
  • Hulâsa onların kırıklığı hiç bizim kırıklığımıza benzer mi a ulu kişi?
  • حاصل این اشکست ایشان ای کیا ** می‌نماند هیچ با اشکست ما
  • Onlar, biz ikbale erişip yücelince nasıl neşelenirsek horluğa düşüp ellerindekini telef edince öyle neşelenirler.
  • آنچنان شادند در ذل و تلف ** همچو ما در وقت اقبال و شرف
  • Bu çeşit adamın malı, geliri, yokluk varlığından ibarettir. Yoksulluk, horluk, ona iftihardır, yüceliktir.
  • برگ بی‌برگی همه اقطاع اوست ** فقر و خواریش افتخارست و علوست
  • Esirlerden biri dedi ki: “Peki niçin Peygamber, bizim halimizi görmedi. Bizi böyle zincirlere vurulmuş görünce nasıl oldu da güldü. 4520
  • آن یکی گفت ار چنانست آن ندید ** چون بخندید او که ما را بسته دید
  • Hani onun huyları değişmişti, hani o Allah huylarıyla huylanmıştı da neşesi ne bu zindanın lezzetlerindendi, ne bu zindandan kurtulduğundan.
  • چونک او مبدل شدست و شادیش ** نیست زین زندان و زین آزادیش
  • Pekâlâ ya neden düşmanlarının kahroluşundan neşeleniyor, neden bu fetihten bu zaferden gururlanıyor?
  • پس به قهر دشمنان چون شاد شد ** چون ازین فتح و ظفر پر باد شد
  • Erkek aslanlara kolayca üstün geldi, muzaffer oldu diye neşelenmekte.
  • شاد شد جانش که بر شیران نر ** یافت آسان نصرت و دست و ظفر
  • Gayri anladık ki o da hür değil… Dünyadan başka hiçbir şeyle memnun değil, başka bir şeyden gönlü şad olmuyor?
  • پس بدانستیم کو آزاد نیست ** جز به دنیا دلخوش و دلشاد نیست
  • Yoksa nasıl gülebilir ki? O dünya ehli, iyiye de merhamet eder, kötüye de... İyiyi de esirger, kötüyü de” 4525
  • ورنه چون خندد که اهل آن جهان ** بر بد و نیک‌اند مشفق مهربان
  • Esirler, birbirleriyle bunu konuşuyor, birbirlerine bunu fısıldıyorlardı.
  • این بمنگیدند در زیر زبان ** آن اسیران با هم اندر بحث آن