English    Türkçe    فارسی   

3
4747-4796

  • Gayri sen o şaşkına sor: Sen şarabın bu halini ne vakit gördün?
  • اندرین معنی بپرس آن خیره را ** که چنین کی دیده بودی شیره را
  • Düşünceye hacet yok, her bilinene aşikârdır: Coşana elbette bir coşturan var!
  • بی تفکر پیش هر داننده هست ** آنک با شوریده شوراننده هست
  • Uzun bir ayrılığa düşmüş, çok maceralar geçirmiş bir âşığın hikâyesi
  • حکایت عاشقی دراز هجرانی بسیار امتحانی
  • Bir delikanlı, kızın birine delicesine âşık olmuştu. Fakat bir türlü vuslat zamanı gelmiyordu.
  • یک جوانی بر زنی مجنون بدست ** می‌ندادش روزگار وصل دست
  • Aşk ona yeryüzünde bir hayli işkenceler etmişti. Aşk neden, önce âşıka kinlenir? 4750
  • بس شکنجه کرد عشقش بر زمین ** خود چرا دارد ز اول عشق کین
  • Neden, önce kanlı katil gibi davranır? Doğru âşık olmayan kaçsın, aşktan vazgeçsin diye!
  • عشق از اول چرا خونی بود ** تا گریزد آنک بیرونی بود
  • O delikanlı da kadına birisini yollasa o yolladığı adam, hasedinden zavallının yolunu vururdu.
  • چون فرستادی رسولی پیش زن ** آن رسول از رشک گشتی راه‌زن
  • Sevgilisine bir mektup yazıp yollasa okuyan, kelimeleri yanlış okurdu.
  • ور بسوی زن نبشتی کاتبش ** نامه را تصحیف خواندی نایبش
  • Sabah rüzgârını, vefatını arz etmek üzere gönderse rüzgâr, toza dumana gark olur, kararırdı.
  • ور صبا را پیک کردی در وفا ** از غباری تیره گشتی آن صبا
  • Kuşun kanadına bir kâğıt parçası bağlayıp uçursa kâğıttaki ateşli sözlerden kuşun kanadı yanardı. 4755
  • رقعه گر بر پر مرغی دوختی ** پر مرغ از تف رقعه سوختی
  • Allah’ın kıskançlığı çare yollarını bağlamış, düşünce askerinin bayrağını kırmıştı!
  • راههای چاره را غیرت ببست ** لشکر اندیشه را رایت شکست
  • Önceleri bekleyiş, gamına munisti… Sonradan bekleyiş, o bekleyişi de kırdı, geçirdi, mahvetti!
  • بود اول مونس غم انتظار ** آخرش بشکست کی هم انتظار
  • Gâh derdi ki: Bu derdin devası yok… Gâh derdi ki: Hayır… Bu dert bizim, canımıza can ve hayat!
  • گاه گفتی کین بلای بی‌دواست ** گاه گفتی نه حیات جان ماست
  • Gâh varlığı galebe eder, bir şeyler yapmaya niyetlenirdi; gâh yokluğa düşer, yokluktan meyveler yer, gıdalanırdı.
  • گاه هستی زو بر آوردی سری ** گاه او از نیستی خوردی بری
  • Nihayet bu hale bir çare bulamayıp ümitsizliğe düşünce birlik kaynağı kızıştı, coştu! 4760
  • چونک بر وی سرد گشتی این نهاد ** جوش کردی گرم چشمه‌ی اتحاد
  • Gurbet azıksızlığıyla azıklanınca azıksızlık azığı, çaresizlik çaresi, ona doğru koştu!
  • چونک با بی‌برگی غربت بساخت ** برگ بی‌برگی به سوی او بتاخت
  • Düşünce salkımları çöpsüz bir hale geldi… O âşık, ay gibi gece yolcularına kılavuz kesildi!
  • خوشه‌های فکرتش بی‌کاه شد ** شب‌روان را رهنما چون ماه شد
  • Nice güzel sözlü dudular vardır ki susarlar… Nice tatlı özlüler vardır ki ekşi yüzlüdürler!
  • ای بسا طوطی گویای خمش ** ای بسا شیرین‌روان رو ترش
  • Yürü, bir an mezarlığa var da susarak otur. O söz söyleyip duran susmuşları gör!
  • رو به گورستان دمی خامش نشین ** آن خموشان سخن‌گو را ببین
  • Onların topraklarını bir renkte, bir halde görürsün ama halleri bir değildir ki! 4765
  • لیک اگر یکرنگ بینی خاکشان ** نیست یکسان حالت چالاکشان
  • Dirilerin da yağları, etleri bir… Fakat birisi gamlı, öbürü neşeli!
  • شحم و لحم زندگان یکسان بود ** آن یکی غمگین دگر شادان بود
  • Sözlerini duymadıkça hallerini ne bileceksin. Halleri senden gizli kalır.
  • تو چه دانی تا ننوشی قالشان ** زانک پنهانست بر تو حالشان
  • Söyletsen de sözlerinden ancak bir hay huydur duyarsın. Yüz kat gizli olan hallerini nereden göreceksin ki?
  • بشنوی از قال های و هوی را ** کی ببینی حالت صدتوی را
  • Bir olan suretimizde bile birbirine zıt vasıflar var. Toprak da bir ama ruhlar ayrı ayrı!
  • نقش ما یکسان بضدها متصف ** خاک هم یکسان روانشان مختلف
  • Seslerde böyle… Ses olmak bakımından bir, fakat birisinin sesi dertli, öbürünün nazlı, edalı! 4770
  • همچنین یکسان بود آوازها ** آن یکی پر درد و آن پر نازها
  • Savaşta atların kişnemelerini… Koşuşup uçuşurken kuşların cıvıltılarını duyarsın ya…
  • بانگ اسپان بشنوی اندر مصاف ** بانگ مرغان بشنوی اندر طواف
  • Birisi kızgınlığından, hasedinden, öbürü arkadaşlarıyla birleşme yüzünden kişner, cıvıldar. Biri derdinden bağırır, öbürü neşesinden!
  • آن یکی از حقد و دیگر ز ارتباط ** آن یکی از رنج و دیگر از نشاط
  • Fakat onların hallerini anlamaktan uzak olana göre o sesler hep birdir!
  • هر که دور از حالت ایشان بود ** پیشش آن آوازها یکسان بود
  • O ağaç baltadan titrer, şu ağaç seher yelinden!
  • آن درختی جنبد از زخم تبر ** و آن درخت دیگر از باد سحر
  • Bu arada kalası tencere yüzünden çok yanıldım… Çünkü kapağı kaynıyor! 4775
  • بس غلط گشتم ز دیگ مردریگ ** زانک سرپوشیده می‌جوشید دیگ
  • Doğrulukla kaynayan da o kaynayışıyla, o coşkunluğuyla seni çağırır, gel der… Yalanla, riya ile kaynayan da!
  • جوش و نوش هرکست گوید بیا ** جوش صدق و جوش تزویر و ریا
  • Eğer insanları yüzlerinden tanıyan candan bir koku almadıysan, eğer o kabiliyet sende yoksa yürü… Kokudan anlayan bir dimağa sahip olmaya çalış!
  • گر نداری بو ز جان روشناس ** رو دماغی دست آور بوشناس
  • O gül bahçesinde dönüp dolaşan dimağa sahip olmaya uğraş… Yakupların gözünü bile o dimağ, aydınlatır.
  • آن دماغی که بر آن گلشن تند ** چشم یعقوبان هم او روشن کند
  • Hadi, o gönlü hasta âşıkın ahvalini anlat… Oğul, neye Buhara’lı âşıktan uzak düştün.
  • هین بگو احوال آن خسته‌جگر ** کز بخاری دور ماندیم ای پسر
  • Âşığın mâşukunu bulması, arayan mutlaka bulur, bir zerre miktarı hayırda bulunan, hayrının mükâfatını görür
  • یافتن عاشق معشوق را و بیان آنک جوینده یابنده بود کی و من یعمل مثقال ذرة خیرا یره
  • O delikanlı, tam yedi yıl sevgilisini aradı, durdu; vuslat hayaliyle hayale döndü! 4780
  • کان جوان در جست و جو بد هفت سال ** از خیال وصل گشته چون خیال
  • Allah’ın gölgesi kulun başı üstündedir. Arayan, nihayet aradığını bulur.
  • سایه‌ی حق بر سر بنده بود ** عاقبت جوینده یابنده بود
  • Peygamber dedi ki: Bir kapıyı çalar durursan nihayet o kapıdan bir baş çıkar, görünür.
  • گفت پیغامبر که چون کوبی دری ** عاقبت زان در برون آید سری
  • Bir adamın oturduğu yerin civarında oturursan sonunda elbette o adamın yüzünü görürsün.
  • چون نشینی بر سر کوی کسی ** عاقبت بینی تو هم روی کسی
  • Bir kuyudan her gün toprak çeker, çıkarırsan onunla tertemiz suya erişirsin elbet.
  • چون ز چاهی می‌کنی هر روز خاک ** عاقبت اندر رسی در آب پاک
  • Sen inanmazsan da bunu herkes bilir. Ne ekersen bir gün gelir, onu biçersin. 4785
  • جمله دانند این اگر تو نگروی ** هر چه می‌کاریش روزی بدروی
  • Taşı, demire vur da kıvılcım çıkmasın… Böyle şey olmaz, olsa bile nadirdir.
  • سنگ بر آهن زدی آتش نجست ** این نباشد ور بباشد نادرست
  • Bir adamın bahtı yaver olmaz, bir adamın nasibinde kurtuluş bulunmazsa o adam, ancak nadir olan şeylere bakar!
  • آنک روزی نیستش بخت و نجات ** ننگرد عقلش مگر در نادرات
  • Filân kişi ekin ekti de mahsul devşirmedi, feşman adam sedef buldu da içinde inci yoktu.
  • کان فلان کس کشت کرد و بر نداشت ** و آن صدف برد و صدف گوهر نداشت
  • Baûroğlu Bel’amla melûn İblis bu kadar ibadet ettiler, ne dinleri fayda verdi, ne ibadetleri der de.
  • بلعم باعور و ابلیس لعین ** سود نامدشان عبادتها و دین
  • O kötü zanlı kişinin hatırına yüz binlerce peygamber, yüz binlerce hak yoluna gidenler gelmez bile! 4790
  • صد هزاران انبیا و ره‌روان ** ناید اندر خاطر آن بدگمان
  • Bula bula gönlüne kasvet veren, gönlünü karartan bu iki misali bulur… Fakat bahtsızlık, gönlüne bundan başka bir misal getirebilir mi ki?
  • این دو را گیرد که تاریکی دهد ** در دلش ادبار جز این کی نهد
  • Nice kişiler vardır ki neşeli neşeli ekmek yerken ekmek, boğazlarına durur, ölümlerine sebep olur!
  • بس کسا که نان خورد دلشاد او ** مرگ او گردد بگیرد در گلو
  • A musibet, sen de ekmek yeme de onun gibi kötülüğe uğrama bari!
  • پس تو ای ادبار رو هم نان مخور ** تا نیفتی همچو او در شور و شر
  • Nice yüz binlerce adam da vardır ki ekmek yer, kuvvetlenir, can besler.
  • صد هزاران خلق نانها می‌خورند ** زور می‌یابند و جان می‌پرورند
  • Ezelden mahrum ve bir ahmağın oğlu değilsen o arada bir olup gelen şeye neden saplandın? 4795
  • تو بدان نادر کجا افتاده‌ای ** گر نه محرومی و ابله زاده‌ای
  • Şu âlem, güneşin, ayın nuruyla dopdolu da o, başını kuyunun dibine eğmiş.
  • این جهان پر آفتاب و نور ماه ** او بهشته سر فرو برده به چاه