English    Türkçe    فارسی   

3
4766-4810

  • Dirilerin da yağları, etleri bir… Fakat birisi gamlı, öbürü neşeli!
  • شحم و لحم زندگان یکسان بود ** آن یکی غمگین دگر شادان بود
  • Sözlerini duymadıkça hallerini ne bileceksin. Halleri senden gizli kalır.
  • تو چه دانی تا ننوشی قالشان ** زانک پنهانست بر تو حالشان
  • Söyletsen de sözlerinden ancak bir hay huydur duyarsın. Yüz kat gizli olan hallerini nereden göreceksin ki?
  • بشنوی از قال های و هوی را ** کی ببینی حالت صدتوی را
  • Bir olan suretimizde bile birbirine zıt vasıflar var. Toprak da bir ama ruhlar ayrı ayrı!
  • نقش ما یکسان بضدها متصف ** خاک هم یکسان روانشان مختلف
  • Seslerde böyle… Ses olmak bakımından bir, fakat birisinin sesi dertli, öbürünün nazlı, edalı! 4770
  • همچنین یکسان بود آوازها ** آن یکی پر درد و آن پر نازها
  • Savaşta atların kişnemelerini… Koşuşup uçuşurken kuşların cıvıltılarını duyarsın ya…
  • بانگ اسپان بشنوی اندر مصاف ** بانگ مرغان بشنوی اندر طواف
  • Birisi kızgınlığından, hasedinden, öbürü arkadaşlarıyla birleşme yüzünden kişner, cıvıldar. Biri derdinden bağırır, öbürü neşesinden!
  • آن یکی از حقد و دیگر ز ارتباط ** آن یکی از رنج و دیگر از نشاط
  • Fakat onların hallerini anlamaktan uzak olana göre o sesler hep birdir!
  • هر که دور از حالت ایشان بود ** پیشش آن آوازها یکسان بود
  • O ağaç baltadan titrer, şu ağaç seher yelinden!
  • آن درختی جنبد از زخم تبر ** و آن درخت دیگر از باد سحر
  • Bu arada kalası tencere yüzünden çok yanıldım… Çünkü kapağı kaynıyor! 4775
  • بس غلط گشتم ز دیگ مردریگ ** زانک سرپوشیده می‌جوشید دیگ
  • Doğrulukla kaynayan da o kaynayışıyla, o coşkunluğuyla seni çağırır, gel der… Yalanla, riya ile kaynayan da!
  • جوش و نوش هرکست گوید بیا ** جوش صدق و جوش تزویر و ریا
  • Eğer insanları yüzlerinden tanıyan candan bir koku almadıysan, eğer o kabiliyet sende yoksa yürü… Kokudan anlayan bir dimağa sahip olmaya çalış!
  • گر نداری بو ز جان روشناس ** رو دماغی دست آور بوشناس
  • O gül bahçesinde dönüp dolaşan dimağa sahip olmaya uğraş… Yakupların gözünü bile o dimağ, aydınlatır.
  • آن دماغی که بر آن گلشن تند ** چشم یعقوبان هم او روشن کند
  • Hadi, o gönlü hasta âşıkın ahvalini anlat… Oğul, neye Buhara’lı âşıktan uzak düştün.
  • هین بگو احوال آن خسته‌جگر ** کز بخاری دور ماندیم ای پسر
  • Âşığın mâşukunu bulması, arayan mutlaka bulur, bir zerre miktarı hayırda bulunan, hayrının mükâfatını görür
  • یافتن عاشق معشوق را و بیان آنک جوینده یابنده بود کی و من یعمل مثقال ذرة خیرا یره
  • O delikanlı, tam yedi yıl sevgilisini aradı, durdu; vuslat hayaliyle hayale döndü! 4780
  • کان جوان در جست و جو بد هفت سال ** از خیال وصل گشته چون خیال
  • Allah’ın gölgesi kulun başı üstündedir. Arayan, nihayet aradığını bulur.
  • سایه‌ی حق بر سر بنده بود ** عاقبت جوینده یابنده بود
  • Peygamber dedi ki: Bir kapıyı çalar durursan nihayet o kapıdan bir baş çıkar, görünür.
  • گفت پیغامبر که چون کوبی دری ** عاقبت زان در برون آید سری
  • Bir adamın oturduğu yerin civarında oturursan sonunda elbette o adamın yüzünü görürsün.
  • چون نشینی بر سر کوی کسی ** عاقبت بینی تو هم روی کسی
  • Bir kuyudan her gün toprak çeker, çıkarırsan onunla tertemiz suya erişirsin elbet.
  • چون ز چاهی می‌کنی هر روز خاک ** عاقبت اندر رسی در آب پاک
  • Sen inanmazsan da bunu herkes bilir. Ne ekersen bir gün gelir, onu biçersin. 4785
  • جمله دانند این اگر تو نگروی ** هر چه می‌کاریش روزی بدروی
  • Taşı, demire vur da kıvılcım çıkmasın… Böyle şey olmaz, olsa bile nadirdir.
  • سنگ بر آهن زدی آتش نجست ** این نباشد ور بباشد نادرست
  • Bir adamın bahtı yaver olmaz, bir adamın nasibinde kurtuluş bulunmazsa o adam, ancak nadir olan şeylere bakar!
  • آنک روزی نیستش بخت و نجات ** ننگرد عقلش مگر در نادرات
  • Filân kişi ekin ekti de mahsul devşirmedi, feşman adam sedef buldu da içinde inci yoktu.
  • کان فلان کس کشت کرد و بر نداشت ** و آن صدف برد و صدف گوهر نداشت
  • Baûroğlu Bel’amla melûn İblis bu kadar ibadet ettiler, ne dinleri fayda verdi, ne ibadetleri der de.
  • بلعم باعور و ابلیس لعین ** سود نامدشان عبادتها و دین
  • O kötü zanlı kişinin hatırına yüz binlerce peygamber, yüz binlerce hak yoluna gidenler gelmez bile! 4790
  • صد هزاران انبیا و ره‌روان ** ناید اندر خاطر آن بدگمان
  • Bula bula gönlüne kasvet veren, gönlünü karartan bu iki misali bulur… Fakat bahtsızlık, gönlüne bundan başka bir misal getirebilir mi ki?
  • این دو را گیرد که تاریکی دهد ** در دلش ادبار جز این کی نهد
  • Nice kişiler vardır ki neşeli neşeli ekmek yerken ekmek, boğazlarına durur, ölümlerine sebep olur!
  • بس کسا که نان خورد دلشاد او ** مرگ او گردد بگیرد در گلو
  • A musibet, sen de ekmek yeme de onun gibi kötülüğe uğrama bari!
  • پس تو ای ادبار رو هم نان مخور ** تا نیفتی همچو او در شور و شر
  • Nice yüz binlerce adam da vardır ki ekmek yer, kuvvetlenir, can besler.
  • صد هزاران خلق نانها می‌خورند ** زور می‌یابند و جان می‌پرورند
  • Ezelden mahrum ve bir ahmağın oğlu değilsen o arada bir olup gelen şeye neden saplandın? 4795
  • تو بدان نادر کجا افتاده‌ای ** گر نه محرومی و ابله زاده‌ای
  • Şu âlem, güneşin, ayın nuruyla dopdolu da o, başını kuyunun dibine eğmiş.
  • این جهان پر آفتاب و نور ماه ** او بهشته سر فرو برده به چاه
  • “Aydınlık var diyorlar, bu söz doğruysa nerede, hani?” deyip duruyor. A alçak, başını kuyudan kaldır da bak!
  • که اگر حقست پس کو روشنی ** سر ز چه بردار و بنگر ای دنی
  • Bütün dünya… Doğu, batı, o nurla nurlanmış… Fakat sen kuyudayken o nur, sana vurmaz ki!
  • جمله عالم شرق و غرب آن نور یافت ** تا تو در چاهی نخواهد بر تو تافت
  • Kuyuyu bırak, köşklere, bağlara git; burada inat edip durma, inat meş’umdur denmiş!
  • چه رها کن رو به ایوان و کروم ** کم ستیز اینجا بدان کاللج شوم
  • Kendine gel, filân adam filân yıl ekin ektide mahsulünü çekirgeler yedi… 4800
  • هین مگو کاینک فلانی کشت کرد ** در فلان سالی ملخ کشتش بخورد
  • Ben neye ekeyim, burası korkulu bir yer… Neden elimdeki buğdayı yerlere saçayım deme.
  • پس چرا کارم که اینجا خوف هست ** من چرا افشانم این گندم ز دست
  • Ekin ekmeyi terk etmeyen, işten güçten kalmayan ekti de sen, kör gibi durup dururken ambarlar doldurdu.
  • و آنک او نگذاشت کشت و کار را ** پر کند کوری تو انبار را
  • O delikanlı da ümitle, neşeyle bir kapıyı çalıp duruyordu; nihayet bir gün sevgilisini tenhaca buldu, vuslatına erdi.
  • چون دری می‌کوفت او از سلوتی ** عاقبت در یافت روزی خلوتی
  • Bir gece bekçinin korkusundan kaçıp bir bağa girdi. Orada sevgilisini mum gibi buluverdi.
  • جست از بیم عسس شب او به باغ ** یار خود را یافت چون شمع و چراغ
  • O sebebi halk eden Allah’a o anda hamd ederek dedi ki. “Yarabbi, sen bekçiye rahmet et!” 4805
  • گفت سازنده‌ی سبب را آن نفس ** ای خدا تو رحمتی کن بر عسس
  • Bilinmez, anlaşılmaz sebepler halk etmişsin. Beni cehennem kapısından cennete almışsın!
  • ناشناسا تو سببها کرده‌ای ** از در دوزخ بهشتم برده‌ای
  • Hiç kimseyi, hiçbir şeyi hor görmeyeyim diye şu işe bunu sebep ettin.
  • بهر آن کردی سبب این کار را ** تا ندارم خوار من یک خار را
  • Ayak kırıldı mı Allah kanat ihsan eder. Kuyunun dibinden bile bir kapı açar da.
  • در شکست پای بخشد حق پری ** هم ز قعر چاه بگشاید دری
  • Sen ağaç üstünde ol, kuyu dibinde bulun, buna bakma… Beni gör, bana bak ki yolun anahtarı benim, yolu ben açarım der!”
  • تو مبین که بر درختی یا به چاه ** تو مرا بین که منم مفتاح راه
  • Kardeşim, gayrı bu hikâyenin arda kalan kısmını anlamak istersen dördüncü ciltte ara! 4810
  • گر تو خواهی باقی این گفت و گو ** ای اخی در دفتر چارم بجو