- Allah, sana Hak korkusunu verdi mi bunu “Korkma” hitabı say. Sana tabak yolladı mı ekmek de yollayacak demektir. 495
- لا تخف دان چونک خوفت داد حق ** نان فرستد چون فرستادت طبق
- Korku, korkusu olmayan adamındır. Dert, burada dönüp dolaşmayan kimsenindir.
- خوف آن کس راست کو را خوف نیست ** غصهی آن کس را کش اینجا طوف نیست
- Şehirlinin köye gitmesi
- روان شدن خواجه به سوی ده
- Şehirli, işe koyuldu, hazırlığını tamamladı, azim kuşu köye doğru koşmaya, uçmağa başladı.
- خواجه در کار آمد و تجهیز ساخت ** مرغ عزمش سوی ده اشتاب تاخت
- Ehli, çoluğu, çocuğu da yol hazırlığını görüp eşyalarını azim öküzüne yüklediler.
- اهل و فرزندان سفر را ساختند ** رخت را بر گاو عزم انداختند
- Neşeli bir halde koşa koşa yola düştüler. “Köyden istifadeler edeceğiz, bize köyden müjde ver, müjde!” diye diye köye doğru yöneldiler.
- شادمانان و شتابان سوی ده ** که بری خوردیم از ده مژده ده
- “Gittiğimiz yer güzel bir çayırlık, çimenlik. Orada da sevdiğimiz kerem sahibi bir dostumuz var. 500
- مقصد ما را چراگاه خوشست ** یار ما آنجا کریم و دلکشست
- Bizi binlerce istekle çağırdı. Bizim için ihsan ağacını dikti.
- با هزاران آرزومان خوانده است ** بهر ما غرس کرم بنشانده است
- Uzun kışın azığını köyden tedarik edip şehre getiririz gayri.
- ما ذخیرهی ده زمستان دراز ** از بر او سوی شهر آریم باز
- Hatta dostumuz, bağını bile bize bağışlar. Bize canında yer verir.
- بلک باغ ایثار راه ما کند ** در میان جان خودمان جا کند
- Yoldaşlar, çabuk olun da istifadeler edelim” diyorlardı. Fakat akıl, içeriden içeri “Övünmeyin!”
- عجلوا اصحابنا کی تربحوا ** عقل میگفت از درون لا تفرحوا
- Allah faydasıyla faydalanın. Şüphe yok, Rabbim, sevinen, öğünen kişileri sevmez. 505
- من رباح الله کونوا رابحین ** ان ربی لا یحب الفرحین
- Allah’ın size ihsan ediverdiği şeylere sevinin, neşelenin. Sizi işgal eden şey, sizi Hak’tan alıkor aldatır.
- افرحوا هونا بما آتاکم ** کل آت مشغل الهاکم
- Gamdan neşelenen, ondan başka bir şeyden neşelenme, sevinme. Dert ve gam bahardır, başka şeyler kış!
- شاد از وی شو مشو از غیر وی ** او بهارست و دگرها ماه دی
- Ondan başka her şey, seni yavaş, yavaş helâke doğru götüren düşüncelerindir. İsterse sana taç, taht, mal, mülk olsun!
- هر چه غیر اوست استدراج تست ** گرچه تخت و ملکتست و تاج تست
- Gamdan sevin… Gam vuslat tuzağıdır. Bu yolda aşağıya düşüş, hakikatte yükseliştir.
- شاد از غم شو که غم دام لقاست ** اندرین ره سوی پستی ارتقاست
- Gam bir hazinedir. Senin zahmet ve meşakkat çekişine maden. Fakat bu söz, çocuklara nerden tesir edecek? 510
- غم یکی گنجیست و رنج تو چو کان ** لیک کی در گیرد این در کودکان
- Çocuklar, oyun adını duydular mı hepsi de yaban eşeğiyle yarışa girişirler.
- کودکان چون نام بازی بشنوند ** جمله با خر گور هم تگ میدوند
- Ey yaban eşekleri, bu yanda tuzaklar var. Bu yandaki tuzaklarda kan içiciler var.
- ای خران کور این سو دامهاست ** در کمین این سوی خونآشامهاست
- Oklar uçuşup durmakta, yay, gayb âleminde gizli. Gençlere yüzlerce ihtiyarlık okları erişmekte.
- تیرها پران کمان پنهان ز غیب ** بر جوانی میرسد صد تیر شیب
- Gönül ovasına adım atmak gerek. Çünkü bu ovada ferahlık, genişlik, neşe olamaz.
- گام در صحرای دل باید نهاد ** زانک در صحرای گل نبود گشاد
- Dostlar, gönül, eminliktir, huzur yeridir. Orada kaynaklar, gül bahçeleri içinde gül bahçeleri var. 515
- ایمن آبادست دل ای دوستان ** چشمهها و گلستان در گلستان
- Yolcu, kalbe yürü, orada seyret, orada gez dolaş. Ağaçlar var orada, akan sular var orada.
- عج الی القلب و سر یا ساریه ** فیه اشجار و عین جاریه
- Köye gitme. Köy, adamı ahmak bir hâle sokar… Aklı nursuz, fersiz bir hâle getirir.
- ده مرو ده مرد را احمق کند ** عقل را بی نور و بی رونق کند
- Ey seçilmiş temiz adam, Peygamber’in sözünü dinle. Köyde yurt tutmak, aklın mezarıdır.
- قول پیغامبر شنو ای مجتبی ** گور عقل آمد وطن در روستا
- Köyde sabah, akşam bir gün kalan kişinin aklı, bir ay yerine gelemez.
- هر که را در رستا بود روزی و شام ** تا بماهی عقل او نبود تمام
- Tam bir ay onun ahmaklığı gitmez. Köy otlarından da bundan başka ne biçilebilir ki? 520
- تا بماهی احمقی با او بود ** از حشیش ده جز اینها چه درود
- Köyde bir ay kalan kişi, nice zaman bilgisiz ve kör kalır.
- وانک ماهی باشد اندر روستا ** روزگاری باشدش جهل و عمی
- Köy nedir? Hakikate ulaşmamış, elini taklit ve huccete atmış şeyh!
- ده چه باشد شیخ واصل ناشده ** دست در تقلید و حجت در زده
- Aklı kül şehrine karşı bu duygular, gözleri bağlı değirmen eşeklerine benzer.
- پیش شهر عقل کلی این حواس ** چون خران چشمبسته در خراس
- Bunu geç de hikâyeye giriş, inciyi bırak. Buğday tanesini ele al.
- این رها کن صورت افسانه گیر ** هل تو دردانه تو گندمدانه گیر
- İnciye yol yoksa hemencecik buğdayı al. O tarafa yol yoksa bu tarafa at sür. 525
- گر بدر ره نیست هین بر میستان ** گر بدان ره نیستت این سو بران
- Zahir, eğri büğrü uçsa bile sen zahirine bak. Zahir, nihayet insanı bâtına götürür.
- ظاهرش گیر ار چه ظاهر کژ پرد ** عاقبت ظاهر سوی باطن برد
- Her insanın evveli suretten ibarettir. Ondan sonra can gelir ki can, manevi güzellik, ahlâk güzelliğidir.
- اول هر آدمی خود صورتست ** بعد از آن جان کو جمال سیرتست
- Her meyvenin evveli suretten başka nedir ki? Ondan sonra lezzet gelir ki lezzet, meyvenin manasıdır.
- اول هر میوه جز صورت کیست ** بعد از آن لذت که معنی ویست
- Önce çadır kurarlar da sonra Türkü konuk çağırırlar.
- اولا خرگاه سازند و خرند ** ترک را زان پس به مهمان آورند
- Bil ki suretin çadırıdır, mânan Türk. Mânan bil ki kaptandır, suretin gemi! 530
- صورتت خرگاه دان معنیت ترک ** معنیت ملاح دان صورت چو فلک
- Allah için şunu bir nefes olsun bırak da şehirlinin eşeği çanını çalsın!
- بهر حق این را رها کن یک نفس ** تا خر خواجه بجنباند جرس
- Şehirliyle akrabasının köye gitmeleri
- رفتن خواجه و قومش به سوی ده
- Şehirli ve çoluğu, çocuğu hazırlıklarını tamamladılar, eşyalarını katırlara yükleyip köye doğru yollandılar.
- خواجه و بچگان جهازی ساختند ** بر ستوران جانب ده تاختند
- Hayvanlarını neşeli neşeli sürmekte, “Sefer edin de ganimet bulun” demekteydiler.
- شادمانه سوی صحرا راندند ** سافروا کی تغنموا بر خواندند
- Ay, sefer ede ede Keyhusrev olur. Tolunay hâline gelir. Sefer etmeksizin nasıl padişah kesilir ki?
- کز سفرها ماه کیخسرو شود ** بی سفرها ماه کی خسرو شود
- Beydak, seferle satrancın en üst hanesi olan ferzin hanesine gelir, ferzin olur. Yusuf, seferden faydalanır, yüzlerce muradına erişir. 535
- از سفر بیدق شود فرزین راد ** وز سفر یابید یوسف صد مراد
- Onların da gündüzün yüzlerini güneş yakıyor, geceleyin yıldızla yol buluyorlar,
- روز روی از آفتابی سوختند ** شب ز اختر راه میآموختند
- Kötü yol, onlara güzelleşiyor, köyün neşesiyle cennet gibi görünüyor, bu suretle gidip duruyorlardı.
- خوب گشته پیش ایشان راه زشت ** از نشاط ده شده ره چون بهشت
- Acı, tatlı dudakların tesiriyle tatlılaşır, diken, gül bahçesi dolayısıyla gönül çeker bir hâle gelir.
- تلخ از شیرینلبان خوش میشود ** خار از گلزار دلکش میشود
- Ebu Cehil karpuzu, sevgili yüzünden hurma kesilir, ev, evdeki dost yüzünden ova olur.
- حنظل از معشوق خرما میشود ** خانه از همخانه صحرا میشود
- Gül yanaklı, ay yüzlü bir dilberin vuslatı ümidiyle nice nazeninler diken zahmetini çekerler. 540
- ای بسا از نازنینان خارکش ** بر امید گلعذار ماهوش
- Ay yüzlü sevgilisi yüzünden niceler sırtı yaralı hamal olmuştur.
- ای بسا حمال گشته پشتریش ** از برای دلبر مهروی خویش
- Gece gelsin de ay ( yüzlü sevgilinin) yüzünü öpsün diye demirci, yüzünü simsiyah etmiştir.
- کرده آهنگر جمال خود سیاه ** تا که شب آید ببوسد روی ماه
- Esnaf, gönlüne bir serviyi diktiğinden akşama kadar dükkânda çarmıha çakılmış gibi bekler durur.
- خواجه تا شب بر دکانی چار میخ ** زانک سروی در دلش کردست بیخ
- Tacir, deniz demez, kara demez yürür durur ama evinde oturan bir sevgilinin aşkıyla koşup yeler.
- تاجری دریا و خشکی میرود ** آن بمهر خانهشینی میدود