English    Türkçe    فارسی   

3
832-881

  • Çünkü o çölde helâk olanların kıllarından, kemiklerinden yolcu, ayak basacak yer bulamaz.
  • که ز موی و استخوان هالکان ** می‌نیابد راه پای سالکان
  • Yol, baştanbaşa kıl, kemik, sinir doludur. Allah’ın kahır kılıcı, nice varları yok etmiştir!
  • جمله‌ی راه استخوان و موی و پی ** بس که تیغ قهر لاشی کرد شی
  • Allah, “Allah’ın inayetine erişen kullar, yeryüzünde yavaş ve mülâyim bir surette yürürler” dedi.
  • گفت حق که بندگان جفت عون ** بر زمین آهسته می‌رانند و هون
  • Ayağı yalın olan dikenlikte nasıl yürür? Dura, dura. Düşüne, düşüne, ihtiyatla adım ata ata! diyordu. 835
  • پا برهنه چون رود در خارزار ** جز بوقفه و فکرت و پرهیزگار
  • Kaza bunu söylüyordu ama onların kulakları, coşkunlukları yüzünden tıkanmış, sağır olmuştu.
  • این قضا می‌گفت لیکن گوششان ** بسته بود اندر حجاب جوششان
  • Varlıklarından kurtulanlardan başka herkesin gözlerini bağlamışlar, kulaklarını tıkamışlardır.
  • چشمها و گوشها را بسته‌اند ** جز مر آنها را که از خود رسته‌اند
  • Gözleri, Allah inayetinden başka ne açar, kızgınlığı sevgiden başka ne yatıştırır?
  • جز عنایت که گشاید چشم را ** جز محبت که نشاند خشم را
  • Dilerim, Allah ihsanı olmayan muvaffakiyete ulaşmak için çalışıp çabalama, dünyada kimseye mukadder olmasın, Doğruyu Allah daha iyi bilir.
  • جهد بی توفیق خود کس را مباد ** در جهان والله اعلم بالسداد
  • Firavun’un Musa aleyhisselâm’ı rüyada görmesi ve doğmaması için tedbirlere girişmesi
  • قصه‌ی خواب دیدن فرعون آمدن موسی را علیه السلام و تدارک اندیشیدن
  • Firavunun çalışıp çabalaması, Allah ihsanı olan muvaffakiyete ulaşmamıştı. Allah muvaffakiyet vermediği için de diktiği yırtılıp sökülüyordu. 840
  • جهد فرعونی چو بی توفیق بود ** هرچه او می‌دوخت آن تفتیق بود
  • Hükmünde binlerce müneccim, binlerce düş yorucu, binlerce büyücü vardı.
  • از منجم بود در حکمش هزار ** وز معبر نیز و ساحر بی‌شمار
  • Firavuna rüyasında Musa’nın doğacığını, Firavun’u ve saltanatını mahvedeceğini göstermişlerdi.
  • مقدم موسی نمودندش بخواب ** که کند فرعون و ملکش را خراب
  • Düş yorucularla müneccimlere “Bu hayâlin, bu kötü rüyanın delâlet ettiği şeyi nasıl defetmeli?” dedi.
  • با معبر گفت و با اهل نجوم ** چون بود دفع خیال و خواب شوم
  • Hepsi de dediler ki: “Bir tedbirde bulunalım, çocuğun doğmasına mâni olalım”
  • جمله گفتندش که تدبیری کنیم ** راه زادن را چو ره‌زن می‌زنیم
  • Doğum gecesi gelince Firavun kulları şu tedbiri kabul ettiler, şunu münasip gördüler: 845
  • تا رسید آن شب که مولد بود آن ** رای این دیدند آن فرعونیان
  • O gün İsrailoğullarını erkenden meydana, padişahın huzuruna götüreceklerdi.
  • که برون آرند آن روز از پگاه ** سوی میدان بزم و تخت پادشاه
  • “Ey İsrail oğulları, haydin… Sizi padişah filân yerde huzuruna çağırıyor.
  • الصلا ای جمله اسرائیلیان ** شاه می‌خواند شما را زان مکان
  • Sizi örtüsüz, nikapsız yüzünü gösterecek, sevaba ermek üzere size ihsanlarda bulunacak” diye tellâllar bağıracaklardı.
  • تا شما را رو نماید بی نقاب ** بر شما احسان کند بهر ثواب
  • Çünkü o esirler, Firavuna hiç yaklaşmazlardı, onu görmelerine izin yoktu.
  • کان اسیران را بجز دوری نبود ** دیدن فرعون دستوری نبود
  • Hatta yolda ona rastlasalar yüzükoyun yere kapanmaları emredilmişti. 850
  • گر فتادندی به ره در پیش او ** بهر آن یاسه بخفتندی برو
  • Kanun buydu: hiçbir esir, ister vakitli olsun, ister vakitsiz, o padişahın yüzünü göremeyecek.
  • یاسه این بد که نبیند هیچ اسیر ** در گه و بیگه لقای آن امیر
  • Yolda çavuşların seslerini duydu mu, yüzünü görmemek için duvara dönecekti.
  • بانگ چاووشان چو در ره بشنود ** تا ببیند رو به دیواری کند
  • Şayet yüzünü görürse mücrim sayılır, başına gelecek en kötü şeyler gelip çatardı.
  • ور ببیند روی او مجرم بود ** آنچ بتر بر سر او آن رود
  • Onlarda görmeleri men edilen o yüzü görmeyi pek isterlerdi. İnsan men edildiği şeye haristir derler.
  • بودشان حرص لقای ممتنع ** چون حریصست آدمی فیما منع
  • İsrailoğullarını, Musa aleyhisselâm’ın doğumuna mâni olmak üzere meydana çağırmaları
  • به میدان خواندن بنی اسرائیل برای حیله‌ی ولادت موسی علیه السلام
  • (Tellâllar bağırdılar:) “Esirler, meydana doğru koşun. Umulur ki padişahlar padişahı, size yüzünü gösterecek. İhsanlarda bulunacak!” 855
  • ای اسیران سوی میدانگه روید ** کز شهانشه دیدن و جودست امید
  • İsrailoğulları bu müjdeyi duyunca padişahın didarına susuz ve müştak olduklarından,
  • چون شنیدند مژده اسرائیلیان ** تشنگان بودند و بس مشتاق آن
  • Hileye inandılar. Süslenip püslenip o tarafa doğru koştular.
  • حیله را خوردند و آن سو تاختند ** خویشتن را بهر جلوه ساختند
  • Hikâye
  • حکایت
  • Hani şunun gibi: Burada da hilekâr Moğollar, “Mısırlılardan birini arıyoruz.
  • همچنان کاینجا مغول حیله‌دان ** گفت می‌جویم کسی از مصریان
  • Mısırlıları bu tarafa toplayın da aradığımızı ele geçirelim” derler.
  • مصریان را جمع آرید این طرف ** تا در آید آنک می‌باید بکف
  • Kim gelirse “ hayır bu değil. Sen geç oracıkta otur” derler de, 860
  • هر که می‌آمد بگفتا نیست این ** هین در آ خواجه در آن گوشه نشین
  • Bu suretle herkes derlenip toparlandı mı bu hileyle hepsinin boynunu vururlar.
  • تا بدین شیوه همه جمع آمدند ** گردن ایشان بدین حیلت زدند
  • Onlar, ezan sesi duyunca Allah davetçisine uymazlardı ya… Onun şomluğu yüzünden.
  • شومی آنک سوی بانگ نماز ** داعی الله را نبردندی نیاز
  • Hilekâr Moğolların daveti, onları ölüme kadar çekti, sürdü. Akıllı kişi, sakın Şeytan’ın hilesinden!
  • دعوت مکارشان اندر کشید ** الحذر از مکر شیطان ای رشید
  • Yoksulların, muhtaçların seslerini içesiye duy da hilebaz kişinin sesi, kulağını tutup çekmesin!
  • بانگ درویشان و محتاجان بنوش ** تا نگیرد بانگ محتالیت گوش
  • Yoksullar, tamahkâr ve kötü huylu adamlarsa bile sen yine gönül sahibini onların içinde ara! 865
  • گر گدایان طامع‌اند و زشت‌خو ** در شکم‌خواران تو صاحب‌دل بجو
  • Denizin dibinde inciler, taşlarla karışık olarak bulunur. Övülecek şeyler, ayıplar, kusurlar arasında olur.
  • در تگ دریا گهر با سنگهاست ** فخرها اندر میان ننگهاست
  • İsrailoğulları coşarak erkenden meydana doğru koştular.
  • پس بجوشیدند اسرائیلیان ** از پگه تا جانب میدان دوان
  • Firavun bu hileyle onları meydana götürünce güzelim yüzünü onlara gösterdi.
  • چون بحیلتشان به میدان برد او ** روی خود ننمودشان بس تازه‌رو
  • Gönüllerini aldı, ihsanlarda bulundu, vaatler etti.
  • کرد دلداری و بخششها بداد ** هم عطا هم وعده‌ها کرد آن قباد
  • Ondan sonrada “ Canınız için ne olur. Bu akşam hepiniz bu meydan da kalın, burada yatın uyuyun” dedi. 870
  • بعد از آن گفت از برای جانتان ** جمله در میدان بخسپید امشبان
  • Cevap vererek dediler ki, “Sana kulluk eder, sözünü dinler hatta dilersen burada bir ay otururuz”
  • پاسخش دادند که خدمت کنیم ** گر تو خواهی یک مه اینجا ساکنیم
  • Firavunun, doğum gecesi, İsrailoğullarını karılarından ayırdığına sevinerek meydandan şehre dönmesi
  • بازگشتن فرعون از میدان به شهر شاد بتفریق بنی اسرائیل از زنانشان در شب حمل
  • Firavunun, geceleyin “Bu gece doğum gecesi, fakat hepside karılarından ayrı” diye sevinerek geri döndü.
  • شه شبانگه باز آمد شادمان ** کامشبان حملست و دورند از زنان
  • Haznedarı İmran da yanındaydı. Onunla konuşa konuşa şehre geldi.
  • خازنش عمران هم اندر خدمتش ** هم به شهر آمد قرین صحبتش
  • Ona, “İmran, bu gece sen de burada yat, karının yanına gitme onunla buluşma” dedi.
  • گفت ای عمران برین در خسپ تو ** هین مرو سوی زن و صحبت مجو
  • İmran, “Peki, burada yatarım, senin gönlünün istediği şeyden başka bir şey düşünmem bile” dedi. 875
  • گفت خسپم هم برین درگاه تو ** هیچ نندیشم بجز دلخواه تو
  • İmran da İsrail oğullarındandı. Fakat Firavuna âdeta gönüllü, candı.
  • بود عمران هم ز اسرائیلیان ** لیک مر فرعون را دل بود و جان
  • Firavun, onun isyan edeceğini, gönlünü korktuğu şeyi yapacağını nereden aklına getirecekti?
  • کی گمان بردی که او عصیان کند ** آنک خوف جان فرعون آن کند
  • İmran’ın, Musa’nın anasıyla buluşması ve kadının Musa’ya gebe kalması
  • جمع آمدن عمران به مادر موسی و حامله شدن مادر موسی علیه‌السلام
  • Firavun gitti, İmran da orada yatıp uyudu. Gece yarısından sonra karısı, onu görmeye geldi.
  • شب برفت و او بر آن درگاه خفت ** نیم‌شب آمد پی دیدنش جفت
  • Üstüne kapanıp dudaklarından öpmeye koyuldu. Gece yarısı, onu uykudan uyandırdı.
  • زن برو افتاد و بوسید آن لبش ** بر جهانیدش ز خواب اندر شبش
  • İmran uyanıp karısını gördü. Kadın, hoşuna gitti, dudak dudağa öpüşmeye başladılar. 880
  • گشت بیدار او و زن را دید خوش ** بوسه باران کرده از لب بر لبش
  • İmran, “Bu zamanda nasıl geldin?” dedi. Kadın “Sana iştiyakımdan. Allah’ın kaza ve kaderi bu” diye cevap verdi.
  • گفت عمران این زمان چون آمدی ** گفت از شوق و قضای ایزدی