English    Türkçe    فارسی   

4
1507-1556

  • Surette insandır bunlar, fakat hakikatte Cebrail... Kızgınlıktan heva ve hevesten, dedikodudan kurtulmuşlardır.
  • نقش آدم لیک معنی جبرئیل ** رسته از خشم و هوا و قال و قیل
  • Riyazattan da kurtulmuşlardır, zahitlikten ve savaştan da... Sanki onlar, insanoğlundan doğmamışlardır!
  • از ریاضت رسته وز زهد و جهاد ** گوییا از آدمی او خود نزاد
  • İkinci kısmı eşeklere katılmış olanlardır. Bunlar kızgınlığın ta kendisi olmuşlar, tepeden tırnağa kadar şehvet kesilmişlerdir.
  • قسم دیگر با خران ملحق شدند ** خشم محض و شهوت مطلق شدند
  • Bunlardaki Cebrail’lik meleklik sıfatı gitmiştir... Çünkü o ev dardı, o sıfat da büyük, sığamadı, geçip gitti! 1510
  • وصف جبریلی دریشان بود رفت ** تنگ بود آن خانه و آن وصف زفت
  • Canı olmayan adam ölür... Canında bu sıfat bulunmayan kişi de eşek olur.
  • مرده گردد شخص کو بی‌جان شود ** خر شود چون جان او بی‌آن شود
  • Çünkü bu sıfatta olmayan can bayağıdır, aşağıdır... Bu sözü sofi söylemiştir, doğrudur!
  • زانک جانی کان ندارد هست پست ** این سخن حقست و صوفی گفته است
  • O hayvanlardan da fazla can çekişir... Âlemde ince işlere girişir!
  • او ز حیوانها فزون‌تر جان کند ** در جهان باریک کاریها کند
  • Onun örüp dokuduğu hile ve şeytanlık, başka bir hayvandan zuhur edemez!
  • مکر و تلبیسی که او داند تنید ** آن ز حیوان دیگر ناید پدید
  • Altın sırmalı elbiseler dokur, denizin dibinden inciler çıkarır... 1515
  • جامه‌های زرکشی را بافتن ** درها از قعر دریا یافتن
  • Hendese bilgilerinin en ince noktalarını bilir yahut nücum, tıp ve felsefe bilgilerini elde eder!
  • خرده‌کاریهای علم هندسه ** یا نجوم و علم طب و فلسفه
  • Çünkü onun, ancak bu dünya ile alâkası vardır... Yedinci kat göğe çıkmaya yolu yoktur.
  • که تعلق با همین دنیاستش ** ره به هفتم آسمان بر نیستش
  • Bütün bu bilgiler, ahır yapısına yarar... Ahır da öküzle devenin varlığına destektir!
  • این همه علم بنای آخرست ** که عماد بود گاو و اشترست
  • Hayvanların birkaç gün yaşamalarına yarayan bu bilgilerin adını, şu ahmaklar remizler, ince şeyler kodular.
  • بهر استبقای حیوان چند روز ** نام آن کردند این گیجان رموز
  • Allah yolunun, Allah durağının bilgisini ancak gönül sahibi yahut da gönül sahibinin gönlü bilir! 1520
  • علم راه حق و علم منزلش ** صاحب دل داند آن را با دلش
  • İşte Allah bu terkiple lâtif bir hayvan olan insanı yarattı, onu bilgilere eş etti.
  • پس درین ترکیب حیوان لطیف ** آفرید و کرد با دانش الیف
  • O bölüğe “hayvanlar gibi” dedi... Çünkü uyanıklığın uykuyla ne münasebeti var?
  • نام کالانعام کرد آن قوم را ** زانک نسبت کو بیقظه نوم را
  • Hayvani ruhta ancak uyku bulunur... Bu çeşit insanlarda aksine duygular vardır.
  • روح حیوانی ندارد غیر نوم ** حسهای منعکس دارند قوم
  • Fakat uyanıklık gelmedi de hayvani uyku kalmadı mı duygusunun aksi ve aykırı olduğunu levhten okur anlar!
  • یقظه آمد نوم حیوانی نماند ** انعکاس حس خود از لوح خواند
  • Uykuya dalan kişinin uyandığı zaman, rüyada gördüklerinin aksini görmesi gibi! 1525
  • هم‌چو حس آنک خواب او را ربود ** چون شد او بیدار عکسیت نمود
  • Hülâsa o aşağılık kişi, aşağılık âlemdendir... Onu bırak, “Ben batanları sevmem, de!”
  • لاجرم اسفل بود از سافلین ** ترک او کن لا احب الافلین
  • Kalplerinde hastalık olanlara gelince: Kur’an, onların gönüllerindeki pisliği arttırır ve "Allah, Kur’an’daki misallerle çoğunu azdırır, çoğunu da doğru yola götürür" ayetlerinin tefsiri
  • در تفسیر این آیت کی و اما الذین فی قلوبهم مرض فزادتهم رجسا و قوله یضل به کثیرا و یهدی به کثیرا
  • Çünkü hayvani ruha sahip olan kişinin, huylarını değiştirmeye, nefsiyle savaşa girişmeye, aşağılıktan kurtulmaya istidadı vardı ama o istidadı fevt etti!
  • زانک استعداد تبدیل و نبرد ** بودش از پستی و آن را فوت کرد
  • Hâlbuki hayvanda istidat yoktur... Hayvanlıktaki özrü apaçıktır!
  • باز حیوان را چو استعداد نیست ** عذر او اندر بهیمی روشنیست
  • İnsandan yol gösteren bu istidat gitti mi ne yerse yesin eşek beynidir!
  • زو چو استعداد شد کان رهبرست ** هر غذایی کو خورد مغز خرست
  • Aklı arttıran bir ilâç olan belâdür yese afyon kesilir... Kalp illeti ve akılsızlığı artar! 1530
  • گر بلادر خورد او افیون شود ** سکته و بی‌عقلیش افزون شود
  • İnsanların bir bölüğüyse savaştadır. Yarı hayvan, doğru yolu bulma bakımından yarı insandır!
  • ماند یک قسم دگر اندر جهاد ** نیم حیوان نیم حی با رشاد
  • Gece gündüz savaşta, çekiştedir bunlar... Sonu yani insanlığı, önüyle yani hayvanlığıyla savaşır durur.
  • روز و شب در جنگ و اندر کش‌مکش ** کرده چالیش آخرش با اولش
  • Aklın nefisle savaşı Mecnun’un devesiyle savaşına benzer. Mecnun’un sevdası Leylâ’dır, devenin sevdası yavrusuna. Nitekim Mecnun da “Devemin sevdası ardındakinedir, benim sevdam önümdekine. İkimiz de sevdalıyız ama sevdalarımız aykırı!" demiştir.
  • چالیش عقل با نفس هم چون تنازع مجنون با ناقه میل مجنون سوی حره میل ناقه واپس سوی کره چنانک گفت مجنون هوا ناقتی خلفی و قدامی الهوی و انی و ایاها لمختلفان
  • Bu, Mecnun’la devesine benzer... O, ileriye gitmeye savaşır, bu geriye gitmeye!
  • هم‌چو مجنون‌اند و چون ناقه‌ش یقین ** می‌کشد آن پیش و این واپس به کین
  • Mecnun’un sevdası, önde bulunan Leylâ’ya kavuşmak, devenin sevdası ardına dönüp yavrusuna ulaşmak!
  • میل مجنون پیش آن لیلی روان ** میل ناقه پس پی کره دوان
  • Mecnun, bir an bile kendisinden geçti mi deve, hemencecik geri döner, geriye giderdi. 1535
  • یک دم ار مجنون ز خود غافل بدی ** ناقه گردیدی و واپس آمدی
  • Mecnun, tamamı ile aşkla, sevda ile dolu olduğundan kendisinden geçmemesine imkân yoktu.
  • عشق و سودا چونک پر بودش بدن ** می‌نبودش چاره از بی‌خود شدن
  • Kendisini gözetleyen akıldı... Fakat aklını, Leylâ’nın sevdası kapmıştı!
  • آنک او باشد مراقب عقل بود ** عقل را سودای لیلی در ربود
  • Deveye gelince o, çevikti, fırsat gözleyip durmaktaydı... Yularını gevşek hissetti mi,
  • لیک ناقه بس مراقب بود و چست ** چون بدیدی او مهار خویش سست
  • Anlardı ki Mecnun daldı gitti... Hemen geriye yüz tutar, yavrusunun bulunduğu tarafa doğru gitmeye başlardı.
  • فهم کردی زو که غافل گشت و دنگ ** رو سپس کردی به کره بی‌درنگ
  • Mecnun kendisine gelir, evvelce bulundukları yerden fersahlarca geriye gittiğini anlardı. 1540
  • چون به خود باز آمدی دیدی ز جا ** کو سپس رفتست بس فرسنگها
  • Üç gün böyle yol aldılar... Mecnun, âdeta yıllarca tereddüt içinde kaldı.
  • در سه روزه ره بدین احوالها ** ماند مجنون در تردد سالها
  • Nihayet dedi ki: A deve, ikimizde âşığız ama birbirimize aykırıyız... Arkadaşlığa lâyık değiliz!
  • گفت ای ناقه چو هر دو عاشقیم ** ما دو ضد پس همره نالایقیم
  • Senin sevgin de bana uygun değil, yuların da senden ayrılmak gerek!
  • نیستت بر وفق من مهر و مهار ** کرد باید از تو صحبت اختیار
  • Bu iki arkadaş da, birbirinin yolunu vurmada... Tenden aşağı inip ayrılmayan can, yol azıtır gider!
  • این دو همره یکدگر را راه‌زن ** گمره آن جان کو فرو ناید ز تن
  • Senin canın da arşın ayrılığı ile yoksulluğa düşmüş... Teninse diken aşkıyla deveye dönmüş! 1545
  • جان ز هجر عرش اندر فاقه‌ای ** تن ز عشق خاربن چون ناقه‌ای
  • Can, yücelere kanatlar açmada... Ten, tırnaklarıyla yere sarılmada!
  • جان گشاید سوی بالا بالها ** در زده تن در زمین چنگالها
  • Ey vatan aşkıyla ölmüş deve, sen benimle oldukça canım, Leylâ’dan uzak kaldı gitti!
  • تا تو با من باشی ای مرده‌ی وطن ** پس ز لیلی دور ماند جان من
  • Adeta Musa kavminin yıllarca çölde kalışı gibi bende seninle bu hallere düştüm... Ömrüm geldi geçti!
  • روزگارم رفت زین گون حالها ** هم‌چو تیه و قوم موسی سالها
  • Bu yol, vuslata erişmek için iki adımdan ibaret... Hâlbuki ben, senin hilenle tam altmış yıldır, bu iki adımlık yolda kalakaldım!
  • خطوتینی بود این ره تا وصال ** مانده‌ام در ره ز شستت شصت سال
  • Yol yakın... Fakat ben pek geç kaldım. Bu binicilikten adamakıllı usandım artık! 1550
  • راه نزدیک و بماندم سخت دیر ** سیر گشتم زین سواری سیرسیر
  • Bu sözleri söyleyip kendisini deveden fırlattı attı, niceye bir dertten yanıp yakılacağım, yandım artık, dedi!
  • سرنگون خود را از اشتر در فکند ** گفت سوزیدم ز غم تا چندچند
  • Ona o geniş ova daracık bir hale geldi... Kendisini bir taşlığa atıverdi!
  • تنگ شد بر وی بیابان فراخ ** خویشتن افکند اندر سنگلاخ
  • Hem de öyle bir attı ki o yiğidin bedeni ezildi...
  • آنچنان افکند خود را سخت زیر ** که مخلخل گشت جسم آن دلیر
  • Kendisini yere öyle bir fırlattı ki kazara ayağı da kırıldı!
  • چون چنان افکند خود را سوی پست ** از قضا آن لحظه پایش هم شکست
  • Ayağını bağladı, top olurum da dedi, onun çevgânının önüne düşer, yuvarlanarak giderim! 1555
  • پای را بر بست و گفتا گو شوم ** در خم چوگانش غلطان می‌روم
  • İşte güzel sözlü hakîm, tenden inmeyen atlıya bu yüzden lânet etmiştir.
  • زین کند نفرین حکیم خوش‌دهن ** بر سواری کو فرو ناید ز تن