English    Türkçe    فارسی   

4
194-243

  • Öyle bir oğlu var ki şehirde misli yok... Güzel, anlayışlı, çevik, hem de iyi bir geçimi var.”
  • یک پسر دارد که اندر شهر نیست ** خوب و زیرک چابک و مکسب کنیست
  • Sofi dedi ki: “İyi ama biz yoksuluz, perişanız... Bu kadının ailesiyse mallı, mülklü kişiler. 195
  • گفت صوفی ما فقیر و زار و کم ** قوم خاتون مال‌دار و محتشم
  • Nasıl olurda bize eşit olabilir? Kapının bir kanadı tahtadan, öbürü fildişinden... Böyle şey olur mu hiç?
  • کی بود این کفو ایشان در زواج ** یک در از چوب و دری دیگر ز عاج
  • Nikâhta iki çiftin birbirine eşit ve denk olması lâzım... Yoksa iş bozulur, geçim olmaz!”
  • کفو باید هر دو جفت اندر نکاح ** ورنه تنگ آید نماند ارتیاح
  • Kadının, o çeyiz kaydında değil, istediği şey kapalı ve namuslu olmasından ibaret demesi, sofinin de bunu gizli tut demesi
  • گفتن زن کی او در بند جهاز نیست مراد او ستر و صلاحست و جواب گفتن صوفی این را سرپوشیده
  • Kadın dedi ki: “Ben de bu özrü söyledim, ama o, çeyiz filan arayanlardan değilim...
  • گفت گفتم من چنین عذری و او ** گفت نه من نیستم اسباب جو
  • Biz mala, altına doymuş, imtilâ olmuş, usanmışız... Halk gibi hırs sahibi değiliz, mal ve para toplama düşüncesi yok bizde.
  • ما ز مال و زر ملول و تخمه‌ایم ** ما به حرص و جمع نه چون عامه‌ایم
  • Bizim istediğimiz şey, yalnız kapalı, temiz ve namuslu oluşudur. Zaten iki âlemde de kurtuluş, bununla olur.” dedi. 200
  • قصد ما سترست و پاکی و صلاح ** در دو عالم خود بدان باشد فلاح
  • Sofi, yine yoksulluk özrünü ortaya koydu; bunu gizli kalmasın diye tekrar tekrar anlattı.
  • باز صوفی عذر درویشی بگفت ** و آن مکرر کرد تا نبود نهفت
  • Kadın dedi ki: “Ben de bunu tekrarladım, çeyizimizin olmadığını iyice anlattım.
  • گفت زن من هم مکرر کرده‌ام ** بی‌جهازی را مقرر کرده‌ام
  • Fakat onun inanışı dağdan da sağlam... Yüzlerce yoksulluktan bile şikâyet etmiyor.
  • اعتقاد اوست راسختر ز کوه ** که ز صد فقرش نمی‌آید شکوه
  • Benim istediğim şey namustur, sizden dilediğim doğruluktur, himmettir deyip duruyor.”
  • او همی‌گوید مرادم عفتست ** از شما مقصود صدق و همتست
  • Sofi dedi ki: “Zaten çeyizimizi, malımızı gördü... Gizli aşikâr başka neyimiz varsa onları da hep görür. 205
  • گفت صوفی خود جهاز و مال ما ** دید و می‌بیند هویدا و خفا
  • İşte daracık bir evimiz, bir kişi sığacak kadar bir yerimiz var... Öyle dar ki orada bir iğne bile gizlenemez.
  • خانه‌ی تنگی مقام یک تنی ** که درو پنهان نماند سوزنی
  • Temizliğe, kapalılığa, namuslu oluşa gelince: o, bunu zaten bilir!
  • باز ستر و پاکی و زهد و صلاح ** او ز ما به داند اندر انتصاح
  • Kapalılığını, örtülü ve namuslu oluşunu o, önünde de, sonunda da, başında da, nihayetinde de bizden daha iyi bilir, bizden daha iyi görür.
  • به ز ما می‌داند او احوال ستر ** وز پس و پیش و سر و دنبال ستر
  • Zaten kızımızın çeyizi çimeni, aşçısı, işçisi olmadığı meydanda... İyi ve namuslu oluşuna gelince: o, bunu zaten bilir.
  • ظاهرا او بی‌جهاز و خادمست ** وز صلاح و ستر او خود عالمست
  • Kızın namuslu olduğunu babanın anlatması şart değil ya... Nasıl olduğu esasen onca aydın gün gibi meydandadır’’. 210
  • شرح مستوری ز بابا شرط نیست ** چون برو پیدا چو روز روشنیست
  • Senin de yanlışın meydana çıktı, rezil rüsvay oldun... Bari az söyle; bu hikâyeyi onun için anlattım.
  • این حکایت را بدان گفتم که تا ** لاف کم بافی چو رسوا شد خطا
  • A dâvada ayak direyip duran, senin anlayışın, hüküm çıkarışın da bundan ibaret işte!
  • مر ترا ای هم به دعوی مستزاد ** این بدستت اجتهاد و اعتقاد
  • Sen de sofinin karısı gibi hainsin, kötülükte hile tuzağını kurmuşsun!
  • چون زن صوفی تو خاین بوده‌ای ** دام مکر اندر دغا بگشوده‌ای
  • Bu suretle her yüzü yunmadık pis kişiye temizliğini anlatır durursun... Kendinden utanır da Allah’tan utanmazsın!
  • که ز هر ناشسته رویی کپ زنی ** شرم داری وز خدای خویش نی
  • Allah’a “duyar, görür” demekteki maksat
  • غرض از سمیع و بصیر گفتن خدا را
  • Allah, her şeyi görür, bu görüş de daima seni korkutsun diye kendisine “gören” dedi. 215
  • از پی آن گفت حق خود را بصیر ** که بود دید ویت هر دم نذیر
  • Kötü sözlerden dudağını yumasın diye de kendisini “duyan diye anlattı.
  • از پی آن گفت حق خود را سمیع ** تا ببندی لب ز گفتار شنیع
  • Korkasın da bir fesat düşünmeyesin diye “bilen” adını takındı.
  • از پی آن گفت حق خود را علیم ** تا نیندیشی فسادی تو ز بیم
  • Fakat bunlar, meselâ zenciye kâfur adının verildiği gibi Allah’a konmuş adlar değildir.
  • نیست اینها بر خدا اسم علم ** که سیه کافور دارد نام هم
  • Allah ismi, sıfattan türeme, sıfattan meydana gelmedir, Allah sıfatlarıysa kadimdir, evveli yoktur. İlleti Ûlâ misali gibi batıl ve saçma değildir.
  • اسم مشتقست و اوصاف قدیم ** نه مثال علت اولی سقیم
  • Öyle olmasaydı sağıra duyan, köre aydın adlarının verilmesi gibi alay olur, maskaralık olurdu. 220
  • ورنه تسخر باشد و طنز و دها ** کر را سامع ضریران را ضیا
  • Tanınma için konan ad, meselâ terbiyesiz ve utanmaz birisine mahcup yahut kara ve çirkin birisine güzel diye konuvermiş bir addır.
  • یا علم باشد حیی نام وقیح ** یا سیاه زشت را نام صبیح
  • Yeni doğmuş çocukcağıza hacı yahut da soyunda var diye gazi adını koymaktır.
  • طفلک نوزاده را حاجی لقب ** یا لقب غازی نهی بهر نسب
  • Bu lâkapları, övmek için söylerlerse övülende bu sıfatlar yoksa övüş, doğru olmaz ki.
  • گر بگویند این لقبها در مدیح ** تا ندارد آن صفت نبود صحیح
  • Ya alaya almaktır yahut da öven delidir. Allah ise zalimlerin söylediklerinden beridir, paktır.
  • تسخر و طنزی بود آن یا جنون ** پاک حق عما یقول الظالمون
  • Ben seninle buluşmadan önce de biliyordum: Güzel yüzlüsün ama kötü huylusun sen! 225
  • من همی دانستمت پیش از وصال ** که نکورویی ولیکن بدخصال
  • Ben seni görmeden de inatçı bir adam olduğunu, kötülükte ayak diremiş, kötülüğe alışmış bulunduğunu biliyordum.
  • من همی دانستمت پیش از لقا ** کز ستیزه راسخی اندر شقا
  • Gözüm kızarırsa, az görsem bile yine o illete tutulduğumu bilirim ya!
  • چونک چشمم سرخ باشد در غمش ** دانمش زان درد گر کم بینمش
  • Sen beni çobansız bir kuzu gibi yapayalnız gördün de bekçim, gözcüm yok sandın.
  • تو مرا چون بره دیدی بی شبان ** تو گمان بردی ندارم پاسبان
  • Âşıklar, bakılmaması lazım gelen yere bakarlar da o yüzden dertlenirler, o dert sebebiyle de ağlarlar, inlerler.
  • عاشقان از درد زان نالیده‌اند ** که نظر ناجایگه مالیده‌اند
  • O ceylanı çobansız, o esiri ucuz sanırlar. 230
  • بی‌شبان دانسته‌اند آن ظبی را ** رایگان دانسته‌اند آن سبی را
  • Nihayet “Gözcüsü, bekçisi benim... Az bak!” diye bir bakış okudur gelir, ciğerlerine saplanır!
  • تا ز غمزه تیر آمد بر جگر ** که منم حارس گزافه کم نگر
  • Ben, bir kuzudan da, keçiden de aşağı mıyım ki ardımda gözcüm, bekçim olmasın?
  • کی کم از بره کم از بزغاله‌ام ** که نباشد حارس از دنباله‌ام
  • Öyle bir bekçim var ki saltanat, ona yaraşır... Bana nasıl bir yel esmekte? O bilir!
  • حارسی دارم که ملکش می‌سزد ** داند او بادی که آن بر من وزد
  • O yel soğuk mudur, sıcak mı? O bilen Allah, gafil değildir... Bilir a kötü kişi!
  • سرد بود آن باد یا گرم آن علیم ** نیست غافل نیست غایب ای سقیم
  • Fakat şehvete mensup olan nefis, Hak’tan sağırdır, kördür. Ben de senin körlüğünü ta uzaktan gördüm. 235
  • نفس شهوانی ز حق کرست و کور ** من به دل کوریت می‌دیدم ز دور
  • Onun için sekiz yıldır hiç seni sormadım... Çünkü seni bilgisizlikle kat kat dolu gördüm ben.
  • هشت سالت زان نپرسیدم به هیچ ** که پرت دیدم ز جهل پیچ پیچ
  • Külhandaki adama nasılsın diye neye sorayım? Nasıl olacak; baş aşağı bir halde işte!
  • خود چه پرسم آنک او باشد بتون ** که تو چونی چون بود او سرنگون
  • Dünya külhana benzer, takva da hamama
  • مثال دنیا چون گولخن و تقوی چون حمام
  • Dünya şehveti, külhana benzer. Takva hamamı da onunla aydınlanır.
  • شهوت دنیا مثال گلخنست ** که ازو حمام تقوی روشنست
  • Fakat takva sahipleri bu külhanda safa ve zevk içindedirler... Çünkü onlar, hamama girmiş, yunup arınmışlardır.
  • لیک قسم متقی زین تون صفاست ** زانک در گرمابه است و در نقاست
  • Zenginlerse hamamdakileri ısıtmak için tezek taşıyanlara benzerler. 240
  • اغنیا ماننده‌ی سرگین‌کشان ** بهر آتش کردن گرمابه‌بان
  • Allah, hamam ısınsın, tavlansın diye onlara bir hırs vermiştir.
  • اندریشان حرص بنهاده خدا ** تا بود گرمابه گرم و با نوا
  • Bu külhandan vazgeç de hamama git... Külhanı terk etmek, bil ki hamama girmenin ta kendisidir.
  • ترک این تون گوی و در گرمابه ران ** ترک تون را عین آن گرمابه دان
  • Külhanda kalan dünya şehvetine sabreden, dünyadan el etek çeken kişiye hizmetçi mesabesindedir.
  • هر که در تونست او چون خادمست ** مر ورا که صابرست و حازمست