English    Türkçe    فارسی   

4
1976-2025

  • Kim dostlarla düşer kalkarsa külhanda bile olsa gül bahçesindedir...
  • هر که باشد همنشین دوستان ** هست در گلخن میان بوستان
  • Fakat zamanede düşmanla düşüp kalkan gül bahçesinde bile olsa külhandadır!
  • هر که با دشمن نشیند در زمن ** هست او در بوستان در گولخن
  • Biz, ben diye varlığa düşerek dostu incitme de kimse, düşmanın olmasın!
  • دوست را مازار از ما و منت ** تا نگردد دوست خصم و دشمنت
  • Allah için halka hayır yap yahut kendi canın için herkese hayırda bulun da.
  • خیر کن با خلق بهر ایزدت ** یا برای راحت جان خودت
  • Daima gözüne dost görünsün... Gönlüne kin yüzünden çirkin suretler gelmesin! 1980
  • تا هماره دوست بینی در نظر ** در دلت ناید ز کین ناخوش صور
  • Fakat birisine düşmanlıkta bulundun mu ondan çekin... Seni seven bir dostla görüş, danışacağını ona danış!
  • چونک کردی دشمنی پرهیز کن ** مشورت با یار مهرانگیز کن
  • Adam dedi ki: Ey iyi kişi, biliyorum seni... Sen benim eski düşmanımsın.
  • گفت می‌دانم ترا ای بوالحسن ** که توی دیرینه دشمن‌دار من
  • Fakat akıllı ve manevi bir adamsın; aklın eğri gitmeme razı olmaz.
  • لیک مرد عاقلی و معنوی ** عقل تو نگذاردت که کژ روی
  • Tabiat, düşmandan hıncını çıkartmak ister ama akıl, nefse demirden bir bağdır;
  • طبع خواهد تا کشد از خصم کین ** عقل بر نفس است بند آهنین
  • Gelir, onu kötülükten men eder, geri çeker... Akıl, onun iyi ve kötü hareketlerine adeta bir şahnedir. 1985
  • آید و منعش کند وا داردش ** عقل چون شحنه‌ست در نیک و بدش
  • İmana mensup akıl adil bir şahneye benzer... Gönül şehrinin bekçisidir, hâkimidir.
  • عقل ایمانی چو شحنه‌ی عادلست ** پاسبان و حاکم شهر دلست
  • Kedi gibi aklı uyanıktır onun... Hırsız, fare gibi delikte kalakalır!
  • هم‌چو گربه باشد او بیدارهوش ** دزد در سوراخ ماند هم‌چو موش
  • Nerede fare çıkar, bir şeye el uzatırsa ya orada kedi yoktur yahut varsa bile sureti vardır!
  • در هر آنجا که برآرد موش دست ** نیست گربه یا که نقش گربه است
  • Kedi nedir? Aslanları yıkan aslan... Tendeki imana mensup akıl!
  • گربه‌ی چه شیر شیرافکن بود ** عقل ایمانی که اندر تن بود
  • Onun görünüşü yırtıcı hayvanlara hâkimdir... Narası otlayan hayvanları men eder! 1990
  • غره‌ی او حاکم درندگان ** نعره‌ی او مانع چرندگان
  • Şehir, hırsızlarla, elbise soyanlarla dolu... Söyle, ister şahne olsun, ister olmasın!
  • شهر پر دزدست و پر جامه‌کنی ** خواه شحنه باش گو و خواه نی
  • Rasul aleyhisselam’ın, bir savaşta, orduda ihtiyarlar ve savaşta tecrübeliler bulunduğu halde Huzeyil kabilesinden bir genci emir yapması
  • امیر کردن رسول علیه‌السلام جوان هذیلی را بر سریه‌ای کی در آن پیران و جنگ آزمودگان بودند
  • Peygamber, kâfilerle savaşmak, abes şeyleri gidermek için bir ordu gönderiyordu.
  • یک سریه می‌فرستادش رسول ** به هر جنگ کافر و دفع فضول
  • Huzeyl kabilesinden bir genci seçti, orduya emir etti.
  • یک جوانی را گزید او از هذیل ** میر لشکر کردش و سالار خیل
  • Askerin aslı kumandandır... Kumandansız kavim, başsız bedene benzer!
  • اصل لشکر بی‌گمان سرور بود ** قوم بی‌سرور تن بی‌سر بود
  • Şu ölüşün, solup gidişin, hep başbuğu terk etmendendir. 1995
  • این همه که مرده و پژمرده‌ای ** زان بود که ترک سرور کرده‌ای
  • Usançtan, nekeslikten, benlikten baş çekmede, kendini başbuğ saymadasın!
  • از کسل وز بخل وز ما و منی ** می‌کشی سر خویش را سر می‌کنی
  • Tıpkı yükten kaçan katır gibi... O da başını alır, dağları boylar!
  • هم‌چو استوری که بگریزد ز بار ** او سر خود گیرد اندر کوهسار
  • Sahibi, a sersem... Her tarafta eşek avlamak üzere sinmiş bir kurt var...
  • صاحبش در پی دوان کای خیره سر ** هر طرف گرگیست اندر قصد خر
  • Şimdi gözümden kayboldun mu her yandan kuvvetli bir kurt çıkagelir.
  • گر ز چشمم این زمان غایب شوی ** پیشت آید هر طرف گرگ قوی
  • Kemiklerini şeker gibi ezer, ufalar... Artık bir daha diriliği göremezsin bile! 2000
  • استخوانت را بخاید چون شکر ** که نبینی زندگانی را دگر
  • Hadi kurdu bir tarafa bırak... Od’suz kalırsın ya! Ateş, odun olmadı mı söner gider.
  • آن مگیر آخر بمانی از علف ** آتش از بی‌هیزمی گردد تلف
  • Kendine gel de sahipliğimden kaçma, yükün ağırlığından çekinme... Senin canın benim diye ardına düşer, koşar durur!
  • هین بمگریز از تصرف کردنم ** وز گرانی بار که جانت منم
  • Sen de bir katırsın... Çünkü nefsin üstün. A kendisine tapan, hüküm üstünündür.
  • تو ستوری هم که نفست غالبست ** حکم غالب را بود ای خودپرست
  • Fakat ululuk ıssı Allah, sana eşek demedi at dedi... Arap, arap atına “Taal” der.
  • خر نخواندت اسپ خواندت ذوالجلال ** اسپ تازی را عرب گوید تعال
  • Cefakâr nefis katırlarını bakmak, yola getirmek için Mustafa, Hakk’ın imrahorudur. 2005
  • میر آخر بود حق را مصطفی ** بهر استوران نفس پر جفا
  • Kerem ve ihsan çekişiyle “Kul tealev” dedi... “Gelin de sizi riyazetle terbiye edeyim dedi, azgın ve serkeş atları alıştırır, yola getiririm ben.
  • قل تعالوا گفت از جذب کرم ** تا ریاضتتان دهم من رایضم
  • Nefisleri azgınlıktan geçinceye dek bu katırlardan ne tekmeler yedim.
  • نفسها را تا مروض کرده‌ام ** زین ستوران بس لگدها خورده‌ام
  • Nerede azgınları yumuşatan bir er varsa onların tekmelerinden kurtulmasına bir çare yoktur!
  • هر کجا باشد ریاضت‌باره‌ای ** از لگدهااش نباشد چاره‌ای
  • Hâsılı belâların çoğu peygamberlere gelir. Çünkü ham kişileri yola getirmek, zaten bir belâdır.
  • لاجرم اغلب بلا بر انبیاست ** که ریاضت دادن خامان بلاست
  • Siz, kaidesiz, nizamsız gitmektesiniz; sözüme uyun da rahvan gidin... Bu suretle de uysal bir hale gelin, padişahın bineceği bir at olun! 2010
  • سکسکانید از دمم یرغا روید ** تا یواش و مرکب سلطان شوید
  • Allah dedi ki: “onlara gelin de, ey terbiyeye alışkın olmayan katırlar, gelin de!
  • قل تعالوا قل تعالو گفت رب ** ای ستوران رمیده از ادب
  • Fakat gelmezlerse gamlanma... O iki temkinsiz için kinlenme!
  • گر نیایند ای نبی غمگین مشو ** زان دو بی‌تمکین تو پر از کین مشو
  • Bazılarının kulakları bu, gelin sözüne karşı sağırdır... Her hayvanın ayrı ahırı vardır.
  • گوش بعضی زین تعالواها کرست ** هر ستوری را صطبلی دیگرست
  • Bazıları bu sesten ürker, kaçarlar... Her atın ahırı ayrıdır.
  • منهزم گردند بعضی زین ندا ** هست هر اسپی طویله‌ی او جدا
  • Bazılarının de bu hikâyelerden canı sıkılır... Çünkü her kuşun kafesi başkadır. 2015
  • منقبض گردند بعضی زین قصص ** زانک هر مرغی جدا دارد قفص
  • Melekler bile bir cinsten değildirler; bu yüzden göklerde saf saf dururlar.
  • خود ملایک نیز ناهمتا بدند ** زین سبب بر آسمان صف صف شدند
  • Çocuklar, gerçi bir mektebe giderler, giderler ama ders bakımından her biri, öbüründen üstündür.
  • کودکان گرچه به یک مکتب درند ** در سبق هر یک ز یک بالاترند
  • Doğuya mensup olanın da duyguları var, batıya mensup olanın da... Fakat görmek göze kısmet olmuştur, mesnet ona verilmiştir.
  • مشرقی و مغربی را حسهاست ** منصب دیدار حس چشم‌راست
  • Yüz binlerce kulak saf saf düzülse yine de hepsi aydın bir göze muhtaçtır.
  • صد هزاران گوشها گر صف زنند ** جمله محتاجان چشم روشن‌اند
  • Sonra kulakların da can sesini, Allah haberlerini, Peygamber buyruklarını duymada bir mesnedi var 2020
  • باز صف گوشها را منصبی ** در سماع جان و اخبار و نبی
  • Yüz binlerce göze ses duyma kabiliyeti verilmemiştir; hiçbir gözün ses duymadan haberi yoktur.
  • صد هزاران چشم را آن راه نیست ** هیچ چشمی از سماع آگاه نیست
  • Böylece her duyguyu birer birer say... Her biri, öbürünün işini göremez!
  • هم‌چنین هر حس یک یک می‌شمر ** هر یکی معزول از آن کار دگر
  • Beş tane dış, beş tane de iç duygusu... Hepsi on tane duygu, ayakta saf kurmuştur.
  • پنج حس ظاهر و پنج اندرون ** ده صف‌اند اندر قیام الصافون
  • Din safından baş çeken giden, gider, en son safa katılır!
  • هر کسی کو از صف دین سرکشست ** می‌رود سوی صفی کان واپسست
  • Sen, gülün sözünü terk etme... Söyleye dur! Bu söz pek büyük bir kimyadır. 2025
  • تو ز گفتار تعالوا کم مکن ** کیمیای بس شگرفست این سخن