English    Türkçe    فارسی   

4
3356-3405

  • Gururlandık aldandık da erlerden baş çektik... hayal denizinde yüzdük durduk.
  • از غروری سر کشیدیم از رجال ** آشنا کردیم در بحر خیال
  • Halbuki ruh dininizde yüzgeçlik hiçmiş... burada Nuh’un gemisine girmekten başka bir çare yokmuş.
  • آشنا هیچست اندر بحر روح ** نیست اینجا چاره جز کشتی نوح
  • O peygamberler padişahı da böyle buyurdu: Bu kül denizinde, bu okyanusta gemi benim!
  • این چنین فرمود این شاه رسل ** که منم کشتی درین دریای کل
  • Yahut da benim can gözüme varis olan, doğrulukta benim yerime geçen halifemdir.
  • یا کسی کو در بصیرتهای من ** شد خلیفه‌ی راستی بر جای من
  • Yiğit, gemiden yüz döndürmemem gerek... işte biz, denizdeki Nuh gemisiyiz! 3360
  • کشتی نوحیم در دریا که تا ** رو نگردانی ز کشتی ای فتی
  • Kenan gibi her dağa gitme... Kuran’dan “Bu gün kurtuluş yoktur “ayetini duy!
  • هم‌چو کنعان سوی هر کوهی مرو ** از نبی لا عاصم الیوم شنو
  • Gözün bağlı da bu gemi, onun için sana aşağı, düşünce dağın da pek yüksek görünmede!
  • می‌نماید پست این کشتی ز بند ** می‌نماید کوه فکرت بس بلند
  • Aman ha aman bu alçacık gemiye hor bakma... Tanrının buna gelip duran ihsanına bak.
  • پست منگر هان و هان این پست را ** بنگر آن فضل حق پیوست را
  • Düşünce dağının yüceliğine de pek bakma... çünkü onu bir dalga altüst ediverir!
  • در علو کوه فکرت کم نگر ** که یکی موجش کند زیر و زبر
  • Eğer Kenan’san, sana bunun gibi iki yüz nasihat versem yine bana inanmazsın! 3365
  • گر تو کنعانی نداری باورم ** گر دو صد چندین نصیحت پرورم
  • Bu sözü Kenan’ın kulağı nereden kabul edecek? Onu Tanrı mühürlemiş gitmiş.
  • گوش کنعان کی پذیرد این کلام ** که برو مهر خدایست و ختام
  • Tanrının mühürlediği kulağa öğüt mü girer? Sonradan olan şey, ezeli hükmü nasıl değiştirir?
  • کی گذارد موعظه بر مهر حق ** کی بگرداند حدث حکم سبق
  • Fakat Kenan değilsin ümidi ile yine sana bir hoş söz söyleyeyim:
  • لیک می‌گویم حدیث خوش‌پیی ** بر امید آنک تو کنعان نه‌ای
  • Nihayet bunu ikrar edeceksin, bari kendine gel de ilk güne bak, son günü gör!
  • آخر این اقرار خواهی کرد هین ** هم ز اول روز آخر را ببین
  • Son günü görebilirsin sen... yalnız sonu gören gözünü yıpratma, kör etme. 3370
  • می‌توانی دید آخر را مکن ** چشم آخربینت را کور کهن
  • Kim kutlucasına işin sonunu görürse hiçbir an yolda sürçmez.
  • هر که آخربین بود مسعودوار ** نبودش هر دم ز ره رفتن عثار
  • Her an bu düşüp kalkmayı istemiyorsan bir erin ayak bastığı toprağı gözüne çek.
  • گر نخواهی هر دمی این خفت‌خیز ** کن ز خاک پایی مردی چشم تیز
  • Onun ayağının bastığı toprağı gözüne sürme yap da bu külhaniliği başından at!
  • کحل دیده ساز خاک پاش را ** تا بیندازی سر اوباش را
  • Çünkü bu şakirtlikte, bu yokluğa düşmeyle iğne bile olsan Zülfikar kesilirsin.
  • که ازین شاگردی و زین افتقار ** سوزنی باشی شوی تو ذوالفقار
  • Her seçilmiş erin ayak bastığı toprağı gözüne sürme gibi çek; o toprak, gözünü hem yakar, hem aydınlatır. 3375
  • سرمه کن تو خاک هر بگزیده را ** هم بسوزد هم بسازد دیده را
  • Deve gözü ışılansın diye diken yer de onun için gözü nurlar saçar!
  • چشم اشتر زان بود بس نوربار ** کو خورد از بهر نور چشم خار
  • Katırın deveye “Ben yol yürürken yüzüstü düşü düşü veriyorum,halbuki sen az düşüyorsun,bu neden diye sorması,devenin cevabı
  • قصه‌ی شکایت استر با شتر کی من بسیار در رو می‌افتم در راه رفتن تو کم در روی می‌آیی این چراست و جواب گفتن شتر او را
  • Katırın biri bir gün bir deveyle buluştu... ikisi de bir ahıra düştüler.
  • اشتری را دید روزی استری ** چونک با او جمع شد در آخری
  • Katır dedi ki: “Ben tepede, düzde, pazarda, köyde çok düşüyorum.
  • گفت من بسیار می‌افتم برو ** در گریوه و راه و در بازار و کو
  • Hele dağ terekesinden aşağı inerken her zaman korkumdan tepe taklak kapanırım.
  • خاصه از بالای که تا زیر کوه ** در سر آیم هر زمانی از شکوه
  • Sense yüz üstü pek az düşersin... bu neden? Yoksa senin arı canın devletlik mi ki? 3380
  • کم همی‌افتی تو در رو بهر چیست ** یا مگر خود جان پاکت دولتیست
  • Ben her an tepesi üstü düşer, dizimi vurur, yüzümü, dizimi kanlara bularım!
  • در سر آیم هر دم و زانو زنم ** پوز و زانو زان خطا پر خون کنم
  • Palanım, yüküm baş aşağı olur; kiracıdan da daima dayak yerim.
  • کژ شود پالان و رختم بر سرم ** وز مکاری هر زمان زخمی خورم
  • Hani az akıllı adam gibi... o da aklının kıtlığından günahından tövbe eder... her an da tövbesini bozar.
  • هم‌چو کم عقلی که از عقل تباه ** بشکند توبه بهر دم در گناه
  • O tövbe bozan reyindeki, azmindeki gevşekliğinin yüzünden zamanede İblise maskara olur.
  • مسخره‌ی ابلیس گردد در زمن ** از ضعیفی رای آن توبه‌شکن
  • Her an yükü ağır olan ve taşlık yolda gitmeye savaşan topal beygir gibi tepesi üstüne düşer. 3385
  • در سر آید هر زمان چون اسپ لنگ ** که بود بارش گران و راه سنگ
  • O ters huylu, tövbesini bozduğu için kafasına gaybtan tokatlar yer durur.
  • می‌خورد از غیب بر سر زخم او ** از شکست توبه آن ادبارخو
  • Sonra tekrar gevşek azmiyle tövbe eder... fakat Şeytan “Ne yaptın?” der demez tövbesini bozar.
  • باز توبه می‌کند با رای سست ** دیو یک تف کرد و توبه‌ش را سکست
  • Pek zayıftır... fakat kendisini öyle ulu görür, öyle kibirlenir ki Tanrıya ulaşanlara bile hor bakar!
  • ضعف اندر ضعف و کبرش آنچنان ** که به خواری بنگرد در واصلان
  • Ey deve, sense mümine benzersin; yüz üstü az düşer, burnunu az vurursun!
  • ای شتر که تو مثال مومنی ** کم فتی در رو و کم بینی زنی
  • Sende ne var ki afete uğramıyorsun... sürçmüyor, yüz üstü az düşüyorsun? 3390
  • تو چه داری که چنین بی‌آفتی ** بی‌عثاری و کم اندر رو فتی
  • Deve dedi ki: “Her kutluluk Tanrıdandır ama benimle senin aranda çok fark var!
  • گفت گر چه هر سعادت از خداست ** در میان ما و تو بس فرقهاست
  • Benim başım yüce, iki gözüm yücelerini görüyor... yüce görüş sahibini zarardan korur.
  • سر بلندم من دو چشم من بلند ** بینش عالی امانست از گزند
  • Ben dağın başındayken dağın eteğini görürüm... her çukuru, her düzü kat, kat görürüm.
  • از سر که من ببینم پای کوه ** هر گو و هموار را من توه توه
  • Nitekim o ulu er de eceline kadar başına ne gelecekse gördü.
  • هم‌چنانک دید آن صدر اجل ** پیش کار خویش تا روز اجل
  • Yirmi yıl sonra neler olacak o iyi huylu bütün bunları bilir. 3395
  • آنچ خواهد بود بعد بیست سال ** داند اندر حال آن نیکو خصال
  • Hattâ o takva sahibi yalnız kendi halini görmez... batıdakilerin halini de görür, doğudakilerin halini de!
  • حال خود تنها ندید آن متقی ** بلک حال مغربی و مشرقی
  • Nur, onun gözünde, gönlünde yurt tutar... neden mi dedin? Vatan sevgisi yüzünden!
  • نور در چشم و دلش سازد سکن ** بهر چه سازد پی حب الوطن
  • Hani Yusuf gibi... o da ayın, güneşin kendisine secde ettiğini önce rüyasında gördü.
  • هم‌چو یوسف کو بدید اول به خواب ** که سجودش کرد ماه و آفتاب
  • On yıl önce hattâ daha önce gördükleri Yusuf’un başına geldi.
  • از پس ده سال بلک بیشتر ** آنچ یوسف دید بد بر کرد سر
  • “Mümin Tanrı nuru ile görür” sözü saçma değil... Tanrı nuru, gökleri bile delip geçer. 3400
  • نیست آن ینظر به نور الله گزاف ** نور ربانی بود گردون شکاف
  • Senin gözünde o nur yok... yürü, sen hayvani duygulara kapılıp kalmışsın!
  • نیست اندر چشم تو آن نور رو ** هستی اندر حس حیوانی گرو
  • Sen, gözünün zayıflığından ayağının önünü görürüsün... zayıfsın kılavuzun da zayıf!
  • تو ز ضعف چشم بینی پیش پا ** تو ضعیف و هم ضعیفت پیشوا
  • Elle ayağa kılavuzluk eden gözdür... basılacak tutulacak yeri de o görür, basılmayacak tutulmayacak yeri de o!
  • پیشوا چشمست دست و پای را ** کو ببیند جای را ناجای را
  • Sonra bir de benim gözüm pek aydındır... bir de şu var: Yaradılışım tertemizdir benim.
  • دیگر آنک چشم من روشن‌ترست ** دیگر آنک خلقت من اطهرست
  • Çünkü ben, helâlzadeyim... zinadan olma ve sapıklardan değilim ben. 3405
  • زانک هستم من ز اولاد حلال ** نه ز اولاد زنا و اهل ضلال