English    Türkçe    فارسی   

4
381-430

  • Hiç ressamlar, öyle bir ressamı sınayabilir, öyle bir ressama hüküm yürütebilir mi?
  • چه تصرف کرد خواهد نقشها ** بر چنان نقاش بهر ابتلا
  • Eğer ressama bir sınama belirdiyse, ressam bir sınama bilgisine sahip olsaydı onu da çizen yine o ressam değil midir?
  • امتحانی گر بدانست و بدید ** نی که هم نقاش آن بر وی کشید
  • Artık o ressamın bilgisindeki suretlere nazaran bu ressamın çizdiği suret nedir ki?
  • چه قدر باشد خود این صورت که بست ** پیش صورتها که در علم ویست
  • Sana bir sınama vesvesesi geldi mi onu kötü talih bil... Gelip çatmış, boynunu vurmuştur!
  • وسوسه‌ی این امتحان چون آمدت ** بخت بد دان کمد و گردن زدت
  • Böyle bir vesveseye uğradın mı çabucacık Allah’a dön secdeye var... 385
  • چون چنین وسواس دیدی زود زود ** با خدا گرد و در آ اندر سجود
  • Secde yerini gözyaşlarınla ısla... Ey Allah, beni bu şüpheden kurtar de!
  • سجده گه را تر کن از اشک روان ** کای خدا تو وا رهانم زین گمان
  • Sınamayı diledin mi işte o zaman din mescidin keçiboynuzuyla dolu demektir!
  • آن زمان کت امتحان مطلوب شد ** مسجد دین تو پر خروب شد
  • Mescid-i Aksa ve keçiboynuzu, Davut aleyhisselâm’ın, Süleyman aleyhisselâm’dan önce o mescidi yapmaya niyetlenmesi
  • قصه‌ی مسجد اقصی و خروب و عزم کردن داود علیه‌السلام پیش از سلیمان علیه‌السلام بر بنای آن مسجد
  • Davut iyiden iyi taşla Mescid-i Aksâ’yı yapmaya niyetlendi, bu niyetle daraldı, bu işe girişmeyi iyice kurdu.
  • چون درآمد عزم داودی به تنگ ** که بسازد مسجد اقصی به سنگ
  • Allah, “Bu işten vazgeç... Bu mescidi sen yapamazsın.
  • وحی کردش حق که ترک این بخوان ** که ز دستت برنیاید این مکان
  • Ey seçilmiş kişi, Mescid-i Aksâ’yı senin yapmanı biz takdir etmedik” diye kendisine vahiy etti. 390
  • نیست در تقدیر ما آنک تو این ** مسجد اقصی بر آری ای گزین
  • Davut “Ey sırları bilen Allah, suçum nedir? Neden mescidi yapma diyorsun bana?” dedi.
  • گفت جرمم چیست ای دانای راز ** که مرا گویی که مسجد را مساز
  • Allah dedi ki: “Suçsuzsun, suçun yok ama kanlara girmişsin... Mazlumların kanlarını boynuna almışsın!
  • گفت بی‌جرمی تو خونها کرده‌ای ** خون مظلومان بگردن برده‌ای
  • Senin sesinden sayısız halk can verdi; sayısız halk, ona av oldu!
  • که ز آواز تو خلقی بی‌شمار ** جان بدادند و شدند آن را شکار
  • Sesin bir hayli kana girmiş, canlar yakan güzel nağmelerin bir hayli adamı canından etmiştir!”
  • خون بسی رفتست بر آواز تو ** بر صدای خوب جان‌پرداز تو
  • Davut dedi ki: “Senin mağlûbundum, senin sarhoşundum... Elim, senin kuvvet ve kudretinle bağlıydı. 395
  • گفت مغلوب تو بودم مست تو ** دست من بر بسته بود از دست تو
  • Padişah mağlûp olana acınmaz mı? Mağlûp, âdeta yok demek değil midir?
  • نه که هر مغلوب شه مرحوم بود ** نه که المغلوب کالمعدوم بود
  • Allah buyurdu ki: Bu mağlûp, öyle bir yoktur ki vara nispetle zahiren yok olmuş değildir, iyice anlayın bunu!
  • گفت این مغلوب معدومیست کو ** جز به نسبت نیست معدوم ایقنوا
  • Bu çeşit yok olan, kendinden geçmiş, var olanların en iyisi, en ulusu olmuştur.
  • این چنین معدوم کو از خویش رفت ** بهترین هستها افتاد و زفت
  • O, Allah sıfatlarına nispetle yoktur... Fakat hakikatte ona yoklukta bir varlık vardır.
  • او به نسبت با صفات حق فناست ** در حقیقت در فنا او را بقاست
  • Bütün ruhlar onun tedbirindedir... Bütün cesetler onun hükmündedir. 400
  • جمله‌ی ارواح در تدبیر اوست ** جمله‌ی اشباح هم در تیر اوست
  • Bizim lütfumuza mağlup olan iradesiz, ihtiyarsız ve âciz kalmış değildir; o, bizim sevgimizde ihtiyar sahibi olmuştur.
  • آنک او مغلوب اندر لطف ماست ** نیست مضطر بلک مختار ولاست
  • Zaten ihtiyar ve iradenin sonu da budur, yani insanın mevhum irade ve ihtiyarının bu makamda yok oluşudur.
  • منتهای اختیار آنست خود ** که اختیارش گردد اینجا مفتقد
  • Zaten nihayet o, mevhum varlıktan mahvolmasaydı hiçbir ihtiyar ve iradeden lezzet alamaz, zevk bulamazdı.
  • اختیاری را نبودی چاشنی ** گر نگشتی آخر او محو از منی
  • Dünyada ister yenecek lokma olsun, ister içilecek bir şey... Onun lezzeti, lezzetten kesilmesinin fer’idir. (İnsan, yediği, içtiği şeylerin lezzetini kaybetmedikçe yiyeceği ve içeceği şeylerden lezzet alamaz. Maddi lezzetlerden kesilmedikçe manevi lezzeti bulamaz)
  • در جهان گر لقمه و گر شربتست ** لذت او فرع محو لذتست
  • Lezzetten geçen gerçi bütün lezzetlere aldırış etmez bir hale gelir ama hakikatte kendisi lezzet kesilir, lezzetten hiç ayrılmaz olur! 405
  • گرچه از لذات بی‌تاثیر شد ** لذتی بود او و لذت‌گیر شد
  • Söz, ancak budur: “İnsanlar kardeştir” ve “Âlimler, tek bir insan gibidir” hadislerinin şerhi, bilhassa Davud ve Süleyman Peygamberlerle diğer peygamberlerin -aleyhisselâm- birliği, birisini inkâr edenin, hiçbir peygambere iman etmemiş sayılacağı. Birlik alâmeti olarak o binlerce evden birini yıktın mı hepsinin yıkılmış ve bir duvarın bile ayakta kalmamış olacağı, Allah’ın “Biz onların arasından bir tanesini bile ayırt etmeyiz” demesi… Âkil kişiye bir işaret yeter, zaten bu, işareti de geçti ya!
  • شرح انما المؤمنون اخوة والعلماء کنفس واحدة خاصه اتحاد داود و سلیمان و سایر انبیا علیهم‌السلام کی اگر یکی ازیشان را منکر شوی ایمان به هیچ نبی درست نباشد و این علامت اتحادست کی یک خانه از هزاران خانه ویران کنی آن همه ویران شود و یک دیوار قایم نماند کی لانفرق بین احد منهم و العاقل یکفیه الاشارة این خود از اشارت گذشت
  • Bu iş senin zorunla, senin kuvvetinle olmayacak ama o mescidi, oğlun yapacak!
  • گرچه بر ناید به جهد و زور تو ** لیک مسجد را برآرد پور تو
  • Ey hikmet sahibi, onun yaptığı senin yaptığındır... Evveline evvel olmayan bir zamandan beri inananlar, birbirlerinin aynıdır, birdir onlar!
  • کرده‌ی او کرده‌ی تست ای حکیم ** مومنان را اتصالی دان قدیم
  • İnananlar sayılıdır, çoktur ama iman birdir... Cisimleri çoktur ama canları tektir.
  • مومنان معدود لیک ایمان یکی ** جسمشان معدود لیکن جان یکی
  • İnsanda öküzün, eşeğin anlayışından ve canından başka bir akıl, başka bir can vardır.
  • غیرفهم و جان که در گاو و خرست ** آدمی را عقل و جانی دیگرست
  • O deme erişen, o makamda Allah velisi olan kişide de, insandaki candan, akıldan başka ve ayrı bir can ve akıl vardır. 410
  • باز غیرجان و عقل آدمی ** هست جانی در ولی آن دمی
  • Hayvani canlarda birlik yoktur... Sen bu birliği rüzgârın ruhunda arama!
  • جان حیوانی ندارد اتحاد ** تو مجو این اتحاد از روح باد
  • Bu hayvani can, ekmek yese insani ruhun karnı doymaz; bu yük çekse o, sıkıntı çekmez!
  • گر خورد این نان نگردد سیر آن ** ور کشد بار این نگردد او گران
  • Hatta onun ölümüyle bu hayvani ruh, neşelenir, sevinir... İnsani ruhun bir şey elde ettiğini görünce de hasedinden ölür!
  • بلک این شادی کند از مرگ او ** از حسد میرد چو بیند برگ او
  • Kurtların, köpeklerin canı, hep ayrı ayrıdır. Bir olan Allah aslanlarının canlarıdır.
  • جان گرگان و سگان هر یک جداست ** متحد جانهای شیران خداست
  • Canları diye cemi sırasıyla söyledim... Çünkü o bir tek can, cisme nispetle yüz olur! 415
  • جمع گفتم جانهاشان من به اسم ** کان یکی جان صد بود نسبت به جسم
  • Gökteki bir tek güneşin bir tek nuru da ev içlerine vurunca yüzlerce nur olur ya!
  • هم‌چو آن یک نور خورشید سما ** صد بود نسبت بصحن خانه‌ها
  • Fakat ortadan duvarları kaldırdın mı hepsinin de nuru bir olur.
  • لیک یک باشد همه انوارشان ** چونک برگیری تو دیوار از میان
  • Evlerin temelleri kalmadı mı müminler bir tek insana döner, bu sır meydana çıkar.
  • چون نماند خانه‌ها را قاعده ** مومنان مانند نفس واحده
  • Bu sözden farklar belirir, müşküller doğar... Çünkü hakikatte buna benzemez bu iş ki; bu bir misaldir.
  • فرق و اشکالات آید زین مقال ** زانک نبود مثل این باشد مثال
  • Aslanla yiğit bir Âdemoğlu arasında sonsuz farklar vardır. 420
  • فرقها بی‌حد بود از شخص شیر ** تا به شخص آدمی‌زاد دلیر
  • Fakat ey hoş gün gören kişi misal getirildiği zaman aradaki birlik, yiğitlik ve canla başla oynama bakımındandır.
  • لیک در وقت مثال ای خوش‌نظر ** اتحاد از روی جانبازی نگر
  • Çünkü o yiğit, her bakımdan aslanın misli değildir, nihayet yiğitlik bakımından aslana benzer.
  • کان دلیر آخر مثال شیر بود ** نیست مثل شیر در جمله‌ی حدود
  • Bu âlemde her bakımdan bir olan bir nakış, bir suret yoktur ki sana mislini göstereyim.
  • متحد نقشی ندارد این سرا ** تا که مثلی وا نمایم من ترا
  • Aklı, şaşkınlıktan kurtarayım diye yine nakış bir misale el atayım:
  • هم مثال ناقصی دست آورم ** تا ز حیرانی خرد را وا خرم
  • Geceleyin her eve bir kandil, bir mum korlar ve onun ışığıyla karanlıktan kurtulurlar ya... 425
  • شب بهر خانه چراغی می‌نهند ** تا به نور آن ز ظلمت می‌رهند
  • O kandil, bu tene benzer, nuru da cana. Kandil, fitile, şuna buna muhtaçtır.
  • آن چراغ این تن بود نورش چو جان ** هست محتاج فتیل و این و آن
  • Bu duyguların o altı fitilli kandili, umumiyetle uykuya, yemeye, içmeye dayanır... O kandilin temeli, bunlardır.
  • آن چراغ شش فتیله‌ی این حواس ** جملگی بر خواب و خور دارد اساس
  • Yiyip içmeden, yatıp uyumadan yarım nefeslik bir zaman bile yaşayamaz... Fakat yiyip yatmakla da yaşayamaz!
  • بی‌خور و بی‌خواب نزید نیم دم ** با خور و با خواب نزید نیز هم
  • Fitili, yağı olmadıkça bakası yoktur; fakat fitille, yağla da vefası yoktur.
  • بی‌فتیل و روغنش نبود بقا ** با فتیل و روغن او هم بی‌وفا
  • Çünkü sebebe bağlı olan, sebepsiz meydana gelmeyen ışığı, ölümü arar durur... Nasıl yaşayabilir ki aydın gün, onun ölümüdür. 430
  • زانک نور علتی‌اش مرگ‌جوست ** چون زید که روز روشن مرگ اوست