English    Türkçe    فارسی   

4
793-842

  • Cüz’ünün cüz’ü bile ona uymuştur, onun askeridir. Şimdi nifak yüzünden sana muti görünür!
  • جزو جزوت لشکر از در وفاق ** مر ترا اکنون مطیع‌اند از نفاق
  • Allah, gözüne, “Onu sık” dese göz ağrısı senin yüzlerce defa kökünü kazır!
  • گر بگوید چشم را کو را فشار ** درد چشم از تو بر آرد صد دمار
  • Dişine “Ona bir ceza ver” dese bir de bakarsın ki dişin, kulağını çekip burmaya başlar! 795
  • ور به دندان گوید او بنما وبال ** پس ببینی تو ز دندان گوشمال
  • Tıp kitabını aç da hastalıklar bahsini oku... Ten askerinin neler yaptığını gör!
  • باز کن طب را بخوان باب العلل ** تا ببینی لشکر تن را عمل
  • Mademki her şeyin canının canı odur, canın canıyla düşmanlığa girişmek kolay mıdır?
  • چونک جان جان هر چیزی ویست ** دشمنی با جان جان آسان کیست
  • Belkıs, cin ve şeytan askerlerini bir tarafa bırak, çünkü onlar, benim emrime canla başla uyarlar, benim hükmümle saflar yararlar!
  • خود رها کن لشکر دیو و پری ** کز میان جان کنندم صفدری
  • Belkıs, önce saltanatı bırak... Çünkü beni buldun mu bütün devlet ve mal, mülk senin olur!
  • ملک را بگذار بلقیس از نخست ** چون مرا یابی همه ملک آن تست
  • Yanıma gelince zaten anlayacaksın ki bensiz bir hamam nakşından, hamamdaki bir resimden ibaretmişsin! 800
  • خود بدانی چون بر من آمدی ** که تو بی من نقش گرمابه بدی
  • Resim, ister padişah resmi olsun, ister zengin resmi... Değil mi ki resimdir, candan nasibi yoktur!
  • نقش اگر خود نقش سلطان یا غنیست ** صورتست از جان خود بی چاشنیست
  • O, başkaları için bezenmiştir... Beyhude yere ağzını, gözünü açmıştır.
  • زینت او از برای دیگران ** باز کرده بیهده چشم و دهان
  • Sen, kendi kendine savaşa girişmişsin... Başkalarını kendin olarak tanımamış, anlamamışsın!
  • ای تو در بیگار خود را باخته ** دیگران را تو ز خود نشناخته
  • Sen hangi surette rastlasan, bu, benim diye durup kalıyorsun ama vallahi o, sen değilsin!
  • تو به هر صورت که آیی بیستی ** که منم این والله آن تو نیستی
  • Bir zamancağız halktan uzaklaşsan, yapayalnız kalsan ta boğazına kadar gama, endişeye batarsın. 805
  • یک زمان تنها بمانی تو ز خلق ** در غم و اندیشه مانی تا به حلق
  • Hâlbuki bu, nasıl sen olabilir? Sen o tek kişisin; Sen kendinin güzelisin, kendinin dilberisin, kendinin sarhoşusun!
  • این تو کی باشی که تو آن اوحدی ** که خوش و زیبا و سرمست خودی
  • Kendinin kuşu, kendinin avı, kendinin tuzağısın... Kendinin başköşesi, kendinin döşemesi, kendinin damısın!
  • مرغ خویشی صید خویشی دام خویش ** صدر خویشی فرش خویشی بام خویش
  • Cevher ona derler ki varlığı, kendi kendine olsun... Onunla var olan, onun feri bulunan şey, arazdır.
  • جوهر آن باشد که قایم با خودست ** آن عرض باشد که فرع او شدست
  • Sen de Âdemoğluysan onun gibi ol, bütün zürriyetleri kendinde gör!
  • گر تو آدم‌زاده‌ای چون او نشین ** جمله ذریات را در خود ببین
  • Testide ne vardır ki nehirde olmasın... Evde ne vardır ki şehirde bulunmasın! 810
  • چیست اندر خم که اندر نهر نیست ** چیست اندر خانه که اندر شهر نیست
  • Bu âlem bir testidir, gönül de ırmak suyuna benzer. Bu âlem odadır, gönülse görülmedik ve şaşılacak şeylerle dolu bir şehir!
  • این جهان خمست و دل چون جوی آب ** این جهان حجره‌ست و دل شهر عجاب
  • Süleyman aleyhisselâm’ın, benim senin imana gelmeni istemem; ancak Allah rızası içindi; ne nefsinde, ne güzelliğinde, ne de saltanatında bir zerre garezim yok. Allah nuruyla gözüm açılsın, sen de görürsün demesi
  • پیدا کردن سلیمان علیه‌السلام کی مرا خالصا لامر الله جهدست در ایمان تو یک ذره غرضی نیست مرا نه در نفس تو و حسن تو و نه در ملک تو خود بینی چون چشم جان باز شود به نورالله
  • Hemencecik gel... Ben, seni davet eden bir elçiyim... Ecel gibi şehveti öldürücüyüm, şehvete esir değil!
  • هین بیا که من رسولم دعوتی ** چون اجل شهوت‌کشم نه شهوتی
  • Hatta şehvetin olsa bile şehvette emîrim... Bir güzelin yüzünü görüp şehvet esiri olmam ben!
  • ور بود شهوت امیر شهوتم ** نه اسیر شهوت روی بتم
  • Aslımızın aslı, Halil ve bütün peygamberler gibi putları kıran kişilerdir.
  • بت‌شکن بودست اصل اصل ما ** چون خلیل حق و جمله انبیا
  • Ey esir, biz put haneye girsek bile puta secde etmeyiz, put bize secde eder. 815
  • گر در آییم ای رهی در بتکده ** بت سجود آرد نه ما در معبده
  • Ahmed de put haneye gitti, Ebu Cehil de... Fakat bunun gitmesiyle onun gitmesi arasında pek büyük bir fark var!
  • احمد و بوجهل در بتخانه رفت ** زین شدن تا آن شدن فرقیست زفت
  • Bu put haneye girdi mi putlar baş kor, secdeye kapanır... O girdi mi ümmetler gibi putlara secde eder!
  • این در آید سر نهند او را بتان ** آن در آید سر نهد چون امتان
  • Şehvete mensup olan bu âlem de put hanedir... Hem peygamberlere yuvadır, hem kâfirlere!
  • این جهان شهوتی بتخانه‌ایست ** انبیا و کافران را لانه‌ایست
  • Fakat şehvet, pak kişilere kuldur... Halis altını ateş yakmaz!
  • لیک شهوت بنده‌ی پاکان بود ** زر نسوزد زانک نقد کان بود
  • Kâfirler kalptır, temiz kişilerse altına benzerler. Her iki kısım da bu potanın içindedir. 820
  • کافران قلب‌اند و پاکان هم‌چو زر ** اندرین بوته درند این دو نفر
  • Potaya kalp olan girdi mi hemen kararır... Altın girdi mi altınlığı belli olur.
  • قلب چون آمد سیه شد در زمان ** زر در آمد شد زری او عیان
  • Altın, elini kolunu açar da potaya atılır, ateş içinde hoş bir surette gülümser durur!
  • دست و پا انداخت زر در بوته خوش ** در رخ آتش همی خندد رگش
  • Âlemde cismimiz, bizim yüzümüzü örtmektedir... Biz, samanla örtülü deniz gibiyiz!
  • جسم ما روپوش ما شد در جهان ** ما چو دریا زیر این که در نهان
  • Din padişahına toprak diye bakma a bilgisiz! Melûn Şeytan da Âdem’e bu bakışla bakmıştı.
  • شاه دین را منگر ای نادان بطین ** کین نظر کردست ابلیس لعین
  • Sen söyle bana bakayım... Hiç bu güneş, balçıkla sıvanabilir mi? 825
  • کی توان اندود این خورشید را ** با کف گل تو بگو آخر مرا
  • Nura yüzlerce toz toprak döksen yine görünür, yine baş gösterir, parlar!
  • گر بریزی خاک و صد خاکسترش ** بر سر نور او برآید بر سرش
  • Saman da nedir ki suyun yüzünü örtsün! Toprak da kim oluyor ki güneşi kapatabilsin!
  • که کی باشد کو بپوشد روی آب ** طین کی باشد کو بپوشد آفتاب
  • Kalk ey Belkıs, Ethem gibi padişâhcasına şu iki üç günlük saltanat dumanını dağıt!
  • خیز بلقیسا چو ادهم شاه‌وار ** دود ازین ملک دو سه روزه بر آر
  • Allah sırrını kutlasın, İbrahim Edhem’in arta kalan hikâyesi
  • باقی قصه‌ی ابراهیم ادهم قدس‌الله سره
  • O iyi adlı, iyi sanlı padişah, bir gece tahtında otururken damda bir tıkırtı, bir hay huy duydu.
  • بر سر تختی شنید آن نیک‌نام ** طقطقی و های و هویی شب ز بام
  • Sarayın damında sert sert adımlar atılıyordu... Kendi kendine kimin ne haddine dedi. 830
  • گامهای تند بر بام سرا ** گفت با خود این چنین زهره کرا
  • Sarayın penceresinden “Kim o... bu, insan olamaz, peri olmalı herhalde” diye seslendi.
  • بانگ زد بر روزن قصر او که کیست ** این نباشد آدمی مانا پریست
  • Hiç görülmemiş bir bölük halk, damdan başlarını indirdiler... Dediler ki: Kaybımız var, gece vakti onu arayıp duruyoruz.
  • سر فرو کردند قومی بوالعجب ** ما همی گردیم شب بهر طلب
  • İbrahim Edhem “Ne arıyorsunuz?” dedi. Dediler ki: Develerimizi! İbrahim Edhem “Damda deve arandığını kim görmüş?” deyince,
  • هین چه می‌جویید گفتند اشتران ** گفت اشتر بام بر کی جست هان
  • Dediler ki: “Peki... Öyleyse sen taht üstünde oturur, padişahlık ederken Allah’ı bulmayı nasıl arıyor, nasıl umuyorsun?”
  • پس بگفتندش که تو بر تخت جاه ** چون همی جویی ملاقات اله
  • İşte bu oldu, bundan sonra bir daha İbrahim Edhem’i kimse görmedi... Peri gibi insanların gözünden kayboldu! 835
  • خود همان بد دیگر او را کس ندید ** چون پری از آدمی شد ناپدید
  • Kendisi, halkın gözü önündeydi ama manası gizliydi... Halk, sakaldan, hırkadan başka neyi görür ki?
  • معنی‌اش پنهان و او در پیش خلق ** خلق کی بینند غیر ریش و دلق
  • Kendi gözünden de kayboldu, halkın gözünden de... İşte ondan sonra zümrüdü anka gibi âlemde meşhur oldu.
  • چون ز چشم خویش و خلقان دور شد ** هم‌چو عنقا در جهان مشهور شد
  • Hangi kuşun canı, Kaf dağına geldiyse bütün âlem onu söyler, ondan bahseder.
  • جان هر مرغی که آمد سوی قاف ** جمله‌ی عالم ازو لافند لاف
  • Bu doğu nuru da Sebe’e vurunca Belkıs’a da, oradaki halka da bir velveledir düştü!
  • چون رسید اندر سبا این نور شرق ** غلغلی افتاد در بلقیس و خلق
  • Ölmüş ruhların hepsi dirildiler, kanat çırptılar... Öldüler, ten mezarlarından başkaldırdılar! 840
  • روحهای مرده جمله پر زدند ** مردگان از گور تن سر بر زدند
  • Birbirlerine “Bak... Gökten bir sestir geldi” diye müjde vermeye başladılar.
  • یک دگر را مژده می‌دادند هان ** نک ندایی می‌رسد از آسمان
  • O sesten dinler gürbüzleşti... Gönüllerin dalları, yaprakları yeşerdi!
  • زان ندا دینها همی‌گردند گبز ** شاخ و برگ دل همی گردند سبز