English    Türkçe    فارسی   

4
85-134

  • Ona “Hiç böyle bir âdet görmedik... Sapıklara dua etmek mürüvvet değildir” dediler. 85
  • مر ورا گفتند کین معهود نیست ** دعوت اهل ضلالت جود نیست
  • Dedi ki: “Ben onlardan iyilik gördüm... Bu yüzden onlara dua etmeyi âdet edindim.
  • گفت نیکویی ازینها دیده‌ام ** من دعاشان زین سبب بگزیده‌ام
  • O kadar kötülükte bulundular, o derece zulüm ve cevir ettiler ki nihayet beni şerden kurtardılar, hayra ulaştırdılar.
  • خبث و ظلم و جور چندان ساختند ** که مرا از شر به خیر انداختند
  • Ne vakit dünyaya yöneldimse onlardan eziyetler gördüm, meşakkatler çektim, dayaklar yedim.
  • هر گهی که رو به دنیا کردمی ** من ازیشان زخم و ضربت خوردمی
  • Bu yüzden de iyilik tarafına kaçardım... Beni o kurtlar yola getirirlerdi.
  • کردمی از زخم آن جانب پناه ** باز آوردندمی گرگان به راه
  • Benim iyiliğime sebep oldular... Ey aklı başında adam, bu yüzden onlara dua etmek, boynumun borcudur benim!” 90
  • چون سبب‌ساز صلاح من شدند ** پس دعاشان بر منست ای هوشمند
  • Kul dertten, elemden Allah’a sızlanır, uğradığı zahmetten yüzlerce şikâyette bulunur.
  • بنده می‌نالد به حق از درد و نیش ** صد شکایت می‌کند از رنج خویش
  • Allah da der ki: Gördün ya, nihayet dert ve zahmet, seni, bana yalvarır bir hale getirdi, seni doğrulttu,
  • حق همی گوید که آخر رنج و درد ** مر ترا لابه کنان و راست کرد
  • Sen, seni yolundan alıkoyandan, bizim kapımızdan uzaklaştırıp kovandan şikâyette bulun!
  • این گله زان نعمتی کن کت زند ** از در ما دور و مطرودت کند
  • Hakikatte her düşman senin ilâcındır... Sana kimyadır, seni faydalandırır, gönlünü alır senin!
  • در حقیقت هر عدو داروی تست ** کیمیا و نافع و دلجوی تست
  • Çünkü ondan kaçar, halvet bucaklarına sığınır, Allah lütfundan yardım dilersin. 95
  • که ازو اندر گریزی در خلا ** استعانت جویی از لطف خدا
  • Dostlarınsa hakikatte düşmanlarındır; onlar seni Allah tapısından uzaklaştırır, seni meşgul ederler!
  • در حقیقت دوستانت دشمن‌اند ** که ز حضرت دور و مشغولت کنند
  • Bir hayvan vardır ki adına porsuk derler... Dayak yedikçe şişmanlar, semirir, semirir.
  • هست حیوانی که نامش اشغرست ** او به زخم چوب زفت و لمترست
  • Ona sopayı vurdukça iyileşir. Sopa vuruldukça semirir, büyür...
  • تا که چوبش می‌زنی به می‌شود ** او ز زخم چوب فربه می‌شود
  • İşte müminin canı da hakikatten bir porsuktur, o da zahmet ve meşakkatlerle kuvvetlenir, semirir.
  • نفس مومن اشغری آمد یقین ** کو به زخم رنج زفتست و سمین
  • Bu yüzden peygamberler eziyetlere, zahmetlere uğradılar... Onların çektikleri meşakkat, bütün cihan halkının çektiği meşakkatten daha üstündü, daha artıktı! 100
  • زین سبب بر انبیا رنج و شکست ** از همه خلق جهان افزونترست
  • Çünkü canları da, bütün canlardan daha büyük, daha üstündü... Onun için de onların uğradıkları belâya başka bir taife uğramadı.
  • تا ز جانها جانشان شد زفت‌تر ** که ندیدند آن بلا قوم دگر
  • Deri, ilâçlarla belâlara uğrar da Taif derisi güzel bir hale girer.
  • پوست از دارو بلاکش می‌شود ** چون ادیم طایفی خوش می‌شود
  • Yoksa ona o acı ve keskin ilaçlar sürülmeseydi pis pis kokar, berbat bir hale gelirdi!
  • ورنه تلخ و تیز مالیدی درو ** گنده گشتی ناخوش و ناپاک بو
  • İnsanı da tabaklanmamış deri say... Rutubetten nem kapar, çirkin bir hale gelir, ağır ağır kokar!
  • آدمی را پوست نامدبوغ دان ** از رطوبتها شده زشت و گران
  • Sen, ona acı ve keskin ilâçları fazlaca ver de temizlensin, lâtif bir hale gelsin, semirsin! 105
  • تلخ و تیز و مالش بسیار ده ** تا شود پاک و لطیف و با فره
  • Buna kudretin yoksa senin dileğin olmaksızın Allah bir zahmet verirse ona sabret, ona razı ol!
  • ور نمی‌توانی رضا ده ای عیار ** گر خدا رنجت دهد بی‌اختیار
  • Çünkü dosttan gelen belâ, sizi temizler... Onun bilgisi, sizin tedbirlerinizden üstündür!
  • که بلای دوست تطهیر شماست ** علم او بالای تدبیر شماست
  • Bir adam, belâda sâfa görürse belâ, tatlılaşır... Hasta iyileştiğini görünce ilâç, kendisine hoş gelir.
  • چون صفا بیند بلا شیرین شود ** خوش شود دارو چو صحت‌بین شود
  • Mat olduğu halde kazandığını görür de “Ey sözlerine, özlerine inanılır kişiler, beni öldürün!” der.
  • برد بیند خویش را در عین مات ** پس بگوید اقتلونی یا ثقات
  • Bu kötü kişi de başkasına fayda verdi ama kendi hakkında merdut bir adam kesildi. 110
  • این عوان در حق غیری سود شد ** لیک اندر حق خود مردود شد
  • İmandan gelen merhamet, ondan alındı... Şeytan sıfatı olan kin, ona çattı, sataştı!
  • رحم ایمانی ازو ببریده شد ** کین شیطانی برو پیچیده شد
  • Hiddetin, kinin yapılıp düzüldüğü tezgâh oldu... Bil ki kin, sapıklığın, kâfirliğin temelidir!
  • کارگاه خشم گشت و کین‌وری ** کینه دان اصل ضلال و کافری
  • Birisinin İsa aleyhisselâm’dan “Âlemde bütün güç şeylerin en gücü nedir?” diye sorması
  • سال کردن از عیسی علیه‌السلام کی در وجود از همه‌ی صعبها صعب‌تر چیست
  • Akıllı birisi, İsa’ya “Âlemde her şeyden daha sarp, daha güç nedir?’’ diye sordu.
  • گفت عیسی را یکی هشیار سر ** چیست در هستی ز جمله صعب‌تر
  • İsa dedi ki: “Ey can, en sarp, en güç şey, Allah gazabıdır. Çünkü o gazaptan cehennem bile su gibi titrer!”
  • گفتش ای جان صعب‌تر خشم خدا ** که از آن دوزخ همی لرزد چو ما
  • Adam “Peki, bu Allah gazabından nasıl aman bulmalı?” deyince İsa şöyle cevap verdi: “Kızdığın zaman kızgınlığına uyamamak gerek!” 115
  • گفت ازین خشم خدا چه بود امان ** گفت ترک خشم خویش اندر زمان
  • Kötü kişi bu kızgınlığın madenidir... Onun çirkin kızgınlığı yırtıcı canavarların kızgınlığını da geçer!
  • پس عوان که معدن این خشم گشت ** خشم زشتش از سبع هم در گذشت
  • O hünersiz kişi, kızgınlıktan vazgeçmekten başka Allah’tan ne rahmet umabilir ki?
  • چه امیدستش به رحمت جز مگر ** باز گردد زان صفت آن بی‌هنر
  • Gerçi bunların âlemde bulunmamasına imkân yok; bunlar da lâzım bu dünyaya... Fakat bu sözü söylemek, onları büsbütün sapıklığa atmaktır!
  • گرچه عالم را ازیشان چاره نیست ** این سخن اندر ضلال افکندنیست
  • Dünyada çare yok, sidik de bulunur; bulunur ama arı duru su değildir ya!
  • چاره نبود هم جهان را از چمین ** لیک نبود آن چمین ماء معین
  • Aşığın kötülük etmek istemesi, sevgilinin ona bağırması
  • قصد خیانت کردن عاشق و بانگ بر زدن معشوق بر وی
  • O ahmak adam, sevgilisini yapayalnız görünce hemencecik kucaklamaya, öpmeye kalkıştı. 120
  • چونک تنهااش بدید آن ساده مرد ** زود او قصد کنار و بوسه کرد
  • O güzel, “Küstahlık etme, edepsizliğin lüzumu yok, aklını başına al” diye heybetle bir bağırdı.
  • بانگ بر وی زد به هیبت آن نگار ** که مرو گستاخ ادب را هوش دار
  • Âşık “Burası ıssız, halk yok... Su ortada, benim gibi de bir susuz!
  • گفت آخر خلوتست و خلق نی ** آب حاضر تشنه‌ی هم‌چون منی
  • Burada rüzgârdan başka kımıldayan yok... Kim var, kim bu açılıp saçılmamıza mâni olacak?” dedi.
  • کس نمی‌جنبد درینجا جز که باد ** کیست حاضر کیست مانع زین گشاد
  • Sevgili dedi ki: “A deli herif, meğerse sen budalaymışsın... Akıllılardan bir şey duymamış, işitmemişsin!
  • گفت ای شیدا تو ابله بوده‌ای ** ابلهی وز عاقلان نشنوده‌ای
  • Rüzgârı esiyor gördün mü bil ki burada onu bir estiren, bir harekete getiren var. 125
  • باد را دیدی که می‌جنبد بدان ** بادجنبانیست اینجا بادران
  • Allah sanatının dilediği gibi iş görme yelpazesi, bu rüzgârlara dokunmada, onu estirip durmada!
  • مروحهى تصريف صنع ايزدش ** زد بر اين باد و همىجنباندش
  • Bizim hükmümüzde olan ehemmiyetsiz ve cüz’i bir rüzgâr bile yelpazeyi sallamadıkça esmez.
  • جزو بادی که به حکم ما درست ** بادبیزن تا نجنبانی نجست
  • A aptal adam, bu cüz’i rüzgâr bile sen ve yelpaze olmadıkça meydana gelmez.
  • جنبش این جزو باد ای ساده مرد ** بی‌تو و بی‌بادبیزن سر نکرد
  • Dudaktaki nefes yeli de canın, bedenin emrine tabidir, onların emriyle harekete gelir.
  • جنبش باد نفس کاندر لبست ** تابع تصریف جان و قالبست
  • Gâh o nefesle birisini över, birisine haber yollarsın... Gâh birini kınar, aleyhinde bulunur, söversin! 130
  • گاه دم را مدح و پیغامی کنی ** گاه دم را هجو و دشنامی کنی
  • Buna bak da öbür rüzgârların hallerini de bil... Akıllılar cüz’de küllü görürler.
  • پس بدان احوال دیگر بادها ** که ز جز وی کل می‌بیند نهی
  • Allah, rüzgârı gâh bahar rüzgârı yapar, gâh kışın onu, bu güzellikten soyar, ayırır.
  • باد را حق گه بهاری می‌کند ** در دیش زین لطف عاری می‌کند
  • Ad kavmine kasırga halinde getirir, Hud Peygambere ise aynı rüzgârı güzel kokulu bir halde estirir.
  • بر گروه عاد صرصر می‌کند ** باز بر هودش معطر می‌کند
  • Bir rüzgârı zehirli sam yeli haline sokar; sabah rüzgârını da gelişi kutlu bir hale kor.
  • می‌کند یک باد را زهر سموم ** مر صبا را می‌کند خرم‌قدوم