English    Türkçe    فارسی   

5
1589-1638

  • Melek, Tanrı merhametinin madenidir. Dedi ki: Şimdi ben şu yaranın üstüne nasıl tuz ekeyim?
  • معدن رحم اله آمد ملک  ** گفت چون ریزم بر آن ریش این نمک 
  • Nitekim Şeytan da kahır madenidir. Adem oğullarından bu yüzden feryat eder. 1590
  • هم‌چنانک معدن قهرست دیو  ** که برآورد از نبی آدم غریو 
  • Yiğidim, merhamet, gazaptan fazladır, gazaba üstündür. Tanrı sıfatlarından lütuf, kahrın üstündedir.
  • سبق رحمت بر غضب هست ای فتا  ** لطف غالب بود در وصف خدا 
  • Kullar da onun huyundadır, tulumlar onun suyu ile doludur.
  • بندگان دارند لابد خوی او  ** مشکهاشان پر ز آب جوی او 
  • O Tanrı Resulü, o sülük kılavuzu “İnsanlar padişahların dinindedir” demiştir.
  • آن رسول حق قلاوز سلوک  ** گفت الناس علی دین الملوک 
  • Mikail, din rabbinin tapısına, eli yeni boş olarak gitti.
  • رفت میکائیل سوی رب دین  ** خالی از مقصود دست و آستین 
  • Dedi ki: Ey sırları bilen tek padişah, toprak ağlayıp inledi, yolumu bağladı benim. 1595
  • گفت ای دانای سر و شاه فرد  ** خاک از زاری و گریه بسته کرد 
  • Senin yanında gözyaşının bir değeri vardır. İşitmezlikten gelemedim.
  • آب دیده پیش تو با قدر بود  ** من نتانستم که آرم ناشنود 
  • Ahın feryadın sence yüce bir değeri var. O hukuku terk etmek elimden gelmedi.
  • آه و زاری پیش تو بس قدر داشت  ** من نتانستم حقوق آن گذاشت 
  • Sence yaşlı gözün pek değeri var. Artık ben, nasıl inat edebilirdim?
  • پیش تو بس قدر دارد چشم تر  ** من چگونه گشتمی استیزه‌گر 
  • Kul, günde beş kere namaza gel, feryad et diye davet edilir.
  • دعوت زاریست روزی پنج بار  ** بنده را که در نماز آ و بزار 
  • Müezzinin “Haydi felaha” demesi yok mu? O felah, bu ağlayış bu sızlanıştır. 1600
  • نعره‌ی مذن که حیا عل فلاح  ** وآن فلاح این زاری است و اقتراح 
  • Sen kimi dertle hasta etmek istersen onun gönlüne ağlayış yolunu kapatırsın.
  • آن که خواهی کز غمش خسته کنی  ** راه زاری بر دلش بسته کنی 
  • Bu suretle de defeden olmaz, bela gelip çatar. Çünkü sızlanma şefaatçısı bulunmaz.
  • تا فرو آید بلا بی‌دافعی  ** چون نباشد از تضرع شافعی 
  • Birisini beladan kurtarmak istersen gönlüne sızlanmayı getirirsin.
  • وانک خواهی کز بلااش وا خری  ** جان او را در تضرع آوری 
  • Kuran’da şiddetli azaba uğrayan ümmetler hakkında dedin ki:
  • گفته‌ای اندر نبی که آن امتان  ** که بریشان آمد آن قهر گران 
  • O anda ağlayıp sızlanmadılar ki bela onlardan dönüp savuşsun. 1605
  • چون تضرع می‌نکردند آن نفس  ** تا بلا زیشان بگشتی باز پس 
  • Gönülleri katı olduğundan suçları kendilerine ibadet görünüyordu.
  • لیک دلهاشان چون قاسی گشته بود  ** آن گنههاشان عبادت می‌نمود 
  • İnatçı kendisini suçlu bilmedikçe nasıl olur da gözleri yaşarır ağlar?
  • تا نداند خویش را مجرم عنید  ** آب از چشمش کجا داند دوید 
  • Ağlayıp sızlamanın, gökyüzünden gelen belayı defettiğine Yunus aleyhisselam'ın hikayesi deleldir. Ulu Tanrı,dilediği gibi iş görür, şu halde sızlanma ve onu ululama, insana fayda verir. Filozoflarsa Tanrı, tabiata ve sebebe göre işi görür, dilediği gibi değil. Onun için de sızlanış, tabiatı değiştiremez derler.
  • قصه‌ی قوم یونس علیه‌السلام بیان و برهان آنست کی تضرع و زاری دافع بلای آسمانیست و حق تعالی فاعل مختارست پس تضرع و تعظیم پیش او مفید باشد و فلاسفه گویند فاعل به طبع است و بعلت نه مختار پر تضرع طبع را نگرداند 
  • Yunus peygamberin kavmine bela gelip çattı. Gökten ateş dolu bir bulut ayrıldı.
  • قوم یونس را چو پیدا شد بلا  ** ابر پر آتش جدا شد از سما 
  • Yıldırımlar saçıyor, taşları yakıyordu. Gök gürlemekte, benizleri sarartmaktaydı.
  • برق می‌انداخت می‌سوزید سنگ  ** ابر می‌غرید رخ می‌ریخت رنگ 
  • Onların hepsi damlardaydı. Vakit geceydi. Gökyüzünden gelen bu bela, gece vakti gelip çatmıştı. 1610
  • جملگان بر بامها بودند شب  ** که پدید آمد ز بالا آن کرب 
  • Hepsi damlardan aşağı indi. Başlarını açıp ovanın yolunu tuttular.
  • جملگان از بامها زیر آمدند  ** سر برهنه جانب صحرا شدند 
  • Analar evlatlarını kendilerinden ayırdılar. Hepsi feryat figana, çığrışıp ağlaşmaya koyuldu.
  • مادران بچگان برون انداختند  ** تا همه ناله و نفیر افراختند 
  • O kavim, akşam namazından seher vaktine kadar başlarına toprak serptiler.
  • از نماز شام تا وقت سحر  ** خاک می‌کردند بر سر آن نفر 
  • Hepsi avaz,avaz ağlaşıp yalvardılar. O inatçı kavme Tanrı acıdı.
  • جملگی آوازها بگرفته شد  ** رحم آمد بر سر آن قوم لد 
  • Ümitsizlikten, sabırsız ah ve feryattan sonra yavaş,yavaş bulut dağılmaya başladı. 1615
  • بعد نومیدی و آه ناشکفت  ** اندک‌اندک ابر وا گشتن گرفت 
  • Yunus peygamberin hikayesi uzun ve etraflıdır. Halbuki toprağı anlatma ve feyiz verme zamanı.
  • قصه‌ی یونس درازست و عریض  ** وقت خاکست و حدیث مستفیض 
  • Hasılı ağlayıp sızlanmanın Tanrı yanında değeri vardır. Ağlayıp sızlanmadaki değer nerede var?
  • چون تضرع را بر حق قدرهاست  ** وآن بها که آنجاست زاری را کجاست 
  • Ey ümit hemen kalk, belini sıkıca bağla. Kalk ey ağlayan daima gül.
  • هین امید اکنون میان را چست بند  ** خیز ای گرینده و دایم بخند 
  • Çünkü ulu Tanrı üstünlük bakımından gözyaşını, şehitlerin kanları ile bir tutmadadır.
  • که برابر می‌نهد شاه مجید  ** اشک را در فضل با خون شهید 
  • Tanrının, Adem aleyhisselam'ın bedenini yaratmak üzere bir avuç toprak alması için İsrafil aleyhisselam'ı yeryüzüne göndermesi.
  • فرستادن اسرافیل را علیه‌السلام به خاک کی حفنه‌ای بر گیر از خاک بهر ترکیب جسم آدم علیه‌السلام 
  • Tanrımız bunun üzerine İsrafil’e, yürü dedi, avucunu toprakla doldur gel. 1620
  • گفت اسرافیل را یزدان ما  ** که برو زان خاک پر کن کف بیا 
  • İsrafil yeryüzüne geldi ama toprak, ağlayıp inlemeye başladı.
  • آمد اسرافیل هم سوی زمین  ** باز آغازید خاکستان حنین 
  • Dedi ki: Ey sür meleği, ey hayat denizi! Ölüler senin nefeslerinle dirilir.
  • کای فرشته‌ی صور و ای بحر حیات  ** که ز دمهای تو جان یابد موات 
  • Sür’u öyle bir kuvvetli üflersin ki halk, çürümüşken dirilir, mahşere gelir, o ovayı doldurur.
  • در دمی از صور یک بانگ عظیم  ** پر شود محشر خلایق از رمیم 
  • Su’ru üfler, haydin ey Kerbela şehitleri, kalkın!
  • در دمی در صور گویی الصلا  ** برجهید ای کشتگان کربلا 
  • Ey ölüm kılıcı ile helak olanlar, dallar, yapraklar gibi topraktan baş kaldırın dersin. 1625
  • ای هلاکت دیدگان از تیغ مرگ  ** برزنید از خاک سر چون شاخ و برگ 
  • Senin merhametin ve o tesirli nefesin yüzünden şu alem, dirilerle dolar.
  • رحمت تو وآن دم گیرای تو  ** پر شود این عالم از احیای تو 
  • Sen rahmet meleğisin, merhamet edersin. Sen Arşı taşımaktasın, ihsan ve lütufların kıblesisin.
  • تو فرشته‌ی رحمتی رحمت نما  ** حامل عرشی و قبله‌ی دادها 
  • Arş, ihsan ve adalet madenidir. Onun altıdan yargılamalarla dolu dört tane ırmak akmaktadır.
  • عرش معدن گاه داد و معدلت  ** چار جو در زیر او پر مغفرت 
  • Süt, ebedi olan bal, şarap ve akar su ırmakları.
  • جوی شیر و جوی شهد جاودان  ** جوی خمر و دجله‌ی آب روان 
  • Bunlar arştan cennetlere giderler. Alemde o ırmaklardan çok az bir şey görünür. 1630
  • پس ز عرش اندر بهشتستان رود  ** در جهان هم چیزکی ظاهر شود 
  • Gerçi o dört ırmağın burada görünen cüzleri bulanıktır ya. Neden? Acı yokluk zehrinden.
  • گرچه آلوده‌ست اینجا آن چهار  ** از چه از زهر فنا و ناگوار 
  • O dört ırmaktan şu kara toprağa bir yudumcuk serptiler de bir fitnedir kopardılar.
  • جرعه‌ای بر خاک تیره ریختند  ** زان چهار و فتنه‌ای انگیختند 
  • Bu suretle aşağılık kişiler, onların aslını arasınlar, bunu dilediler. Fakat adam olmayanlar bunlara kani olup gittiler.
  • تا بجویند اصل آن را این خسان  ** خود برین قانع شدند این ناکسان 
  • Tanrı çocukları beslemek, yetiştirmek için sütü verdi, her kadının göğsünü bu süt ırmağına kaynak yaptı.
  • شیر داد و پرورش اطفال را  ** چشمه کرده سینه‌ی هر زال را 
  • Şarap ırmağını, gamı defetmek, düşünceyi gidermek ve insana kuvvet ve cesaret vermek için üzümden akıttı. 1635
  • خمر دفع غصه و اندیشه را  ** چشمه کرده از عنب در اجترا 
  • Bal ırmağına da arının için kaynak etti, o ırmağı bedendeki hastalıkları gidermek için akıttı.
  • انگبین داروی تن رنجور را  ** چشمه کرده باطن زنبور را 
  • Suyu da temizlenmek ve içip kanmak için herkese ihsan etti.
  • آب دادی عام اصل و فرع را  ** از برای طهر و بهر کرع را 
  • Bu suretle de bunları görüp asıllarını izlemeni diledi. Fakat ey herzevekil, sen bunlara kani oluverdin.
  • تا ازینها پی بری سوی اصول  ** تو برین قانع شدی ای بوالفضول