English    Türkçe    فارسی   

5
2037-2086

  • Çünkü, o kara taştı, bu akik. O, nura düşmandı bu aşık.
  • زانک او سنگ سیه بد این عقیق  ** آن عدوی نور بود و این عشیق 
  • Bu “Benim” demek, a boşboğaz, hakikatte “Odur” demektir. Fakat iki nurun birleşmesi gibi de değil, bir şeyin bir şeye sızması gibi de değil.
  • این انا هو بود در سر ای فضول  ** ز اتحاد نور نه از رای حلول 
  • Çalış da taşlığın azalsın, laal ol da taşın nurlansın.
  • جهد کن تا سنگیت کمتر شود  ** تا به لعلی سنگ تو انور شود 
  • Savaşta, zahmet çekmede sabırlı ol da anbean yoklukta varlık bul. 2040
  • صبر کن اندر جهاد و در عنا  ** دم به دم می‌بین بقا اندر فنا 
  • Sende her zaman taşlık sıfatı azalsın, laal sıfatı kuvvetlensin.
  • وصف سنگی هر زمان کم می‌شود  ** وصف لعلی در تو محکم می‌شود 
  • Bedenden varlık sıfatı gitsin, başındaki sarhoşluk çoğalsın.
  • وصف هستی می‌رود از پیکرت  ** وصف مستی می‌فزاید در سرت 
  • Kulak gibi tamamı ile kulak ol da sana laal küpe takılsın.
  • سمع شو یکبارگی تو گوش‌وار  ** تا ز حلقه‌ی لعل یابی گوشوار 
  • Kuyu kazan adam gibi sen de adamsan su bedenin kuyusunu kaz da suya ulaş.
  • هم‌چو چه کن خاک می‌کن گر کسی  ** زین تن خاکی که در آبی رسی 
  • Fakat duru suyun rabbinden bir cezbe gelirse kuyu kazmadan da su, yerden fışkırır. 2045
  • گر رسد جذبه‌ی خدا آب معین  ** چاه ناکنده بجوشد از زمین 
  • Yalnız sen buna kulak asma da kazmaya savaş. Yavaş,yavaş kuyunun toprağını deş derinleştir.
  • کار می‌کن تو بگوش آن مباش  ** اندک اندک خاک چه را می‌تراش 
  • Kim zahmet çekerse defineyi elde eder. Kim çalışır çabalarsa devlete ulaşır.
  • هر که رنجی دید گنجی شد پدید  ** هر که جدی کرد در جدی رسید 
  • Peygamber, Rukü ve secde varlık halkasını Tanrı kapısına vurmaktır dedi.
  • گفت پیغمبر رکوعست و سجود  ** بر در حق کوفتن حلقه‌ی وجود 
  • Kim o kapının halkasını döverse elbette ona devlet baş gösterir.
  • حلقه‌ی آن در هر آنکو می‌زند  ** بهر او دولت سری بیرون کند 
  • O kovucu beyin gece yarısında çavuşlarla gelip Eyaz'ın odasını açması, odada asılı bulunan çarıkla postu görmesi, bunu düzen sanıp odanın her tarafını kazması, şüphe ettiği yerlerini deşmesi, kuyucuları getirmesi, duvarları delmesi ve nihayet hiçbir şey bulamayıp utanması, ümitsizliğe düşmesi. Nitekim kötü düşüncelerle hayale kapılanlar da peygamberlerle velilere büyücü dediler, bunlar, bu işi kendiliklerinden yapıyorlar, bununla yücelik ve ululuk diliyorlar diye söylendiler. İşin içyüzünü araştırdıktan sonra da utandılar, hiçbir fayda elde edemediler.
  • آمدن آن امیر نمام با سرهنگان نیم‌شب بگشادن آن حجره‌ی ایاز و پوستین و چارق دیدن آویخته و گمان بردن کی آن مکرست و روپوش و خانه را حفره کردن بهر گوشه‌ای کی گمان آمد چاه کنان آوردن و دیوارها را سوراخ کردن و چیزی نایافتن و خجل و نومید شدن چنانک بدگمانان و خیال‌اندیشان در کار انبیا و اولیا کی می‌گفتند کی ساحرند و خویشتن ساخته‌اند و تصدر می‌جویند بعد از تفحص خجل شوند و سود ندارد 
  • O emin adamlar, hazine, altın ve altın dolu küpler bulmak üzere oda kapısına geldiler. 2050
  • آن امینان بر در حجره شدند  ** طالب گنج و زر و خمره بدند 
  • Yüzlerce hünerle ve istekten çırpınarak kilidi açtılar.
  • قفل را برمی‌گشادند از هوس  ** با دو صد فرهنگ و دانش چند کس 
  • Çünkü kilit pek sağlamdı, adamakıllı kilitlenmişti. Aynı zamanda başka kilitlere de benzemiyordu.
  • زانک قفل صعب و پر پیچیده بود  ** از میان قفلها بگزیده بود 
  • Eyaz bu odayı hasisliğinden, yahut malını, ham altınını gizlemek için değil, bu sırrı halktan gizlemek için kilitlemişti.
  • نه ز بخل سیم و مال و زر خام  ** از برای کتم آن سر از عوام 
  • Bazıları kötü hayallere kapılır, bir kısım halkta bana riyakar der demişti.
  • که گروهی بر خیال بد تنند  ** قوم دیگر نام سالوسم کنند 
  • Himmetli adamların öyle can sırları vardır ki lal madeni gibi onları aşağılık adamlardan gizlerler. 2055
  • پیش با همت بود اسرار جان  ** از خسان محفوظ‌تر از لعل کان 
  • Fakat ahmaklarca altın, candan yeğdir. Padişahların yanındaysa can altını saçılır.
  • زر به از جانست پیش ابلهان  ** زر نثار جان بود نزد شهان 
  • Onlar da altın hırsı ile hararetlenmişler, koşuyorlardı. Akılları böyle hızlı gitmeyin, daha yavaş olun diyordu ama dinleyen kim?
  • می شتابیدند تفت از حرص زر ** عقلشان میگفت نه آهستهتر
  • حرس تازد بیهده سوی سراب ** عقل گوید نیک بین کان نیست آب
  • Hırs üstün gelmişti, altın da can gibi sevgiliydi. Artık o anda aklın sesi duyulmaz olmuştu.
  • حرص غالب بود و زر چون جان شده  ** نعره‌ی عقل آن زمان پنهان شده 
  • Hırsları şamataları bir iken yüz olmuştu. Aklın tedbir ve irşadı artık gizlenmişti. 2060
  • گشته صدتو حرص و غوغاهای او  ** گشته پنهان حکمت و ایمای او 
  • Nihayet aldanma kuyusuna düşecekler, o vakit hikmetin kınamasını duyacaklardı.
  • تا که در چاه غرور اندر فتد  ** آنگه از حکمت ملامت بشنود 
  • Tuzağın ipine dolaşıp gururu kırılınca nefsi levvamenin kınanmasını işiteceklerdi.
  • چون ز بند دام باد او شکست  ** نفس لوامه برو یابید دست 
  • Bu çeşit adam, başını bela duvarına çarpmadıkça kulağı sağırdır, gönlün öğüdünü duymaz.
  • تا به دیوار بلا ناید سرش  ** نشنود پند دل آن گوش کرش 
  • Helva ve şeker hırsı çocukların iki kulağını sağır eder, öğütleri duymaz.
  • کودکان را حرص گوزینه و شکر  ** از نصیحتها کند دو گوش کر 
  • Fakat çıban çıkarmaya başladı mı kulakları açılır, öğütleri dinler. 2065
  • چونک دردت دنبلش آغاز شد  ** در نصیحت هر دو گوشش باز شد 
  • O birkaç kişi yüzlerce hırsla, yüzlerce hevesle odanın kapısını açtılar.
  • حجره را با حرص و صدگونه هوس  ** باز کردند آن زمان آن چند کس 
  • Kokmuş ayrana üşüsen, ayranın içine düşen sinekler gibi birbirlerini çiğneyerek odaya girdiler.
  • اندر افتادند از در ز ازدحام  ** هم‌چو اندر دوغ گندیده هوام 
  • Sinekler de ayrana debdebeyle ve koşa,koşa atılırlar ama içine düştüler mi içmelerine imkan bulunmaz, iki kanatları da ıslanır kala kalırlar.
  • عاشقانه در فتد با کر و فر  ** خورد امکان نی و بسته هر دو پر 
  • Onlar da içeri girip sağa, sola bakındılar. Fakat odada bir yırtık çarıkla bir eski kürkten başka bir şey yoktu.
  • بنگریدند از یسار و از یمین  ** چارقی بدریده بود و پوستین 
  • Tekrar burası boş olamaz. Bu çarık, işi gizlemek için konmuş. 2070
  • باز گفتند این مکان بی‌نوش نیست  ** چارق اینجا جز پی روپوش نیست 
  • Keskin kazmalar getirelim de yeri kazalım dediler.
  • هین بیاور سیخهای تیز را  ** امتحان کن حفره و کاریز را 
  • Her tarafı kazdılar estiler. Delikler açtılar, derin,derin çukurlar kazdılar.
  • هر طرف کندند و جستند آن فریق  ** حفره‌ها کردند و گوهای عمیق 
  • Çukurları kazarlarken o çukurlar, onlara, a kazıcılar, bizde bir şey yok diyordu.
  • حفره‌هاشان بانگ می‌داد آن زمان  ** کنده‌های خالییم ای کندگان 
  • Nihayet bir şey bulamayınca bu zandan utandılar, çukurları doldurmaya koyuldular.
  • زان سگالش شرم هم می‌داشتند  ** کنده‌ها را باز می‌انباشتند 
  • Her biri sayısız Lahavle okumaktaydı. Tamah kuşları gıdasız kalmıştı. 2075
  • بی‌عدد لا حول در هر سینه‌ای  ** مانده مرغ حرصشان بی‌چینه‌ای 
  • Duvarın, kapının yarıkları, delikleri, onların o beyhude sapıklığına şahitti.
  • زان ضلالتهای یاوه‌تازشان  ** حفره‌ی دیوار و در غمازشان 
  • Sanki duvar değildi, inkar edememeleri için Eyaz’ın huzurunda onlar aleyhinde birer tanıktı.
  • ممکن اندای آن دیوار نی  ** با ایاز امکان هیچ انکار نی 
  • Suçsuz birisine bir töhmet atıldı mı duvar ve ören tanıklık verir.
  • گر خداع بی‌گناهی می‌دهند  ** حایط و عرصه گواهی می‌دهند 
  • Hasılı üstleri, basları tozla toprakla dolu, yüzleri sapsarı utanmış bir halde Padişahın huzuruna vardılar.
  • باز می‌گشتند سوی شهریار  ** پر ز گرد و روی زرد و شرمسار 
  • Kovucuların, Eyaz'ın odasından torbaları boş, utanmış olarak Padişahın huzuruna gelmeleri, Nitekim "O gün bir gündür ki yüzler ağarır o gün, yüzler kararır" ve "Tanrıya yalan isnad edenleri görürsün ki yüzleri kapkara olmuş" ayetleri hükmünce peygamberlerin kötülükten ari ve tertemiz oldukları anlaşılınca onlar hakkında kötü düşüncelere saplananlar da utanırlar.
  • بازگشتن نمامان از حجره‌ی ایاز به سوی شاه توبره تهی و خجل هم‌چون بدگمانان در حق انبیا علیهم‌السلام بر وقت ظهور برائت و پاکی ایشان کی یوم تبیض وجوه و تسود وجوه و قوله تری الذین کذبوا علی الله وجوههم مسودة 
  • Padişah mahsustan fikrini gizleyerek onlara “Hayrola koltuklarınızda ne altın var, ne torba. 2080
  • شاه قاصد گفت هین احوال چیست  ** که بغلتان از زر و همیان تهیست 
  • Paralarla ağır kumaşları gizlediyseniz yüzünüzdeki neşe nerede? dedi.
  • ور نهان کردید دینار و تسو  ** فر شادی در رخ و رخسار کو 
  • Kök, gizlice ürer, kök verir ama “Eseri, yüzlerinde görünür” yaprağı yemyeşildir.
  • گرچه پنهان بیخ هر بیخ آورست  ** برگ سیماهم وجوهم اخضرست 
  • Yücelmiş dal, o kökün zehirden, şekerden ne yediyse, yediklerini bağıra,bağıra ilan eder.
  • آنچ خورد آن بیخ از زهر و ز قند  ** نک منادی می‌کند شاخ بلند 
  • Kökte bir maya bir sermaye yoksa daldaki bu yeşil yapraklar nedir?
  • بیخ اگر بی‌برگ و از مایه تهیست  ** برگهای سبز اندر شاخ چیست 
  • Toprak, kökün ağzını mühürlese bile el ve ayak dalları tanıklık verir. 2085
  • بر زبان بیخ گل مهری نهد  ** شاخ دست و پا گواهی می‌دهد 
  • O emin adamlar, hep birden gölge gibi Padişahın huzurunda secde edip özür getirdiler.
  • آن امینان جمله در عذر آمدند  ** هم‌چو سایه پیش مه ساجد شدند