English    Türkçe    فارسی   

5
2267-2316

  • Bu sefer de kusurda bulunursam artık duamı ve sözümü dinleme.
  • من اگر این بار تقصیری کنم  ** پس دگر مشنو دعا و گفتنم 
  • Hem böyle söylenip titremede, hem katra katra gözyaşları dökmede, hem de cellâtların, hain kişilerin ellerine düştüm diye feryadetmedeydi.
  • این همی زارید و صد قطره روان  ** که در افتادم به جلاد و عوان 
  • Hiçbir Firenk bu hale düşmesin. Hiçbir mülhit bu feryada uğramasın diyor.
  • تا نمیرد هیچ افرنگی چنین  ** هیچ ملحد را مبادا این حنین 
  • Kendine ağlayıp duruyor, Azrail'i gözünün önünde görüyordu. 2270
  • نوحه‌ها کرد او بر جان خویش  ** روی عزرائیل دیده پیش پیش 
  • Yarabbi, yarabbi diye o kadar söylendi ki kapı ve duvar da onunla beraber yarabbi, yarabbi demeye başladı.
  • ای خدا و ای خدا چندان بگفت  ** که آن در و دیوار با او گشت جفت 
  • O yarabbi yarabbi derken birden, inciyi arayanların sesi duyuldu:
  • در میان یارب و یارب بد او  ** بانگ آمد از میان جست و جو 
  • Arama nöbetinin Nasuh'a gelmesi ve "Herkesi aradık, Nasuh'u da arayın" denmesi, Nasuh'un korkudan kendisinden geçişi, Tanrı elçisinin - Tanrı ona rahmet ve esenlikler versin - bir hastalığa, yahut sıkıntıya uğradığı vakit "Şiddetten, açılır, savuşursun" buyurduğu gibi Nasuh'un da o şiddetten kurtuluşu.
  • نوبت جستن رسیدن به نصوح و آواز آمدن که همه را جستیم نصوح را بجویید و بیهوش شدن نصوح از آن هیبت و گشاده شدن کار بعد از نهایت بستگی کماکان یقول رسول الله صلی الله علیه و سلم اذا اصابه مرض او هم اشتدی ازمة تنفرجی 
  • Herkesi aradık, ey Nasuh, sen gel. Bu sesi duyar duymaz, Nasuh kendisinden geçti, âdeta bedeninden ruhu uçtu.
  • جمله را جستیم پیش آی ای نصوح  ** گشت بیهوش آن زمان پرید روح 
  • Harap duvar gibi çöküverdi. Aklı fikri gitti, cansız bir hal aldı.
  • هم‌چو دیوار شکسته در فتاد  ** هوش و عقلش رفت شد او چون جماد 
  • Bedeninden amansız bir halde aklı gidince sırrı, derhal Tanrı'ya ulaştı. 2275
  • چونک هوشش رفت از تن بی‌امان  ** سر او با حق بپیوست آن زمان 
  • Bomboş bir hale geldi, varlığı kalmadı. Tanrı, bir doğan kuşuna benziyen canını, huzuruna çağırdı.
  • چون تهی گشت و وجود او نماند  ** باز جانش را خدا در پیش خواند 
  • Muratsız gemisi kırılınca rahmet denizinin kıyısına düştü.
  • چون شکست آن کشتی او بی‌مراد  ** در کنار رحمت دریا فتاد 
  • Akılsız, fikirsiz bir hale gelince canı, Hakk'a ulaştı. İşte o zaman rahmet denizi coştu.
  • جان به حق پیوست چون بی‌هوش شد  ** موج رحمت آن زمان در جوش شد 
  • Canı, beden ayıbından kurtulunca sevine sevine aslına gitti.
  • چون که جانش وا رهید از ننگ تن  ** رفت شادان پیش اصل خویشتن 
  • Can, doğan kuşuna benzer, ten ona tuzaktır. O, beden tuzağına ayağı bağlı, kanadı kırık bir halde düşüp kalmıştır. 2280
  • جان چو باز و تن مرورا کنده‌ای  ** پای بسته پر شکسته بنده‌ای 
  • Fakat aklı, fikri gidince ayağı açıldı. Artık o doğan kuşu, Keykubad'a uçar gider.
  • چونک هوشش رفت و پایش بر گشاد  ** می‌پرد آن باز سوی کیقباد 
  • Rahmet denizleri, coşunca taşlar bile abıhayatı içer.
  • چونک دریاهای رحمت جوش کرد  ** سنگها هم آب حیوان نوش کرد 
  • Zayıf zerre değerlenir, büyür. Topraktan meydana gelen şu döşeme, atlas haline gelir, değerli bir kumaş olur.
  • ذره‌ی لاغر شگرف و زفت شد  ** فرش خاکی اطلس و زربفت شد 
  • Yüz yıllık ölü, mezarından çıkar. Mel'un Şeytan güzelleşir, huriler bile ona haset ederler.
  • مرده‌ی صدساله بیرون شد ز گور  ** دیو ملعون شد به خوبی رشک حور 
  • Bütün bu yeryüzü yeşerir, kuru sopa meyva verir, tazeleşir. 2285
  • این همه روی زمین سرسبز شد  ** چوب خشک اشکوفه کرد و نغز شد 
  • Kurt, kuzuyla eş olur. Ümitsizlerin damarları hoş bir hale gelir, izleri kutlu olur.
  • گرگ با بره حریف می شده  ** ناامیدان خوش‌رگ و خوش پی شده 
  • İncinin bulunması ve sultanın hizmetçi ve halayıklarının Nasuh'tan helâllık dilemeleri
  • یافته شدن گوهر و حلالی خواستن حاجبکان و کنیزکان شاه‌زاده از نصوح 
  • Canı helak eden o korkudan sonra "Kaybolan inci, işte buracıkta" diye müjdeler geldi.
  • بعد از آن خوفی هلاک جان بده  ** مژده‌ها آمد که اینک گم شده 
  • Ansızın ses geldi: Korku gitti, o değen bulunmaz eşsiz inci bulundu.
  • بانگ آمد ناگهان که رفت بیم  ** یافت شد گم گشته آن در یتیم 
  • İnci bulundu, biz de neşelere daldık. Müjde verin, inci bulundu.
  • یافت شد واندر فرح در بافتیم  ** مژدگانی ده که گوهر یافتیم 
  • Hamam, halkın bağrışmasiyle, hüzün gitti feryadiyle, el çırpmasiyle doldu. 2290
  • از غریو و نعره و دستک زدن  ** پر شده حمام قد زال الحزن 
  • Kendinden geçen Nasuh, tekrar kendine geldi. Gözü. yüzlerce aydın gün gördü.
  • آن نصوح رفته باز آمد به خویش  ** دید چشمش تابش صد روز بیش 
  • Herkes ondan helâllik istemekte, herkes elini öpüp durmaktaydı.
  • می حلالی خواست از وی هر کسی  ** بوسه می‌دادند بر دستش بسی 
  • Senden şüphe ettik, hakkını helâl et. Dedikoduda bulunduk, âdeta etini yedik diyorlardı.
  • بد گمان بردیم و کن ما را حلال  ** گوشت تو خوردیم اندر قیل و قال 
  • Çünkü o, yakınlıkta herkesten ön olduğu için herkes daha ziyade ondan şüphe etmişti.
  • زانک ظن جمله بر وی بیش بود  ** زانک در قربت ز جمله پیش بود 
  • Nasuh, has tellâktı, mahremdi. Hattâ sultanla ruhları birdi, bedenleri ayrı. 2295
  • خاص دلاکش بد و محرم نصوح  ** بلک هم‌چون دو تنی یک گشته روح 
  • Sultana ondan yakın bir kadın yok. İnciyi aşırdıysa o aşırmıştır.
  • گوهر ار بردست او بردست و بس  ** زو ملازم‌تر به خاتون نیست کس 
  • Önce onu aramalı demişlerdi ama yine de hürmet ettiklerinden sona bırakmışlar;
  • اول او را خواست جستن در نبرد  ** بهر حرمت داشتش تاخیر کرد 
  • Aldıysa biraz mühlet vermiş olalım da bir yere atsın bari, fikrine düşmüşlerdi.
  • تا بود کان را بیندازد به جا  ** اندرین مهلت رهاند خویش را 
  • Onun için ondan helâllik diliyorlardı, mazeret getirip duruyorlardı.
  • این حلالیها ازو می‌خواستند  ** وز برای عذر برمی‌خاستند 
  • Nasuh, "Bu bana Tanrı'nın lûtfu, ihsanı. Yoksa dediğinizden beterim ben. 2300
  • گفت بد فضل خدای دادگر  ** ورنه زآنچم گفته شد هستم بتر 
  • Benden helâllik dilemeye hacet yok. Çünkü ben, zamane halkının en suçlusuyum.
  • چه حلالی خواست می‌باید ز من  ** که منم مجرم‌تر اهل زمن 
  • Bana söylediğiniz kötülükler, bendeki kötülüğün yüzde biridir. Bunda şüphe eden olabilir, fakat bence apaçıktır bu.
  • آنچ گفتندم ز بد از صد یکیست  ** بر من این کشفست ار کس را شکیست 
  • Kim bende birazcık kötülük biliyorsa muhakkak o bildiği şey, binlerce kötü suçumdan, binlerce pis işimden biridir.
  • کس چه می‌داند ز من جز اندکی  ** از هزاران جرم و بد فعلم یکی 
  • Suçlarımı ve kütü hareketlerimi bir ben bilirim, bir de onları örten Tanrım.
  • من همی دانم و آن ستار من  ** جرمها و زشتی کردار من 
  • Önce iblis bana hocalık etti ama sonradan o bile gözümde bir yelden ibaret oldu. 2305
  • اول ابلیسی مرا استاد بود  ** بعد از آن ابلیس پیشم باد بود 
  • Yaptıklarımın hepsini Tanrı gördü de göstermedi, bu suretle de kötülükle yüzümü sarartmadı.
  • حق بدید آن جمله را نادیده کرد  ** تا نگردم در فضیحت روی‌زرد 
  • Sonra da yine Tanrı rahmeti, kürkümü dikti, canıma can gibi tatlı tövbeyi nasibetti.
  • باز رحمت پوستین دوزیم کرد  ** توبه‌ی شیرین چو جان روزیم کرد 
  • Ne yaptıysam yapmadım saydı, bulunmadığım ibadetleri yapmışım farzetti.
  • هر چه کردم جمله ناکرده گرفت  ** طاعت ناکرده آورده گرفت 
  • Beni selvi ve süsen gibi azadetti. Bahtım, devletim gibi gönlüm de açıldı.
  • هم‌چو سرو و سوسنم آزاد کرد  ** هم‌چو بخت و دولتم دلشاد کرد 
  • Adımı temizler defterine yazdı. Cehennemliktim, bana cenneti bağışladı. 2310
  • نام من در نامه‌ی پاکان نوشت  ** دوزخی بودم ببخشیدم بهشت 
  • Ah ettim, ahım bir ipe döndü, düştüğüm kuyuya sarktı.
  • آه کردم چون رسن شد آه من  ** گشت آویزان رسن در چاه من 
  • O ipe sarıldım, dışarı çıktım. Neşelendim, ferahladım, semirdim, benzim kırmızılaştı.
  • آن رسن بگرفتم و بیرون شدم  ** شاد و زفت و فربه و گلگون شدم 
  • Kuyunun dibinde zebun bir haldeydim, şimdi bütün âleme sığmıyorum.
  • در بن چاهی همی‌بودم زبون  ** در همه عالم نمی‌گنجم کنون 
  • Şükürler olsun sana yarabbi. Beni ansızın gamdan kurtardın.
  • آفرینها بر تو بادا ای خدا  ** ناگهان کردی مرا از غم جدا 
  • Tenimin her kılında bir dil olsa da hepsiyle sana şükretmeye kalkışsam yine şükründen âcizim. 2315
  • گر سر هر موی من یابد زبان  ** شکرهای تو نیاید در بیان 
  • Şu bahçede, şu ırmakların kıyısında halka "Keşke kavmim bilseydi, Tanrı beni ne yüzden yarlığadı" diye nara atmaktayım dedi.
  • می‌زنم نعره درین روضه و عیون  ** خلق را یا لیت قومی یعلمون 
  • Sultanın, Nasuh'u tövbesinden ve tövbesinin kabul edilmesinden sonra tekrar tellâklığa çağırması, ve onun bahaneler bularak gitmemesi
  • باز خواندن شه‌زاده نصوح را از بهر دلاکی بعد از استحکام توبه و قبول توبه و بهانه کردن او و دفع گفتن