English    Türkçe    فارسی   

5
2448-2497

  • Acı suyun etrafında dönüp dolaşan kuş, tatlı suyu görmemiştir.
  • مرغ چون بر آب شوری می‌تند  ** آب شیرین را ندیدست او مدد 
  • Onun imanı da taklitten ibarettir. Canı, iman yüzünü görmemiştir.
  • بلک تقلیدست آن ایمان او  ** روی ایمان را ندیده جان او 
  • Mukallide yoldan da büyük bir tehlike vardır" yol kesen taşlanmış Şeytandan da. 2450
  • پس خطر باشد مقلد را عظیم  ** از ره و ره‌زن ز شیطان رجیم 
  • Fakat hak nurunu görünce emin olur. Ondaki şüphe ıstırapları yatışır.
  • چون ببیند نور حق آمن شود  ** ز اضطرابات شک او ساکن شود 
  • Denizin köpüğü, aslı olan toprağa gelmedikçe çalkanır durur.
  • تا کف دریا نیاید سوی خاک  ** که اصل او آمد بود در اصطکاک 
  • O köpük, toprağa aittir, denizde gariptir. Gariplikte de ıstırap çekmesinden başka bir çaresi yoktur.
  • خاکی است آن کف غریبست اندر آب  ** در غریبی چاره نبود ز اضطراب 
  • Bir adamın gözü açıldı da o nakşı okudu mu artık Şeytan, bir daha ona el atamaz.
  • چونک چشمش باز شد و آن نقش خواند  ** دیو را بر وی دگر دستی نماند 
  • Eşek, tilkiye sırlar söyledi ama serserice söyledi, mukallitçe söyledi. 2455
  • گرچه با روباه خر اسرار گفت  ** سرسری گفت و مقلدوار گفت 
  • Suyu övdü, fakat iştiyakı yoktu. Yüzünü, elbisesini yırttı, fakat âşık değildi.
  • آب را بستود و او تایق نبود  ** رخ درید و جامه او عاشق نبود 
  • Münafıkın özrü kabul edilmez. Çünkü o özür, dudağındadır, kalbinde değil.
  • از منافق عذر رد آمد نه خوب  ** زانک در لب بود آن نه در قلوب 
  • Elma kokusuna sahiptir ama elmaya değil. O koku, onda ancak zarar vermek için vardır.
  • بوی سیبش هست جزو سیب نیست  ** بو درو جز از پی آسیب نیست 
  • Bütün kadınlar, savaşta saf yarmazlar, feryat ve figan ederler.
  • حمله‌ی زن در میان کارزار  ** نشکند صف بلک گردد کارزار 
  • Onu saf içinde aslan gibi görürsün, eline kılıcını almıştır ama eli titrer durur. 2460
  • گرچه می‌بینی چو شیر اندر صفش  ** تیغ بگرفته همی‌لرزد کفش 
  • Vay aklı dişi, kötü ve çirkin nefsi erkek ve atılmaya hazır olana!
  • وای آنک عقل او ماده بود  ** نفس زشتش نر و آماده بود 
  • Nihayet onun aklı alt olur. Ziyandan başka bir yere göçemez.
  • لاجرم مغلوب باشد عقل او  ** جز سوی خسران نباشد نقل او 
  • Ne mutlu aklı erkek olana, çirkin nefsi dişi ve âciz bulunana!
  • ای خنک آن کس که عقلش نر بود  ** نفس زشتش ماده و مضطر بود 
  • Cüzi aklı, erkek ve üst olursa dişi nefsini aklı, alt eder.
  • عقل جزوی‌اش نر و غالب بود  ** نفس انثی را خرد سالب بود 
  • Görünüşte dişinin saldırması da kuvvetlidir ama onun ziyanı, o eşek gibi, eşekliğindendir. 2465
  • حمله‌ی ماده به صورت هم جریست  ** آفت او هم‌چو آن خر از خریست 
  • Kadında hayvan sıfatı üstündür. Çünkü kadının renge, kokuya meyli vardır.
  • وصف حیوانی بود بر زن فزون  ** زانک سوی رنگ و بو دارد رکون 
  • O eşek de çayırlığın rengini, kokusunu duyunca elindeki bütün deliller kaçıp gitti.
  • رنگ و بوی سبزه‌زار آن خر شنید  ** جمله حجتها ز طبع او رمید 
  • Yağmura muhtaç bir susuz haline geldi, bulut yoktu, öküz açlığına uğradı, sabrı yoktu.
  • تشنه محتاج مطر شد وابر نه  ** نفس را جوع البقر بد صبر نه 
  • Babam, sabır demir kalkandır. Tanrı, kalkana "Zafer geldi çattı" yazısını yazmıştır.
  • اسپر آهن بود صبر ای پدر  ** حق نبشته بر سپر جاء الظفر 
  • Mukallit, söz arasında yüzlerce delil getirir. Fakat onları kıyas bakımından söyler, açık bir tarzda değil. 2470
  • صد دلیل آرد مقلد در بیان  ** از قیاسی گوید آن را نه از عیان 
  • Misklere bulanmıştır ama misk değildir. Kendisinde misk kokusu vardır ama pis bir şeydir ancak.
  • مشک‌آلودست الا مشک نیست  ** بوی مشکستش ولی جز پشک نیست 
  • Ey mürit, pislik, misk haline gelinceye kadar yıllarca o bahçede otlamak gerek.
  • تا که پشکی مشک گردد ای مرید  ** سالها باید در آن روضه چرید 
  • Evet, arpa yememeli eşekler gibi. Ceylâncasına Huten ülkesinde erguvan otlamak gerek.
  • که نباید خورد و جو هم‌چون خران  ** آهوانه در ختن چر ارغوان 
  • Karanfilden, yaseminden, gülden başka bir şey otlama. O ceylânlarla Huten sahrasına yürü!
  • جز قرنفل یا سمن یا گل مچر  ** رو به صحرای ختن با آن نفر 
  • Mideni o reyhanlara, güllere alıştır da peygamberlerin hikmet ve gıdasını bul. 2475
  • معده را خو کن بدان ریحان و گل  ** تا بیابی حکمت و قوت رسل 
  • Mideni şu ottan, arpadan vazgeçir, reyhan ve gül yemeye başla.
  • خوی معده زین که و جو باز کن  ** خوردن ریحان و گل آغاز کن 
  • Ten midesi, insanı samanlığa çeker. Gönül midesi reyhanlığa.
  • معده‌ی تن سوی کهدان می‌کشد  ** معده‌ی دل سوی ریحان می‌کشد 
  • Ot ve arpa yiyen kurban olur. Tanrı nuriyle gıdalanan Kuran olur.
  • هر که کاه و جو خورد قربان شود  ** هر که نور حق خورد قرآن شود 
  • Senin yarın pisliktir, yarın misk. Kendine gel de pisliği değil, Çin miskini artır.
  • نیم تو مشکست و نیمی پشک هین  ** هین میفزا پشک افزا مشک چین 
  • O mukallitte yüzlerce delil, yüzlerce söz vardır. Ama dile getirince görürsün ki onlarda can yok. 2480
  • آن مقلد صد دلیل و صد بیان  ** در زبان آرد ندارد هیچ جان 
  • Söyliyende can ve fer olmazsa sözünde yaprak ve meyva nerden olacak? Öyle söz, tesir eder mi hiç?
  • چونک گوینده ندارد جان و فر  ** گفت او را کی بود برگ و ثمر 
  • Küstahçasına insanları yola sokar ama kendisi saman çöpünden fazla titrer.
  • می‌کند گستاخ مردم را به راه  ** او بجان لرزان‌ترست از برگ کاه 
  • Sözü pek parlaktır, fakat sözünde de bir titreyiş gizlidir.
  • پس حدیثش گرچه بس با فر بود  ** در حدیثش لرزه هم مضمر بود 
  • Kâmil ve Tanrı'ya ulaşmış şeyhin davetiyle, okumakla fazilet kazanmış kişilerin sözleri arasındaki fark
  • فرق میان دعوت شیخ کامل واصل و میان سخن ناقصان فاضل فضل تحصیلی بر بسته 
  • Nura ulaşmış şeyh, insana yol bildirir, sözünü nurla yoldaş eder.
  • شیخ نورانی ز ره آگه کند  ** با سخن هم نور را همره کند 
  • Çalış çabala da sarhoş ol, nura ulaş, sözünden Tanrı nuru aksın. 2485
  • جهد کن تا مست و نورانی شوی  ** تا حدیثت را شود نورش روی 
  • Pekmez içinde ne kaynatılırsa pekmez lezzetini alır.
  • هر چه در دوشاب جوشیده شود  ** در عقیده طعم دوشابش بود 
  • Havuç, elma, ayva ve ceviz, pekmezde kayna" tılsa hepsinden de pekmez lezzetini alırsın.
  • از جزر وز سیب و به وز گردگان  ** لذت دوشاب یابی تو از آن 
  • Bilgi de nura karışırsa inatçı ve kötü kişiler bile bilginden nur bulurlar.
  • علم اندر نور چون فرغرده شد  ** پس ز علمت نور یابد قوم لد 
  • Ne söylersen o da nur olur. Çünkü gökten sudan başka bir şey yağmaz.
  • هر چه گویی باشد آن هم نورناک  ** که آسمان هرگز نبارد غیر پاک 
  • Gök ol, bulut ol, yağmur yağdır. Oluk da yağmur yağdırır ama faydası yok. 2490
  • آسمان شو ابر شو باران ببار  ** ناودان بارش کند نبود به کار 
  • Oluktaki su iğretidir, halbuki bulutta ve denizde yaradılıştan vardır.
  • آب اندر ناودان عاریتیست  ** آب اندر ابر و دریا فطرتیست 
  • Düşünce, oluğa benzer. Vahiy ve keşif, bulut ve denizdir.
  • فکر و اندیشه‌ست مثل ناودان  ** وحی و مکشوفست ابر و آسمان 
  • Yağmur suyu, bahçeyi yüz türlü renklerle bezer. Halbuki oluk, komşuları birbirine düşürür, kavga çıkarır.
  • آب باران باغ صد رنگ آورد  ** ناودان همسایه در جنگ آورد 
  • Eşek, tilkiyle iki üç kere bahiste bulundu. Fakat mukallitti, tilkinin hilesine kapıldı.
  • خر دو سه حمله به روبه بحث کرد  ** چون مقلد بد فریب او بخورد 
  • Görgü ve anlayışı olmadığından tilkinin hilesi, onu kandırdı. 2495
  • طنطنه‌ی ادراک بینایی نداشت  ** دمدمه‌ی روبه برو سکته گماشت 
  • Yemek hırsı onu öyle bir alçaktı ki beş yüz delili olmakla beraber tilkiye zebun oldu.
  • حرص خوردن آنچنان کردش ذلیل  ** که زبونش گشت با پانصد دلیل 
  • Adamın biri bir oğlana kötülükte bulunurken oğlanın belindeki hançeri görüp "Bu neden," diye sordu. Çocuk, "Birisi benim hakkımda kötü düşünceye saplanırsa onunla karnını deşerim" dedi. Oğlancı adam, hem işin beceriyor, hem de Şükür Tanrı'ya ki ben sana kötülük düşünmüyorum diyordu. "Benim beytim, beyit değil, bir ülkedir* Alayım, alay değil, bir şey öğretmektir." "Şüphe yok ki Tanrı ne sivrisineği örnek getirmeden utanır, ne ondan üstün olanları." Yani ondan üstün olanların inkâr yüzünden ruhlarının değişmesini, denemiştir. Kâfirler "Tanrı bu örnekle neyi murat ediyor yani?" derler. Bu söze cevap olarak da "Bununla birçoklarını azdırıp sapıtmak, birçoklarını da doğru yola götürmek diler" buyurur. Çünkü her sınama, teraziye benzer. Çoklarının o vasıtayla yüzü kızarır, benizlerine kan gelir, çok kişiler de muratlarına eremez, mahrum olurlar. Bu hususta azıcık düsünsen yüce sonuçlarından çoğunu bulursun
  • حکایت آن مخنث و پرسیدن لوطی ازو در حالت لواطه کی این خنجر از بهر چیست گفت از برای آنک هر کی با من بد اندیشد اشکمش بشکافم لوطی بر سر او آمد شد می‌کرد و می‌گفت الحمدلله کی من بد نمی‌اندیشم با تو «بیت من بیت نیست اقلیمست هزل من هزل نیست تعلیمست» ان الله یستحیی ان یضرب مثلا ما بعوضة فما فوقها ای فما فوقها فی تغییر النفوس بالانکار ان ما ذا ا راد الله بهذا مثلا و آنگه جواب می‌فرماید کی این خواستم یضل به کثیرا و یهدی به کثیرا کی هر فتنه‌ای هم‌چون میزانست بسیاران ازو سرخ‌رو شوند و بسیاران بی‌مراد شوند و لو تاملت فیه قلیلا وجدت من نتایجه الشریفة کثیرا 
  • Bir oğlancı, evine bir oğlan götürdü. Onu baş aşağı edip düzmeye koyuldu.
  • کنده‌ای را لوطیی در خانه برد  ** سرنگون افکندش و در وی فشرد