English    Türkçe    فارسی   

5
2759-2808

  • Yedi yıl bu bedenim, aşk ateşiyle yandı kavruldu. Çöllerde asma yaprağı yedim, onunla geçindim.
  • هفت سال از سوز عشق جسم‌پز  ** در بیابان خورده‌ام من برگ رز 
  • Hattâ taze, yahut kuru yaprak yemeden bu bedenimin rengi yemyeşil oldu. 2760
  • تا ز برگ خشک و تازه خوردنم  ** سبز گشته بود این رنگ تنم 
  • İnsanlar atasının suretinde, perdesinde bulundukça âşıklara öyle pek serserice bakma.
  • تا تو باشی در حجاب بوالبشر  ** سرسری در عاشقان کمتر نگر 
  • Akıllı fikirli kişiler, kılı kırk yardılar. Heyet (kozmoğrafya) bilgisini elde ettiler.
  • زیرکان که مویها بشکافتند  ** علم هیات را به جان دریافتند 
  • Neyrencat, sihir ve felsefeyi, hakkiyle belleyemedilerse de,
  • علم نارنجات و سحر و فلسفه  ** گرچه نشناسند حق المعرفه 
  • Mümkün olduğu kadar çalıştılar, elde ettiler, bütün akranlarını geçtiler.
  • لیک کوشیدند تا امکان خود  ** بر گذشتند از همه اقران خود 
  • Aşk, kıskançlığından kendisini gizledi. Böyle bir güneş, onlardan gizli kaldı. 2765
  • عشق غیرت کرد و زیشان در کشید  ** شد چنین خورشید زیشان ناپدید 
  • Gündüzün yıldızları gören keskin gözden güneş, yüzünü gizledi.
  • نور چشمی کو به روز استاره دید  ** آفتابی چون ازو رو در کشید 
  • Bundan geç de öğütümü dinle. Âşıkları aşk göziyle gör.
  • زین گذر کن پند من بپذیر هین  ** عاشقان را تو به چشم عشق بین 
  • Vakit dar, can da kuşkuda. Artık sana özür getirmesine imkân yok.
  • وقت نازک باشد و جان در رصد  ** با تو نتوان گفت آن دم عذر خود 
  • Sen anla da o sözü bekleme. Âşıkların gönüllerini az incit.
  • فهم کن موقوف آن گفتن مباش  ** سینه‌های عاشقان را کم خراش 
  • Sen bu neşeyi anlayamamışsın. Bari ağır ol, ihtiyatı bırakma. 2770
  • نه گمانی برده‌ای تو زین نشاط  ** حزم را مگذار می‌کن احتیاط 
  • Mutlaka yapılması lâzım şey var, yapılsa da olur, yapılmasa da olur iş var, bir de yapılmasına imkân olmayan var. Sen bu ikisinin ortasını tut, ihtiyatta caiz olanı gözet ey bu kavme sonradan gelip katılan kişi!
  • واجبست و جایزست و مستحیل  ** این وسط را گیر در حزم ای دخیل 
  • Beyin, Şeyhin öğütünü duyunca ağlaması ye Şeyhin özündeki doğruluğun ona aksetmesi, o küstahlıktan sonra hazinesini Şeyhe bağışlaması, Şeyhin, ben buyruksuz alıp kullanamam diyerek kabul etmemesi
  • گریان شدن امیر از نصیحت شیخ و عکس صدق او و ایثار کردن مخزن بعد از آن گستاخی و استعصام شیخ و قبول ناکردن و گفتن کی من بی‌اشارت نیارم تصرفی کردن 
  • Şeyh bu sözleri söyleyip hay hayla ağlamaya koyuldu, gözyaşları yeryüzünü ıslatmaya başladı.
  • این بگفت و گریه در شد های های  ** اشک غلطان بر رخ او جای جای 
  • Şeyhin doğruluğu, beyin içine aksetti. Aşk, her an bir görülmemiş çömlek kaynatır durur.
  • صدق او هم بر ضمیر میر زد  ** عشق هر دم طرفه دیگی می‌پزد 
  • Aşıkın doğruluğu cansız bir şeye bile tesir eder. Bilen bir kişinin gönlüne dokunsa şaşılır mı?
  • صدق عاشق بر جمادی می‌تند  ** چه عجب گر بر دل دانا زند 
  • Musa'nın doğruluğu, sopaya ve dağa tesir etti, hattâ azametli denize bile dokundu. 2775
  • صدق موسی بر عصا و کوه زد  ** بلک بر دریای پر اشکوه زد 
  • Ahmed'in doğruluğu ayın yüzüne tesir etti. Hatta parlak güneşin bile yolunu vurdu.
  • صدق احمد بر جمال ماه زد  ** بلک بر خورشید رخشان راه زد 
  • İkisi yüzyüze verip feryada başladılar. Emîr de ağlamaya kovuldu, fakir de.
  • رو برو آورده هر دو در نفیر  ** گشته گریان هم امیر و هم فقیر 
  • Uzun bir müddet ağlaştılar. Sonra bey dedi ki: Ulu kişi, kalk!
  • ساعتی بسیار چون بگریستند  ** گفت میر او را که خیز ای ارجمند 
  • Hazineden ne dilersen al. Bunun gibi yüzlerce ihsana müstahaksın ya, fakat gönlünün dilediğini devşir.
  • هر چه خواهی از خزانه برگزین  ** گرچه استحقاق داری صد چنین 
  • O, senindir. Neye meylin varsa al. Zaten sana iki âlem bile dar gelmede. 2780
  • خانه آن تست هر چت میل هست  ** بر گزین خود هر دو عالم اندکست 
  • Şeyh dedi ki: Bana böyle izin vermediler. Elinle dilediğin şeyi al demediler.
  • گفت دستوری ندادندم چنین  ** که کنم من این دخیلانه دخول 
  • من ز خود نتوانم این کردن فضول ** که کنم من این دخیلانه دخول
  • Bu sözleri, bahane edip kalktı. O ihsan, doğru bir ihsan değildi, onun için kabul etmedi.
  • این بهانه کرد و مهره در ربود  ** مانع آن بدکان عطا صادق نبود 
  • Beyin özü doğruydu, gıllügişi yoktu. Fakat her doğru, Şeyhin gözüne görünmez, o her doğruyu kabul etmezdi ki.
  • نه که صادق بود و پاک از غل و خشم  ** شیخ را هر صدق می‌نامد به چشم 
  • Tanrı, bana git, dilencilik ederek ekmek iste buyurdu dedi. 2785
  • گفت فرمانم چنین دادست اله  ** که گدایانه برو نانی بخواه 
  • Şeyhe, gayıptan, emrimle iki yıl dilencilik edip aldın. Bundan sonra alma, ver. Elini hasırın altına at. O hasırı Ebuhüreyre'nin torbasına döndürdüm. Âlemdekiler, bu âlemin ötesinde bir âlem olduğunu anlasınlar diye dilediğini o hasırın altında bulursun. O âlem, bir âlemdir ki o âlemde eline toprak alsan altın olur. O âleme ölü girse dirilir. En büyük kutsuzluk, oraya girince en büyük kutluluk haline gelir. Küfür, orada iman olur, zehir tiryak kesilir. O âlem, ne bu âlemin içindedir, ne dışında. Ne altında, ne üstünde. Ne bu âleme bitişiktir, ne bu âlemden ayrı. Neliksiz, niteliksiz bir âlemdir o âlem. Her an, o âlemden binlerce eser ve numune görünür. Nitekim elin sanatı, elin suretinin., gözün bakışı, gözün suretinin.. Dilin fasih oluşu, dilin suretinin ne içindedir, ne dışında, ne o surete bitişiktir, ne ayrı, Akıllı kişiye bir işaret yeter.
  • اشارت آمدن از غیب به شیخ کی این دو سال به فرمان ما بستدی و بدادی بعد ازین بده و مستان دست در زیر حصیر می‌کن کی آن را چون انبان بوهریره کردیم در حق تو هر چه خواهی بیابی تا یقین شود عالمیان را کی ورای این عالمیست کی خاک به کف گیری زر شود مرده درو آید زنده شود نحس اکبر در وی آید سعد اکبر شود کفر درو آید ایمان گردد زهر درو آید تریاق شود نه داخل این عالمست و نه خارج این عالم نه تحت و نه فوق نه متصل نه منفصل بی‌چون و بی چگونه هر دم ازو هزاران اثر و نمونه ظاهر می‌شود چنانک صنعت دست با صورت دست و غمزه‌ی چشم با صورت چشم و فصاحت زبان با صورت زبان نه داخلست و نه خارج او نه متصل و نه منفصل والعاقل تکفیه الاشارة 
  • O iş eri, tam iki yıl bu işi yaptı. Ondan sonra Tanrı'dan emir geldi:
  • تا دو سال این کار کرد آن مرد کار  ** بعد از آن امر آمدش از کردگار 
  • Bundan sonra ver, fakat kimseden isteme. Biz, sana bu kudreti gayıptan ihsan ettik.
  • بعد ازین می‌ده ولی از کس مخواه  ** ما بدادیمت ز غیب این دستگاه 
  • Kim senden birden bine kadar ne isterse istesin elini hasırın altına sok, çıkar.
  • هر که خواهد از تو از یک تا هزار  ** دست در زیر حصیری کن بر آر 
  • Bu zahmetsiz hazineden ver. Avucunda toprak altın kesilecektir, hemen ver.
  • هین ز گنج رحمت بی‌مر بده  ** در کف تو خاک گردد زر بده 
  • Ne dilersen ver, hiç düşünme. Tanrı, bil ki sana çoklardan çok ihsanda bulundu. 2790
  • هر چه خواهندت بده مندیش از آن  ** داد یزدان را تو بیش از بیش دان 
  • در عطای ما نه تحشیر و نه کم ** نه پشیمانی نه حسرت زین کرم
  • Ey dayanılan zat, elini hasırın altına daldır da ihsanımız, kötü gözlerden gizli kalsın.
  • دست زیر بوریا کن ای سند  ** از برای روی‌پوش چشم بد 
  • Hasırın altından avucunu doldur, beli kırılmış, dilenciye sun.
  • پس ز زیر بوریا پر کن تو مشت  ** ده به دست سایل بشکسته پشت 
  • Bundan böyle ardı arası kesilmeyecek, sonu gelmeyecek olan ihsanımızdan ver. Değerli inci isteyenlere hemen bahşet.
  • بعد ازین از اجر نامومنون بده  ** هر که خواهد گوهر مکنون بده 
  • Yürü, "Tanrı eli, onların elleri üstündedir" sırrı sana verildi. Tanrı eli gibi sebepsiz, vesilesiz rızık saç. 2795
  • رو ید الله فوق ایدیهم تو باش  ** هم‌چو دست حق گزافی رزق پاش 
  • Borçluları borcundan kurtar. Alem döşemesini yağmur gibi yeşert.
  • وام داران را ز عهده وا رهان  ** هم‌چو باران سبز کن فرش جهان 
  • Bu yıl da işi buydu ancak. Din rabbinin kesesinden boyuna altın verirdi.
  • بود یک سال دگر کارش همین  ** که بدادی زر ز کیسه‌ی رب دین 
  • Kara toprak, elinde altın kesilirdi. Hâtemi Tay, onun safında âdeta bir yoksuldu.
  • زر شدی خاک سیه اندر کفش  ** حاتم طایی گدایی در صفش 
  • Şeyhin, isteyen kişi söylemeden içindekini bilmesi, borçluların ne kadar borcu olduğunu anlaması. Bu "Halkıma benim sıfatlarımla görün" hadîsi kutsinin nişanesidir.
  • دانستن شیخ ضمیر سایل را بی گفتن و دانستن قدر وام وام‌داران بی گفتن کی نشان آن باشد کی اخرج به صفاتی الی خلقی 
  • Yoksul, ihtiyacını söylemese de o bilir, ne kadar ihtiyacı varsa verirdi.
  • حاجت خود گر نگفتی آن فقیر  ** او بدادی و بدانستی ضمیر 
  • O beli bükülmüş yoksulun gönlünde ne varsa ne fazla, ne noksan, o kadar verirdi ona. 2800
  • آنچ در دل داشتی آن پشت‌خم  ** قدر آن دادی بدو نه بیش و کم 
  • Ona, ne bildin ki bu kadar istiyor, bunu nerden anladın? derlerdi.
  • پس بگفتندی چه دانستی که او  ** این قدر اندیشه دارد ای عمو 
  • Derdi ki: Gönül evi bomboş, cennet gibi nasıl ki orada da (cennette) fakr ve ihtiyâç yoktur âdeta.
  • او بگفتی خانه‌ی دل خلوتست  ** خالی از کدیه مثال جنتست 
  • Orada yalnız Tanrı sevgisi var. Onun vuslatı hayalinden başka hiç kimsecikler yok.
  • اندرو جز عشق یزدان کار نیست  ** جز خیال وصل او دیار نیست 
  • Ben evi, iyi kötü, her şeyden sildim, süpürdüm. Evim, tek Tanrının sevgisiyle dolu.
  • خانه را من روفتم از نیک و بد  ** خانه‌ام پرست از عشق احد 
  • Orada Tanrıdan başka ne görürsem benim malan değildir, benden bit şey isteyen yoksulun malıdır. 2805
  • هرچه بینم اندرو غیر خدا  ** آن من نبود بود عکس گدا 
  • Suda bir hurma fidanı, yahut hurmanın kırılıp eğilmiş, yeni aya dönmüş dalı görününce o akis, dışarıdaki fidanın, dışarıdaki dalın aksidir.
  • گر در آبی نخل یا عرجون نمود  ** جز ز عکس نخله‌ی بیرون نبود 
  • Suda bir suret görürsen o, dışarıda bulunan şeyin aksidir yiğidim.
  • در تگ آب ار ببینی صورتی  ** عکس بیرون باشد آن نقش ای فتی 
  • Fakat suyun pislikten arınması için beden ırmağını temizlemek, arıtmak şarttır.
  • لیک تا آب از قذی خالی شدن  ** تنقیه شرطست در جوی بدن