English    Türkçe    فارسی   

5
2869-2918

  • Yediğin rızıkları hatırına getir, geleceğe bakma da az sızlan!;
  • لوت و پوت خورده را هم یاد آر  ** منگر اندر غابر و کم باش زار 
  • Aslanın eteği avlaması, çalınıp çabalarken susaması, tu içmek üzere kaynağa gitmesi, gelince-yedek tilkinin, hayvanın en güzel yerleri olan ciğerini, yüreğini ve böbreklerini yemesi. Aslan gelince eşeğin yüreğini ve ciğerini görmeyerek nerde bunun yüreğiyle ciğeri? diye sorması. Tilkinin, onda yürek ve ciğer olsaydı o gün o korkunç hali gördükten ve binlerce hileyle canını kurtardıktan sonra tekrar buraya gelir miydi? demesi. Tanrı da "Kâfirler, duysaydık, yahut aklımız olsaydı cehennemlik olmazdık derler" buyurmuştur.
  • صید کردن شیر آن خر را و تشنه شدن شیر از کوشش رفت به چشمه تا آب خورد تا باز آمدن شیر جگربند و دل و گرده را روباه خورده بود کی لطیفترست شیر طلب کرد دل و جگر نیافت از روبه پرسید کی کو دل و جگر روبه گفت اگر او را دل و جگر بودی آنچنان سیاستی دیده بود آن روز و به هزار حیله جان برده کی بر تو باز آمدی لوکنا نسمع او نعقل ماکنا فی اصحاب السعیر 
  • Tilkicik, eşeği tâ aslanın yanına kadar götürdü. Aslan, eşeği paramparça etti. 2870
  • برد خر را روبهک تا پیش شیر  ** پاره‌پاره کردش آن شیر دلیر 
  • O canavarlar padişahı, bu savaşta yoruldu, susadı. Su içmek üzere kaynağa gitti.
  • تشنه شد از کوشش آن سلطان دد  ** رفت سوی چشمه تا آبی خورد 
  • Tilkiceğiz, eşeğin ciğeriyle yüreğini, fırsat bulup yedi.
  • روبهک خورد آن جگربند و دلش  ** آن زمان چون فرصتی شد حاصلش 
  • Aslan, su içip dönünce aradı, eşeğin ne ciğeri vardı, ne yüreği!
  • شیر چون وا گشت از چشمه به خور  ** جست در خر دل نه دل بد نه جگر 
  • Tilkiye ciğeri nerde, yüreği ne oldu? dedi. Canavar, hayvanın bu iki uzvunu pek sever.
  • گفت روبه را جگر کو دل چه شد  ** که نباشد جانور را زین دو بد 
  • Tilki dedi ki: Onda yürek, yahut ciğer olsaydı hiçbir kere daha buraya gelir miydi? 2875
  • گفت گر بودی ورا دل یا جگر  ** کی بدینجا آمدی بار دگر 
  • O kıyameti görmüş, o dağdan düşmeyi seyretmiş, o korkuyu tatmış, güçlükle kaçmıştı.
  • آن قیامت دیده بود و رستخیز  ** وآن ز کوه افتادن و هول و گریز 
  • Ciğeri, yahut yüreği olsaydı tekrar senin yanına gelir miydi?
  • گر جگر بودی ورا یا دل بدی  ** بار دیگر کی بر تو آمدی 
  • Bir gönülde gönül nuru olmadı mı o gönül, gönül değildir. Bir bedende ruh yoksa o beden, topraktan ibarettir.
  • چون نباشد نور دل دل نیست آن  ** چون نباشد روح جز گل نیست آن 
  • Bir kandilde can nuru yoksa sidikten, pislikten İbarettir. O sırçaya kandil deme artık.
  • آن زجاجی کو ندارد نور جان  ** بول و قاروره‌ست قندیلش مخوان 
  • O sırça, o kap, halkın yapısıdır ama kandilin nuru, ululuk ıssı Tanrı'nın ihsanıdır. 2880
  • نور مصباحست داد ذوالجلال  ** صنعت خلقست آن شیشه و سفال 
  • Hâsılı sayı ve çokluk kaplardadır, alevlerdeyse ancak birlik vardır.
  • لاجرم در ظرف باشد اعتداد  ** در لهبها نبود الا اتحاد 
  • Bir yere altı tane kandil kosalar nurlarında sayı ve çokluk olmaz.
  • نور شش قندیل چون آمیختند  ** نیست اندر نورشان اعداد و چند 
  • O çıfıt, kapları gördü de müşrik oldu. Öbürü de nuru gördü de imana geldi, anlayış sahibi oldu.
  • آن جهود از ظرفها مشرک شده‌ست  ** نور دید آن مومن و مدرک شده‌ست
  • Ruh. kaplara baktı mı Şis'le Nuh'u iki görür.
  • چون نظر بر ظرف افتد روح را  ** پس دو بیند شیث را و نوح را 
  • Derenin, suyu varsa deredir. Adam, canı olan adamdır. 2885
  • جو که آبش هست جو خود آن بود  ** آدمی آنست کو را جان بود 
  • Bunlar, insan değillerdir, suretten ibarettirler. Bunlar, ekmek ölüsüdürler, şehvet öldürmüştür bunları.
  • این نه مردانند اینها صورتند  ** مرده‌ی نانند و کشته‌ی شهوتند 
  • Bir hale düşmesi yüzünden gündüzün kandille gezip dolaşan papaz
  • حکایت آن راهب که روز با چراغ می‌گشت در میان بازار از سر حالتی کی او را بود 
  • Birisi, gündüzün, gönlü aşk ve yanışla dolu olarak kandille gezerdi.
  • آن یکی با شمع برمی‌گشت روز  ** گرد بازاری دلش پر عشق و سوز 
  • Bir herzevekil ona dedi ki: A adam, kendine gel de öyle her dükkânı arayıp durma.
  • بوالفضولی گفت او را کای فلان  ** هین چه می‌جویی به سوی هر دکان 
  • Aydın günde kandille ne gezip duruyorsun, bu ne saçma şey?
  • هین چه می‌گردی تو جویان با چراغ  ** در میان روز روشن چیست لاغ 
  • Adam dedi ki: Her yanda adam arıyorum. O nefesle diri olan kimdir? 2890
  • گفت می‌جویم به هر سو آدمی  ** که بود حی از حیات آن دمی 
  • Bir adam, şu pazar, adamla dolu o hür kişi dedi.
  • هست مردی گفت این بازار پر  ** مردمانند آخر ای دانای حر 
  • Adam arayan dedi ki: Bu iki yol ağzı ana caddede öfke ve hırs zamanında dayanan bir adam arıyorum.
  • گفت خواهم مرد بر جاده‌ی دو ره  ** در ره خشم و به هنگام شره 
  • Öfke ve şehvet vaktinde kendini tutabilen adam nerde? Bucak, bucak, sokak sokak böyle bir adam arıyorum işte.
  • وقت خشم و وقت شهوت مرد کو  ** طالب مردی دوانم کو به کو 
  • Nerde âlemde bu iki halde dayanabilen bir adam ki bugün ona canımı feda edeyim.
  • کو درین دو حال مردی در جهان  ** تا فدای او کنم امروز جان 
  • Bunu duyan, nadir bulunur bir şey arıyorsun, fakat kaza ve kaderden gafilsin dedi iyi bak. 2895
  • گفت نادر چیز می‌جویی ولیک  ** غافل از حکم و قضایی بین تو نیک 
  • Sen, fer'e bakıyorsun; asıldan haberin bile yok. Biz fer'iz, asıl olan kader hükümleridir.
  • ناظر فرعی ز اصلی بی‌خبر  ** فرع ماییم اصل احکام قدر 
  • Kaza ve kader, dönüp duran gökyüzünün bile yolunu kaybeder. Yüzlerce Utarid'i kaza ve kader, aptallaştırır.
  • چرخ گردان را قضا گمره کند  ** صدعطارد را قضا ابله کند 
  • Çare âlemini daraltır, demirle mermeri bile eritir, su haline getirir.
  • تنگ گرداند جهان چاره را  ** آب گرداند حدید و خاره را 
  • Ey bu yolu adım adım adımlamaya karar veren kişi, sen hamın hamısın, hamın hamısın, hamın hamı!
  • ای قراری داده ره را گام گام  ** خام خامی خام خامی خام خام 
  • Değirmen taşının dönüşünü gördün, bari gel de dereyi de gör. 2900
  • چون بدیدی گردش سنگ آسیا  ** آب جو را هم ببین آخر بیا 
  • Toprağı, tozu havalanmış görmedesin, toprağın arasında yeli de gör.
  • خاک را دیدی برآمد در هوا  ** در میان خاک بنگر باد را 
  • Düşünce kaplarını kaynar görmedesin, aklın başına devşir de ateşe de bak.
  • دیگهای فکر می‌بینی به جوش  ** اندر آتش هم نظر می‌کن به هوش 
  • Tanrı, Eyyub'a ihsanlarını söylerken ben, senin her kılına bir sabır verdim dedi.
  • گفت حق ایوب را در مکرمت  ** من بهر موییت صبری دادمت 
  • Kendine gel de sabrına bu kadar bakma. Sabrı gördün, sabır vereni de gör.
  • هین به صبر خود مکن چندین نظر  ** صبر دیدی صبر دادن را نگر 
  • Dolabın dönüşünü ne vakte dek göreceksin? Başını çevir de hızlı ve coşkun coşkun akan suyu da gör. 2905
  • چند بینی گردش دولاب را  ** سر برون کن هم ببین تیز آب را 
  • Görüyorum deyip duruyorsun ama onu .görmenin birçok ayan beyan nişaneleri vardır.
  • تو همی‌گویی که می‌بینم ولیک  ** دید آن را بس علامتهاست نیک 
  • Şöyle denizin köpüğünü görüverdin mi hayran olman lâzım ki denizi de göresin.
  • گردش کف را چو دیدی مختصر  ** حیرتت باید به دریا در نگر 
  • Köpüğü gören, sırlar söyler. Fakat denizi gören şaşırır kalır.
  • آنک کف را دید سر گویان بود  ** وانک دریا دید او حیران بود 
  • Köpüğü gören, niyetlerde bulunur; denizi gören, gönlünü deniz haline getirir.
  • آنک کف را دید نیتها کند  ** وانک دریا دید دل دریا کند 
  • Köpükleri gören, onları sayar döker. Denizi görenin irade ve ihtiyarı kalmaz. 2910
  • آنک کفها دید باشد در شمار  ** و آنک دریا دید شد بی‌اختیار 
  • Köpüğü gören dönüp dolaşmaya düşer. Denizi görende hiçbir gıllügiş kalmaz.
  • آنک او کف دید در گردش بود  ** وانک دریا دید او بی‌غش بود 
  • Müslümanın bir Mecusiyi dine davet etmesi. Şeytanın, Tanrı kapısındaki hali
  • دعوت کردن مسلمان مغ را 
  • Bir adam, Mecusinin birine, yahu, gel de müslüman ol, müslümanlar arasına karış dedi.
  • مر مغی را گفت مردی کای فلان  ** هین مسلمان شو بباش از مومنان 
  • Mecusi dedi ki: Tanrı dilerse imana gelirim, ihsanını çoğaltırsa yakın elde ederim dedi.
  • گفت اگر خواهد خدا مومن شوم  ** ور فزاید فضل هم موقن شوم 
  • Müslüman dedi ki: Tanrı, senin imana gelmeni canını cehennemden kurtarmak diler.
  • گفت می‌خواهد خدا ایمان تو  ** تا رهد از دست دوزخ جان تو 
  • Ama kötü nefsin, o çirkin Şeytanın seni küfür tarafının, kilisenin bulunduğu yere çekmektedir. 2915
  • لیک نفس نحس و آن شیطان زشت  ** می‌کشندت سوی کفران و کنشت 
  • Mecusi, ey insaf sahibi dedi, mademki onlar üstün, ben de güçlü kuvvetli, olana dost olurum.
  • گفت ای منصف چو ایشان غالب‌اند  ** یار او باشم که باشد زورمند 
  • Üstün olana dost olabilir, beni daha fazla ve kuvvetle çekenin bulunduğu yere gidebilirim.
  • یار آن تانم بدن کو غالبست  ** آن طرف افتم که غالب جاذبست 
  • Tanrı, benden adamakıllı öz doğruluğu istiyormuş. Dileği yerine gelmedikten sonra ne fayda?
  • چون خدا می‌خواست از من صدق زفت  ** خواست او چه سود چون پیشش نرفت