English    Türkçe    فارسی   

5
2985-3034

  • Sendeki hayır ve şer ihtiyarı, ilham ve vesveselerle birken on olur, on kişinin ihtiyarına sahip olursun. 2985
  • می‌شود ز الهامها و وسوسه  ** اختیار خیر و شرت ده کسه 
  • A tatlı adam, namazın dışındaki işlerin helâl olması için namazdan çıkarken meleklere selâm vermek gerektir.
  • وقت تحلیل نماز ای با نمک  ** زان سلام آورد باید بر ملک 
  • Bu selâm, sizin güzel ilhamınız ve duanız yüzünden ihtiyarımla şu namazı kıldım demektir.
  • که ز الهام و دعای خوبتان  ** اختیار این نمازم شد روان 
  • Suçtan sonra da tutar, İblise lanet edersin. Çünkü bu eğriliğe onun yüzünden düştün.
  • باز از بعد گنه لعنت کنی  ** بر بلیس ایرا کزویی منحنی 
  • Şeytanla melek, gayıp perdesi ardında gizlice bu kötülükle iyiliği sana gösterir.
  • این دو ضد عرضه کننده‌ت در سرار  ** در حجاب غیب آمد عرضه‌دار 
  • Fakat gözünün önünden gayıp perdesi kalktı mı seni hayıra, şerre sevk edenlerin yüzlerini görürsün. 2990
  • چونک پرده‌ی غیب برخیزد ز پیش  ** تو ببینی روی دلالان خویش 
  • Onların sözlerinden, gizlice söz söyleyenlerin bunlar olduğunu tanırsın.
  • وآن سخنشان وا شناسی بی‌گزند  ** که آن سخن‌گویان نهان اینها بدند 
  • Şeytan, ey tabiat ve ten tutsağı der, ben bunu sana gösterdim, fakat zorlamadım ki.
  • دیو گوید ای اسیر طبع و تن  ** عرضه می‌کردم نکردم زور من 
  • Melek de, ben sana, bu neşe yüzünden gamın artar demedim mi ?
  • وآن فرشته گویدت من گفتمت  ** که ازین شادی فزون گردد غمت 
  • Falan günde ben sana şöyle demedim mi? Cinler yolu, o tarafa giden yoldur.
  • آن فلان روزت نگفتم من چنان  ** که از آن سویست ره سوی جنان 
  • Biz, senin canına dostuz, ruhuna ruhlar katarız. Senin babana ihlâsla secde etmişiz. 2995
  • ما محب جان و روح افزای تو  ** ساجدان مخلص بابای تو 
  • Şimdi de sana hizmet etmekte, hizmet edilme yoluna seni çağırmadayız.
  • این زمانت خدمتی هم می‌کنیم  ** سوی مخدومی صلایت می‌زنیم 
  • Bu şeytanlar, babana da düşmandı. "Secde edin" emrine uymadılar.
  • آن گره بابات را بوده عدی  ** در خطاب اسجدوا کرده ابا 
  • Fakat sen ona uydun da bizi dinlemedin. Hizmet haklarımızı tanımadın bile.
  • آن گرفتی آن ما انداختی  ** حق خدمتهای ما نشناختی 
  • Şimdi biz de meydandayız, onlar da. Sözümüzden, sesimizden tanı, gör der.
  • این زمان ما را و ایشان را عیان  ** در نگر بشناس از لحن و بیان 
  • Gece yarısı dosttan bir sır duydun, onun söz söyleyişini işittin mi, sabahleyin söz söyleyenin o dost olduğunu anlarsın. 3000
  • نیم شب چون بشنوی رازی ز دوست  ** چون سخن گوید سحر دانی که اوست 
  • Geceleyin iki kişi, sana haber getirirse sabahleyin ikisini de seslerinden tanırsın.
  • ور دو کس در شب خبر آرد ترا  ** روز از گفتن شناسی هر دو را 
  • Geceleyin aslan ve köpek seslerini duysan karanlıkta yüzlerini görmezsin ama,
  • بانگ شیر و بانگ سگ در شب رسید  ** صورت هر دو ز تاریکی ندید 
  • Gündüz olunca yine bağırdıkları zaman aklınla o sesleri ayırdeder, hangi hayvanlara ait olduğunu anlarsın.
  • روز شد چون باز در بانگ آمدند  ** پس شناسدشان ز بانگ آن هوشمند 
  • Hâsılı Şeytanla ruh, sana kötülüğü ve iyiliği gösterirler. Her ikisi de ihtiyarın olduğuna delildir.
  • مخلص این که دیو و روح عرضه‌دار  ** هر دو هستند از تتمه‌ی اختیار 
  • Bizde bir gizli ihtiyar vardır, iki şey gördün mü, artar, harekete gelir. 3005
  • اختیاری هست در ما ناپدید  ** چون دو مطلب دید آید در مزید 
  • Hocalar, çocukları döverler, hiç karataş terbiye kabul eder mi?
  • اوستادان کودکان را می‌زنند  ** آن ادب سنگ سیه را کی کنند 
  • Hiç taşa yarın gel, gelmezsen seni kötü bir surette cezalandırırım der mi?
  • هیچ گویی سنگ را فردا بیا  ** ور نیایی من دهم بد را سزا 
  • Hiç akıllı adam, bir toprak parçasını döver, bir taşı azarlar mı ?
  • هیچ عاقل مر کلوخی را زند  ** هیچ با سنگی عتابی کس کند 
  • Akıl bakımından cebir, kadere inanmamaktan da daha rezilce bir iştir. Çünkü Cebrî olan, kendi duygusunu inkâr ediyor demektir.
  • در خرد جبر از قدر رسواترست  ** زانک جبری حس خود را منکرست 
  • Kaderi inkâr eden hiç olmazsa duyguyu inkâr etmiyor. Oğul, Tanrı işi, duyguya sığmaz ya. 3010
  • منکر حس نیست آن مرد قدر  ** فعل حق حسی نباشد ای پسر 
  • Fakat ulu Tanrının işini inkâr edense âdeta delilin delâlet ettiği şeyi inkâr ediyor demektir.
  • منکر فعل خداوند جلیل  ** هست در انکار مدلول دلیل 
  • Kaderi inkâr eden, duman vardır da ateş yoktur, kandilin ışığı,, hiçbir ışık olmaksızın aydındır demektir.
  • آن بگوید دود هست و نار نی  ** نور شمعی بی ز شمعی روشنی 
  • Cebri ise ateşi görür de inadina ateş yok der.
  • وین همی‌بیند معین نار را  ** نیست می‌گوید پی انکار را 
  • Ateş, eteğini tutuşturur, yakar, yine ateş yoktur der. Karanlik, eteğini dolaştırır, yere kapaklanır, yine karanlık yok eder.
  • جامه‌اش سوزد بگوید نار نیست  ** جامه‌اش دوزد بگوید تار نیست 
  • Hâsılı bu Cebir dâvası, Sofistliktir. Onun için de Tann'yı inkâr edişten beterdir. 3015
  • پس تسفسط آمد این دعوی جبر  ** لاجرم بدتر بود زین رو ز گبر 
  • Tanrı'yı inkâr eden, âlem vardır, Tanrı yoktur. Yarabbi diyene icabette bulunamaz, yoktur ki der.
  • گبر گوید هست عالم نیست رب  ** یا ربی گوید که نبود مستحب 
  • Halbuki bu, dünya hiç yoktur der. Sofist, tereddütler, ıstıraplar içindedir.
  • این همی گوید جهان خود نیست هیچ  ** هسته سوفسطایی اندر پیچ پیچ 
  • Bütün âlem, ihtiyarı ikrar eder, emrin nehyin, şunu getir, onu getirme demenin hak olduğunu söyler de,
  • جمله‌ی عالم مقر در اختیار  ** امر و نهی این میار و آن بیار 
  • O, daima emir ve nehiy yoktur. Yapılan işler, dileğimizle değildir deyip durur.
  • او همی گوید که امر و نهی لاست  ** اختیاری نیست این جمله خطاست 
  • Arkadaş, duyguyu hayvan bile ikrar eder. Fakat bu husustaki delil, pek incedir. 3020
  • حس را حیوان مقرست ای رفیق  ** لیک ادراک دلیل آمد دقیق 
  • Zira biz, ihtiyarımızı duyarız. Bize bir işi teklif etmek, yerindedir.
  • زانک محسوسست ما را اختیار  ** خوب می‌آید برو تکلیف کار 
  • Bir şey dileyerek yapıp yapmamak, yahut zorda kalmak, öfke, dayanıp hoş görmek, tokluk ve açlık gibi vicdani idrâk, sarıyı o kırmızıdan fark etmek, küçüğü büyükten, acıyı tatlıdan, miski pislikten, dokunma duygusu ile katıyı yumuşaktan, sıcağı soğuktan, yakıcıyı, çok sıcak şeyden, yaşı kurudan ve yine dokunarak duvarı ağaçtan ayırdetme gibi duygu yerine kaimdir. Şu halde vicdanî anlayışı inkâr eden, duyguyu inkâr eder, hattâ bundan da beterdir. Vicdani anlayış, duygudan daha açıktır. Çünkü duyguyu bağlamak ve duymadan menetmek, duygunun meydana geleceği yolu bağlamak mümkündür. Fakat vicdanî anlayışı menetmenin imkânı yoktur. Akıllıya bir işaret yeter.
  • درک وجدانی چون اختیار و اضطرار و خشم و اصطبار و سیری و ناهار به جای حس است کی زرد از سرخ بداند و فرق کند و خرد از بزرگ و طلخ از شیرین و مشک از سرگین و درشت از نرم به حس مس و گرم از سرد و سوزان از شیر گرم و تر از خشک و مس دیوار از مس درخت پس منکر وجدانی منکر حس باشد و زیاده که وجدانی از حس ظاهرترست زیرا حس را توان بستن و منع کردن از احساس و بستن راه و مدخل وجدانیات را ممکن نیست و العاقل تکفیه الاشارة 
  • Vicdanî anlayış, duygu yerine kaimdir. Her ikisi de bir arktan akar.
  • درک وجدانی به جای حس بود  ** هر دو در یک جدول ای عم می‌رود 
  • Onun için bu anlayışa yap, yapma diye emir etmek, nehiyde bulunmak, onunla maceralara girişmek, söyleşmek yerindedir.
  • نغز می‌آید برو کن یا مکن  ** امر و نهی و ماجراها و سخن 
  • Yarın bunu, yahut onu yapayım demek ihtiyara delildir güzelim.
  • این که فردا این کنم یا آن کنم  ** این دلیل اختیارست ای صنم 
  • Yaptığın kötülük yüzünden pişman olman da ihtiyarına delâlet eder, demek ki kendi ihtiyarınla pişman oldun, doğru yolu buldun. 3025
  • وان پشیمانی که خوردی زان بدی  ** ز اختیار خویش گشتی مهتدی 
  • Bütün Kur'an, emirdir, nehiydir, korkutmadır. Mermer taşa kim emir verir, bunu kim görmüştür?
  • جمله قران امر و نهیست و وعید  ** امر کردن سنگ مرمر را کی دید 
  • Akıllı bilgili adam, toprak parçasına, taşa hükmeder mi ?
  • هیچ دانا هیچ عاقل این کند  ** با کلوخ و سنگ خشم و کین کند 
  • Ey ölüler, âcizler, böyle yapın, şöyle edin dedim, neden yapmadınız der mi?
  • که بگفتم کین چنین کن یا چنان  ** چون نکردید ای موات و عاجزان 
  • Akıl, tahta parçasına taşa hükmeder mi? Akıl sahibi, resme,
  • عقل کی حکمی کند بر چوب و سنگ  ** عقل کی چنگی زند بر نقش چنگ 
  • Be hey eli bağlı, ayağı kırık yiğit, mızrağı al; da savaşa gel diye el atar, buyruk yürütmeye kalkar mı? 3030
  • کای غلام بسته دست اشکسته‌پا  ** نیزه برگیر و بیا سوی وغا 
  • Peki... Yıldızları ve gökyüzünü yaratan Tanrı,, cahilcesine nasıl emir ve nehiyde bulunur?
  • خالقی که اختر و گردون کند  ** امر و نهی جاهلانه چون کند 
  • Kulda ihtiyar yoktur diye Tanrı'dan güya âciz ihtimalini gidermeye kalkıştın ama onu cahil, ahmak ve aptal yaptın.
  • احتمال عجز از حق راندی  ** جاهل و گیج و سفیهش خواندی 
  • Kader yoktur, kul, kendi ihtiyariyle iş yapar demekte hiç olmazsa aciz yoktur, hattâ olsa bile cahillik, acizlikten beterdir.
  • عجز نبود از قدر ور گر بود  ** جاهلی از عاجزی بدتر بود 
  • Türk, kereminden konuğa der ki, kapıma köpeksiz gel, yırtık hırkayla gelme.
  • ترک می‌گوید قنق را از کرم  ** بی‌سگ و بی‌دلق آ سوی درم