English    Türkçe    فارسی   

5
3123-3172

  • O ne dilerse ancak ona nail olabilirsin. Onun için onun yanına az gitme, onu kaybetme, onu seç demektir.
  • هرچه او خواهد همان یابی یقین  ** یاوه کم رو خدمت او برگزین 
  • Mademki hüküm, onun hükmü, onun yanın" uğrama, onun etrafında dönüp dolaşma da amel defterin kapkara, yüzün sapsarı olmasın demek değildir.
  • نی چو حاکم اوست گرد او مگرد  ** تا شوی نامه سیاه و روی زود 
  • O sözü, tevîl etmek gerektir ki seni kızıştırsın. ümitlendirsin, çevik bir hale getirsin, âr ve haya sahibi etsin. 3125
  • حق بود تاویل که آن گرمت کند  ** پر امید و چست و با شرمت کند 
  • Eğer sana gevşeklik verirse bil ki bu, seni başka bir hale sokuyor, tevil değildir.
  • ور کند سستت حقیقت این بدان  ** هست تبدیل و نه تاویلست آن 
  • Bu söz, seni gayrete getirmek, ümitsizleri iki ellerinden tutmak için gelmiştir.
  • این برای گرم کردن آمدست  ** تا بگیرد ناامیدان را دو دست 
  • Kur'an'ın mânasını, ancak Kur'an'dan, yahut da hava ve hevesini ateşe vurmuş,
  • معنی قرآن ز قرآن پرس و بس  ** وز کسی که آتش زدست اندر هوس 
  • Kur'an'ın huzurunda alçalmış,kurban olmuş,ruhu,Kur'an kesilmiş adamdan sor.
  • پیش قرآن گشت قربانی و پست  ** تا که عین روح او قرآن شدست 
  • Bir yağ, tamamiyle güle feda olur, gül kesilirse ister onu yağ diye kokla, ister gül diye! 3130
  • روغنی کو شد فدای گل به کل  ** خواه روغن بوی کن خواهی تو گل 
  • "Kalem olacak şeyleri yazdı, mürekkebi bile kurudu" demek de buna benzer. Yani "Kalemin mürekkebi kurudu, ibadetle günah bir değildir, emin oluşla hırsızlık ediş bir değildir. Kalem yazdı,mürekkebi bile kurudu, şükürle nankörlük bir değildir. Kalem yazdı,mürekkebi bile kurudu, şüphe yok Tanrı, ihsan sahiplerinin ecrini zayetmez", bunları yazdı da kurudu demektir.
  • و هم‌چنین قد جف القلم یعنی جف القلم و کتب لا یستوی الطاعة والمعصیة لا یستوی الامانة و السرقة جف القلم ان لا یستوی الشکر و الکفران جف القلم ان الله لا یضیع اجر المحسنین 
  • "Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu" sözü de insanı, en önemli işe teşvik etmek içindir.
  • هم‌چنین تاویل قد جف القلم  ** بهر تحریضست بر شغل اهم 
  • Şu halde kalem, herkesin işine lâyık olan mükâfat ve mücazatı yazmıştır.
  • پس قلم بنوشت که هر کار را  ** لایق آن هست تاثیر و جزا 
  • Eğri gidersen kalem de sana eğri yazar. Doğru gelirsen kalem de kutluluğunu artırır.
  • کژ روی جف القلم کژ آیدت  ** راستی آری سعادت زایدت 
  • Zulmedersen kötüsün, gerisin geriye gittin. Kalem bunu yazdı ve mürekkebi kurudu. Adalette bulunursan saadete erersin, kalem bunu yazdı, mürekkebi bile kurudu.
  • ظلم آری مدبری جف القلم  ** عدل آری بر خوری جف القلم 
  • Elinle hırsızlık edersen cezasını çekersin. Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu. Şarap içersen sarhoş olursun. Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu. 3135
  • چون بدزدد دست شد جف القلم  ** خورد باده مست شد جف القلم 
  • Reva görür müsün ki Tanrı, işten kalsın, hiçbir şey yapamasın.
  • تو روا داری روا باشد که حق  ** هم‌چو معزول آید از حکم سبق 
  • İş,benim elimden çıktı,bir şey yapamam artık.Benim yanıma bu kadar gelme, bu kadar sızlanma desin,
  • که ز دست من برون رفتست کار  ** پیش من چندین میا چندین مزار 
  • "Kalem kurudu" sözünün mânası, benim yanımda adaletle sitem bir değildir.
  • بلک معنی آن بود جف القلم  ** نیست یکسان پیش من عدل و ستم 
  • Ben, hayırla şerrin arasına bir fark koydum. Kötüyle daha kötüyü de ayırdım demektir.
  • فرق بنهادم میان خیر و شر  ** فرق بنهادم ز بد هم از بتر 
  • Bir zerre bile sende edep ve hayayı artırsa, dostunda bir zerre daha edepli olsan bil ki bu, Tanrının lûtfudur, ihsanıdır. 3140
  • ذره‌ای گر در تو افزونی ادب  ** باشد از یارت بداند فضل رب 
  • O bir zerre, senin kadrini artırır. O bir zerre, harice dağ gibi ayak basar.
  • قدر آن ذره ترا افزون دهد  ** ذره چون کوهی قدم بیرون نهد 
  • Bir padişah olsa da onun yanında emin kişiyle zâlimin bir farkı olmasa.
  • پادشاهی که به پیش تخت او  ** فرق نبود از امین و ظلم‌جو 
  • Onun kendisini reddedeceğinden korkup titreyenle onun işini kınayanı.
  • آنک می‌لرزد ز بیم رد او  ** وانک طعنه می‌زند در جد او 
  • Fark etmese, yanında ikisi de bir olsa bu adam, padişah değildir. Kara toprak, o adamın başına!
  • فرق نبود هر دو یک باشد برش  ** شاه نبود خاک تیره بر سرش 
  • Bir zerre bile senin çalışmanı atırsa Tanrı terazisinde tartılır. 3145
  • ذره‌ای گر جهد تو افزون بود  ** در ترازوی خدا موزون بود 
  • Halbuki bu padişahların önünde can çekisip durursun. Çünkü bunlar,hiyanetle hakikati bilmezler,haberleri bile yoktur.
  • پیش این شاهان هماره جان کنی  ** بی‌خبر ایشان ز غدر و روشنی 
  • Bir kovucunun söziyle yıllarca süren hizmetini zayi ediverdi.
  • گفت غمازی که بد گوید ترا  ** ضایع آرد خدمتت را سالها 
  • Fakat her şeyi duyan, her şeyi gören bir padişah, koyucuların sözlerine aldırmaz bile.
  • پیش شاهی که سمیعست و بصیر  ** گفت غمازان نباشد جای‌گیر 
  • Bütün kovucular, ondan ümitlerini keser, meyus olurlar. Fakat bize geldiler, kovuculuk ettiler mi onlara bağlılığımız artar.
  • جمله غمازان ازو آیس شوند  ** سوی ما آیند و افزایند پند 
  • Padişaha, bizim önümüzde nice kovuculukta bulunurlar, cefakârlıklarımızı söylerler. Yürü, artık kalem kurudu, az vefakâr ol derler. 3150
  • بس جفا گویند شه را پیش ما  ** که برو جف القلم کم کن وفا 
  • "Kalem yazdı, mürekkebi kurudu'' sözünün mânası, cefa ile vefa birdir demek değildir.
  • معنی جف القلم کی آن بود  ** که جفاها با وفا یکسان بود 
  • Cefaya karşılık cefa.. Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu. O vefaya karşılık da vefa.. Kalem yazdı,mürekkebi bile kurudu demektir.
  • بل جفا را هم جفا جف القلم  ** وآن وفا را هم وفا جف القلم 
  • Af vardır, fakat ümit parlaklığı nerde ki kul, Tanrı'dan çekinmeyle yüzü ak olsun?
  • عفو باشد لیک کو فر امید  ** که بود بنده ز تقوی روسپید 
  • Hırsız af edilse bile canını kurtarır. Fakat nerde vezir ve hazine emini olacak?
  • دزد را گر عفو باشد جان برد  ** کی وزیر و خازن مخزن شود 
  • Ey din emini, ey Tanrı'ya mensup er, gel ki her tac, her bayrak, eminlikten meydana gelir! 3155
  • ای امین الدین ربانی بیا  ** کز امانت رست هر تاج و لوا 
  • Padişağın oğlu bile olsa da hainlikte bulunsa padişah, bil ki onun başını bedeninden ayırıverir.
  • پور سلطان گر برو خاین شود  ** آن سرش از تن بدان باین شود 
  • Fakat Hintli bir kara köle vefada bulunsa devlet ve ikbale erişir, ömrü artar.
  • وز غلامی هندوی آرد وفا  ** دولت او را می‌زند طال بقا 
  • Ne kölesi? Hattâ bir kapının köpeği bile vefada bulunsa sahibinin gönlünde ona karşı yüzlerce rıza vardır.
  • چه غلام ار بر دری سگ باوفاست  ** در دل سالار او را صد رضاست 
  • Bu yüzden köpeğin, ağzını bile öper. Artık var kıyas et, kapısındaki aslan, vefakârlık etse ona neler yapmaz?
  • زین چو سگ را بوسه بر پوزش دهد  ** گر بود شیری چه پیروزش کند 
  • Yalnız hırsız, kulluklar eder, doğruluğu, cefayı kökünden çekip sökerse.. 3160
  • جز مگر دزدی که خدمتها کند  ** صدق او بیخ جفا را بر کند 
  • Hani yol kesen Füzeyl gibi. O da oyununu iyi oynadı; bir adam gibi değil, on adam gibi tövbeye sarıldı.. Bu çeşit hırsız da yücelir, devlete erer.
  • چون فضیل ره‌زنی کو راست باخت  ** زانک ده مرده به سوی توبه تاخت 
  • Nitekim büyücüler, sabır ve vefalariyle Firavun'un yüzünü kararttılar.
  • وآنچنان که ساحران فرعون را  ** رو سیه کردند از صبر و وفا 
  • Evvelce yaptıkları suça karşılık ellerini, ayaklarını feda ettiler. Bu iş, yüzlerce yıl ibadette bulunmaya benzer mi hiç?
  • دست و پا دادند در جرم قود  ** آن به صد ساله عبادت کی شود 
  • Sen, elli yıl ibadette bulunur, kulluk edersin ama nerden böyle bir doğruluğu elde edeceksin?
  • تو که پنجه سال خدمت کرده‌ای  ** کی چنین صدقی به دست آورده‌ای 
  • Bir yoksul, Herat'ta Horasan Amidi'nin süslenmiş, bezenmiş kullarını gördü. Arap atlarına binmişler, altın sırmalı elbiseler giyinmişler, altınlı külahlar giymişler, daha başka çeşit süslenmişler, bezenmişlerdi. Bunlar hangi beyler, nerenin padişahları diye sordu.Dediler ki: Bunlar bey değil, köle. Horasan Amidi'nin köleleri.Yoksul başını göğe kalırdı da ey Tanrı dedi, kula bakmayı Amid'den öğren. Orada maliye bakanına Amid derler.
  • حکایت آن درویش کی در هری غلامان آراسته‌ی عمید خراسان را دید و بر اسبان تازی و قباهای زربفت و کلاهای مغرق و غیر آن پرسید کی اینها کدام امیرانند و چه شاهانند گفت او را کی اینها امیران نیستند اینها غلامان عمید خراسانند روی به آسمان کرد کی ای خدا غلام پروردن از عمید بیاموز آنجا مستوفی را عمید گویند 
  • Herat şehrinde bir küstah yoksul, mevkii yüksek bir köleyi gördü. 3165
  • آن یکی گستاخ رو اندر هری  ** چون بدیدی او غلام مهتری 
  • Sırtında atlas bir elbise, belinde altın bir kemer vardı. Köle giderken yoksul, yüzünü gökyüzüne kaldırdı da dedi ki:
  • جامه‌ی اطلس کمر زرین روان  ** روی کردی سوی قبله‌ی آسمان 
  • Tanrı, kula bakmayı neden bu ihsan sahibi efendiden öğrenmezsin?
  • کای خدا زین خواجه‌ی صاحب منن  ** چون نیاموزی تو بنده داشتن 
  • Ey Tanrı, kula bakmayı bu uludan, padişahımızın, seçtiği bu yüce kişiden öğren bari.
  • بنده پروردن بیاموز ای خدا  ** زین رئیس و اختیار شاه ما 
  • Yoksul muhtaçtı, çıplaktı, hiçbir şeyi yoktu. Kışın soğuktan tirtir titriyordu.
  • بود محتاج و برهنه و بی‌نوا  ** در زمستان لرز لرزان از هوا 
  • O kendinden haberi olmıyan adam, bu yüzden böyle bir cürette bulundu. 3170
  • انبساطی کرد آن از خود بری  ** جراتی بنمود او از لمتری 
  • Tanrı'nın binlerce ihsanına, onun nedimi olduğuna, onu bilenler arasına katıldığına güveni vardı.
  • اعتمادش بر هزاران موهبت  ** که ندیم حق شد اهل معرفت 
  • Padişahın nedimi bir küstahlıkta bulunursa bu-hareketi, kendine senet yapma.
  • گر ندیم شاه گستاخی کند  ** تو مکن آنک نداری آن سند