English    Türkçe    فارسی   

5
3220-3269

  • Çünkü bu âlem, karanlıklar ve gayb âlemidir. Gölge için bir yeryüzü lâzım. 3220
  • چون جهان ظلمتست و غیب این  ** از برای سایه می‌باید زمین 
  • Kıyamete dek şu yetmiş iki fırka kalmadı ki bid'at yolunu tutanın dedikodusu eksilmesin .
  • تا قیامت ماند این هفتاد و دو  ** کم نیاید مبتدع را گفت و گو 
  • Değerli olan hazinenin birçok kilitleri olur. Hazinenin değeri bundan anlaşılır.
  • عزت مخزن بود اندر بها  ** که برو بسیار باشد قفلها 
  • Maksadın yüceliği de ey sınanan adam, yolun sıkıntısından, yolda aşılmaz geçitler ve yol kesiciler bulunmasından belli olur.
  • عزت مقصد بود ای ممتحن  ** پیچ پیچ راه و عقبه و راه‌زن 
  • Kâbenin şerefi, o sıkıntılarda, çöl Araplarının yol kesiciliğinde ve çölün uzunluğundadır.
  • عزت کعبه بود و آن نادیه  ** ره‌زنی اعراب و طول بادیه 
  • İyi olan her gidişin, her yolun bir tehlikesi, bir manii, bir yol kesiciliği vardır. 3225
  • هر روش هر ره که آن محمود نیست  ** عقبه‌ای و مانعی و ره‌زنیست 
  • Bu gidiş, öbürüne hasededer, düşman kesilir. Mukallit de iki yolun arasında şaşırır kalır.
  • این روش خصم و حقود آن شده  ** تا مقلد در دو ره حیران شده 
  • Her iki yolun doğruluğu, yürüyüşte birbirine zıd görünür. Her fırka, kendi yolunda hoştur, o yoldan memnundur.
  • صدق هر دو ضد بیند در روش  ** هر فریقی در ره خود خوش منش 
  • Bir yolun yolcusu, cevap vermezse kavgaya girişir. Bu, ezelden kıyamete kadar böyle gelmiş, böyle gider.
  • گر جوابش نیست می‌بندد ستیز  ** بر همان دم تا به روز رستخیز 
  • Her fırka, biz bilmeyiz ama ulularımız, buna cevap verebilir der.
  • که مهان ما بدانند این جواب  ** گرچه از ما شد نهان وجه صواب 
  • Vesvesenin ağzını bağlıyan, ancak aşktır.Yoksa vesveseyi kim bağlıyabilmistir ki? 3230
  • پوزبند وسوسه عشقست و بس  ** ورنه کی وسواس را بستست کس 
  • Yüzü güzel dilber ara da âşık ol. Dere dere dolan, bir su kuşu tut.
  • عاشقی شو شاهدی خوبی بجو  ** صید مرغابی همی‌کن جو بجو 
  • Yüzünün suyunu döken sudan ne elde edebilirsin? Anlayışını mahveden şeyden ne anlarsın?
  • کی بری زان آب کان آبت برد  ** کی کنی زان فهم فهمت را خورد 
  • Şu akılla anlaşılacak şeylerden başka aşkta, akılla anlaşılacak daha nice parlak ve güzel şeyler vardır.
  • غیر این معقولها معقولها  ** یابی اندر عشق با فر و بها 
  • Tanrı'da senin bu aklından başka akıllar var ki gökyüzünün sebepleri onlarla tedbire girer.
  • غیر این عقل تو حق را عقلهاست  ** که بدان تدبیر اسباب سماست 
  • Rızıklarını bu akılla elde dersin. Öbür akla gelince: Onunla yedi kat gökleri, kendine bir döşeme yaparsın. 3235
  • که بدین عقل آوری ارزاق را  ** زان دگر مفرش کنی اطباق را 
  • Tanrı sevgisine düşer, aklınla oynarsan Tanrı, sana o aklın onlarca fazlasını, hattâ yedi yüzünü ihsan eder.
  • چون ببازی عقل در عشق صمد  ** عشر امثالت دهد یا هفت‌صد 
  • O kadındır, akıllarıyle oynadılar da Yusuf'un aşk sayvanına sıçradılar.
  • آن زنان چون عقلها درباختند  ** بر رواق عشق یوسف تاختند 
  • Ömür sakisi, bir an onların akıllarını aldı, ömürlerinin sonuna kadar akla doydular, adını bile anmadılar.
  • عقلشان یک‌دم ستد ساقی عمر  ** سیر گشتند از خرد باقی مرد 
  • Ululuk ıssı Tanrı'nın güzelliğiyse yüzlerce Yusuf güzelliğinin de aslıdır. Ey kadından aşağı adam, o güzelliğe feda ol.
  • اصل صد یوسف جمال ذوالجلال  ** ای کم از زن شو فدای آن جمال 
  • Ey can, bahsi ancak akıl keser. Nerde insanı dedikodudan kurtarıp feryada yetişen biri? 3240
  • عشق برد بحث را ای جان و بس  ** کو ز گفت و گو شود فریاد رس 
  • O söze aşk yüzünden bir hayrettir gelir, macerayı nakletmeye takati kalmaz.
  • حیرتی آید ز عشق آن نطق را  ** زهره نبود که کند او ماجرا 
  • Çünkü bir cevap verirse içindeki incinin düşeceğinden korkar.
  • که بترسد گر جوابی وا دهد  ** گوهری از لنج او بیرون فتد 
  • O, hayırdan da adamakıllı dudağını yummuştur,, serden de. Ağzından incinin düşeceğinden ürker.
  • لب ببندد سخت او از خیر و شر  ** تا نباید کز دهان افتد گهر 
  • Nitekim Peygamber'in dostu da demiştir ki: Peygamber, bize bir şeyden haber verdi, bir şey söyledi mi..
  • هم‌چنانک گفت آن یار رسول  ** چون نبی بر خواندی بر ما فصول 
  • O seçilmiş Peygamber, bu incileri saçtığı sırada bizden yüzlerce huzur, yüzlerce vekar isterdi. 3245
  • آن رسول مجتبی وقت نثار  ** خواستی از ما حضور و صد وقار 
  • Hani başında bir kuş olur da uçmasın diye canin titrer.
  • آنچنان که بر سرت مرغی بود  ** کز فواتش جان تو لرزان شود 
  • Yerinden bile kımıldamaz,o güzelim kuş havalanmasın dersin.
  • پس نیاری هیچ جنبیدن ز جا  ** تا نگیرد مرغ خوب تو هوا 
  • Nefes alma,öksürüğün bile gelse kendini sıkar,o devlet kuşu uçar diye korkundan öksürmezsin bile.
  • دم نیاری زد ببندی سرفه را  ** تا نباید که بپرد آن هما 
  • O sırada birisi sana tatlı,yahut acı bir söz söylese ağzına parmağını kor,sus demek istersin.
  • ور کست شیرین بگوید یا ترش  ** بر لب انگشتی نهی یعنی خمش 
  • İşte o kuş hayrettir,seni susturur.Tencerenin ağzını kapatır,seni kaynatmaya başlar. 3250
  • حیرت آن مرغست خاموشت کند  ** بر نهد سردیگ و پر جوشت کند 
  • Padişahın,Eyaz'ı söyletmek üzere mahsus 'Bunca gamı,neşeyi,cansız bir şey olan çarıkla pöstekiye neden söylersin?'diye sordu
  • پرسیدن پادشاه قاصدا ایاز را کی چندین غم و شادی با چارق و پوستین کی جمادست می‌گویی تا ایاز را در سخن آورد 
  • Ey Eyaz,bir çarık parçasına şu sevgi nedir?Neden bir put gibi ona aşıksın?
  • ای ایاز این مهرها بر چارقی  ** چیست آخر هم‌چو بر بت عاشقی 
  • Mecnun gibi kendi Leyla’ndan yüzünü çevirmişsin de bir çarığı kendine din,iman edinmişsin.
  • هم‌چو مجنون از رخ لیلی خویش  ** کرده‌ای تو چارقی را دین و کیش 
  • با دو کهنه مهر جان آمیخته ** هر دو را در حجره‌ای آویخته
  • İki eski çarığa niceye kadar bir taze sözler söyleyerek,cansız bir şeye ezeli sırrı açacaksın?
  • چند گویی با دو کهنه نو سخن  ** در جمادی می‌دمی سر کهن 
  • Ey ayaz,Araplar gibi sevginden çöllerde kalan çadır yerlerine,oralardaki döküntülere uzun uzun hitap ediyorsun. 3255
  • چون عرب با ربع و اطلال ای ایاز  ** می‌کشی از عشق گفت خود دراز 
  • Çarığın göçüp giden hangi sevgilinden kalma?Pöstekin,sanki Yusuf'un gömleği!
  • چارقت ربع کدامین آصفست  ** پوستین گویی که کرته‌ی یوسفست 
  • Hıristiyan,gibi hani..gider de keşişe bir yıllık suçunu,yaptığı zinaları,kalbinden geçirdiği kötülükleri sayıp döker.
  • هم‌چو ترسا که شمارد با کشش  ** جرم یکساله زنا و غل و غش 
  • Keşiş,suçunu bağışladı mı,onun affını Tanrı affı bilir.
  • تا بیامرزد کشش زو آن گناه  ** عفو او را عفو داند از اله 
  • Halbuki o papaz,ne suç bilir,ne adalet.Ama aşk ve inanış,pek kudretli bir sihirbazdır.
  • نیست آگه آن کشش از جرم و داد  ** لیک بس جادوست عشق و اعتقاد 
  • Dostluk ve vehim,yüzlerce Yusuf yaratır.Büyü zaten Harut'la Murat'tan kalmadır. 3260
  • دوستی و وهم صد یوسف تند  ** اسحر از هاروت و ماروتست خود 
  • İnsan,sevgilinin hatırasiyle bir suret yaratır.O suretin çekişi,seni dedikoduya sevk eder.
  • صورتی پیدا کند بر یاد او  ** جذب صورت آردت در گفت و گو 
  • Suretin önüne varır,yüz binlerce sır dökersin,dostun dosta sır söylemesi gibi.
  • رازگویی پیش صورت صد هزار  ** آن چنان که یار گوید پیش یار 
  • Halbuki orada ne bir suret vardır ,ne bir heykel.Öyle olduğu halde ondan yüzlerce Elest duyulur,bundan yüzlerce Bela.
  • نه بدانجا صورتی نه هیکلی  ** زاده از وی صد الست و صد بلی 
  • Nitekim gönlü yaralı bir ana da yeni ölmüş yavrusunun yanına,
  • آن چنان که مادری دل‌برده‌ای  ** پیش گور بچه‌ی نومرده‌ای 
  • Candan yürekler sırlar söyler.O cansız toprak,ona diri görünür. 3265
  • رازها گوید به جد و اجتهاد  ** می‌نماید زنده او را آن جماد 
  • O toprağı diri ve canlı sanır,o toprak yığınının gözü,kulağı vardır zannına kapılır.
  • حی و قایم داند او آن خاک را  ** چشم و گوشی داند او خاشاک را 
  • پیش او هر ذره‌ی آن خاک گور  ** گوش دارد هوش دارد وقت شور 
  • Onca o toprağın her zerresi duyar,o coştu mu,feryadını iştir,anlar.
  • مستمع داند به جد آن خاک را  ** خوش نگر این عشق ساحرناک را 
  • Ana,çocuğunun yeni mezarının toprağına anbean gözyaşlarıyla kapanır,yüzünü,gözünü sürer.
  • آنچنان بر خاک گور تازه او  ** دم‌بدم خوش می‌نهد با اشک رو