English    Türkçe    فارسی   

5
3885-3934

  • Erkek aslan, ormanın gizli bir yerinden fırlamış, havaya deniz dalgası gibi tam yirmi arşın sıçramıştı. 3885
  • شیر نر گنبذ همی‌کرد از لغز  ** در هوا چون موج دریا بیست گز 
  • Er, pek yiğitti, aldırış bile etmeden sarhoş bir erkek aslan gibi aslanın önünü kesti.
  • پهلوان مردانه بود و بی‌حذر  ** پیش شیر آمد چو شیر مست نر 
  • Kılıçla bir vurdu, başını ikiye böldü. Derhal o ay yüzlü dilberin bulunduğu çadıra koştu.
  • زد به شمشیر و سرش را بر شکافت  ** زود سوی خیمه‌ی مه‌رو شتافت 
  • O hurinin yanına gelince aleti hâlâ dimdikti.
  • چونک خود را او بدان حوری نمود  ** مردی او هم‌چنین بر پای بود 
  • Öyle bir aslanla savaştı da erliği, yine sönmedi, hâlâ ayaktaydı.
  • با چنان شیری به چالش گشت جفت  ** مردی او مانده بر پای و نخفت 
  • O tatlı ve ay yüzlü güzel, onun erliğine şaşıp kaldı. 3890
  • آن بت شیرین‌لقای ماه‌رو  ** در عجب در ماند از مردی او 
  • İstekle ona kendisini teslim etti. O anda o iki can, birleştiler..
  • جفت شد با او به شهوت آن زمان  ** متحد گشتند حالی آن دو جان 
  • Bu iki canın birbirleriyle birleşmesi yüzünden gayıptan bir başka can gelir erişir.
  • ز اتصال این دو جان با همدگر  ** می‌رسد از غیبشان جانی دگر 
  • Kadının rahminde meniyi kabule mâni bir şey yoksa bu can, doğuş yoliyle gelir, yüz gösterir.
  • رو نماید از طریق زادنی  ** گر نباشد از علوقش ره‌زنی 
  • Her nerde iki adam, sevgiyle, yahut kinle birleşseler, bir üçüncü can, mutlaka doğar.
  • هر کجا دو کس به مهری یا به کین  ** جمع آید ثالثی زاید یقین 
  • Fakat o suretler, gayp âleminde doğarlar. Oraya varınca onları gözünle de görürsün. 3895
  • لیک اندر غیب زاید آن صور  ** چون روی آن سو ببینی در نظر 
  • O sonuçlar, senin birleşmelerinden doğdu. Kendine gel de her eşe hemen sevinme.
  • آن نتایج از قرانات تو زاد  ** هین مگرد از هر قرینی زود شاد 
  • Vaktini bekle. O zürriyetlerin sana ulaşacağından emin ol.
  • منتظر می‌باش آن میقات را  ** صدق دان الحاق ذریات را 
  • Onlar, amelden ve sebeplerden doğmuşlardır. Her birinin sözü vardır, mekânı vardır.
  • کز عمل زاییده‌اند و از علل  ** هر یکی را صورت و نطق و طلل 
  • O güzelim perdelerden sesleri erişir: Ey bizden gafil olan, hadi, çabuk yücel!
  • بانگشان درمی‌رسد زان خوش حجال  ** کای ز ما غافل هلا زوتر تعال 
  • Kadının canı da kıyamet gününü bekler, erkeğin canı da. Bu âlemde emeklemen nedir ki? Daha çabuk adım at. 3900
  • منتظر در غیب جان مرد و زن  ** مول مولت چیست زوتر گام زن 
  • O er, o yalancı sabah yüzünden yolunu kaybetti de sinek gibi ayran kabına. düştü işte.
  • راه گم کرد او از آن صبح دروغ  ** چون مگس افتاد اندر دیگ دوغ 
  • Başkomutanın, yaptığı cinayetten pişman olarak o halayıkcağıza, bu işi Halifeye söylememesi için ant vermesi
  • پشیمان شدن آن سرلشکر از آن خیانت کی کرد و سوگند دادن او آن کنیزک را کی به خلیفه باز نگوید از آنچ رفت 
  • Birkaç gün murat alıp murat verdiler. Fakat sonra o büyük suçtan pişman oldu.
  • چند روزی هم بر آن بد بعد از آن  ** شد پشیمان او از آن جرم گران 
  • Ey güneş yüzlü, bu işe dair Halifeye bir şey söyleme diye cariyeye yemin verdi.
  • داد سوگندش کای خورشیدرو  ** با خلیفه زینچ شد رمزی مگو 
  • Halife cariyeyi görünce sarhoş oldu, onun tası da damdan düştü.
  • چون ندید او را خلیفه مست گشت  ** پس ز بام افتاد او را نیز طشت 
  • Onu, övdüklerinin yüz misli güzel buldu. Hiç görme, işitmeye benzer mi? 3905
  • دید صد چندان که وصفش کرده بود  ** کی بود خود دیده مانند شنود 
  • Övme, akıl kulağı için bir tasvirdir. Fakat suret, bil ki gözün harcıdır, kulağın değil.
  • وصف تصویرست بهر چشم هوش  ** صورت آن چشم دان نه زان گوش 
  • Birisi, bilir bir adama sordu: A sözü güzel er, hak nedir, bâtıl ne?
  • کرد مردی از سخن‌دانی سال  ** حق و باطل چیست ای نیکو مقال 
  • O er, adamın kulağını tutup bu bâtıldır dedi, gözse haktır onun her şeye yakîni vardır.
  • گوش را بگرفت و گفت این باطلست  ** چشم حقست و یقینش حاصلست 
  • O, yani duymak, buna nispetle bâtıldır. emin kişi, sözlerin çoğu da nispetten ibarettir.
  • آن به نسبت باطل آمد پیش این  ** نسبتست اغلب سخنها ای امین 
  • Yarasa güneşten gizlenir, perde ardına girerse güneşin hayalinden gizlenmiş değildir. 3910
  • ز آفتاب ار کرد خفاش احتجاب  ** نیست محجوب از خیال آفتاب 
  • Korku, ona bir hayal verir. İşte o hayal, onu karanlığa çeker.
  • خوف او را خود خیالش می‌دهد  ** آن خیالش سوی ظلمت می‌کشد 
  • Nur hayali, onu korkutur da karanlık gecelere sarılmasına sebep olur.
  • آن خیال نور می‌ترساندش  ** بر شب ظلمات می‌چفساندش 
  • Sen, düşmanın hayali ve tasavvuru yüzünden sevgiliye ve dosta sarılmışsındır.
  • از خیال دشمن و تصویر اوست  ** که تو بر چفسیده‌ای بر یار و دوست 
  • Ey Musa sana keşfedilen tecelli nurları, dağa vurdu. Fakat o hayaller kuran dağ, senin hakikatinin ziyasına tahammül edemedi.
  • موسیا کشفت لمع بر که فراشت  ** آن مخیل تاب تحقیقت نداشت 
  • Kendine gel de hayaline kabiliyetim var diye gururlanma, bu yoldan hakikate ulaşacağını umma. 3915
  • هین مشو غره بدانک قابلی  ** مر خیالش را و زین ره واصلی 
  • Savaş hayalinden kimse korkmaz. Savaştan önce yiğitlik yoktur; bunu bil, kâfi.
  • از خیال حرب نهراسید کس  ** لا شجاعه قبل حرب این دان و بس 
  • Puşt da, savaş hayaline kapılır, aklından Rüstemler gibi yiğitlikler geçirir.
  • بر خیال حرب خیز اندر فکر  ** می‌کند چون رستمان صد کر و فر 
  • Hamam duvarına yapılan Rüstem resmine her ham kişi saldırabilir.
  • نقش رستم که آن به حمامی بود  ** قرن حمله فکر هر خامی بود 
  • Fakat duymadan meydana gelen bu hayal, göz önüne geldi mi puşt kim oluyor? Rüstem bile âciz kalır.
  • این خیال سمع چون مبصر شود  ** حیز چه بود رستمی مضطر شود 
  • Çalış da o duyduğun şeyi gör. Bâtıl olan hak olsun. 3920
  • جهد کن کز گوش در چشمت رود  ** آنچ که آن باطل بدست آن حق شود 
  • Ondan sonra kulağın, göz tabiatını kazanır. Bir yün yumağı gibi olan kulakların, göz kesilir.
  • زان سپس گوشت شود هم طبع چشم  ** گوهری گردد دو گوش هم‌چو یشم 
  • Hattâ bütün bedenin aynaya döner. Her tarafın göz ve gönül haline gelir.
  • بلک جمله تن چو آیینه شود  ** جمله چشم و گوهر سینه شود 
  • Kulak, bir hayal meydana getirir, o hayal de O güzelliğin vuslatına miyancıdır.
  • گوش انگیزد خیال و آن خیال  ** هست دلاله‌ی وصال آن جمال 
  • Çalış, bu hayal çoğalsın da miyancı olan bu hayal, Mecnun'a kılavuzluk etsin.
  • جهد کن تا این خیال افزون شود  ** تا دلاله رهبر مجنون شود 
  • O ahmak Halife de bir zaman o güzel cariyeye kapıldı, onunla gönül eğledi işte. 3925
  • آن خلیفه گول هم یک چند نیز  ** ریش گاوی کرد خوش با آن کنیز 
  • Tut ki bütün doğuyu, batıyı zaptettin, her tarafın saltanatına sahip oldun. Mademki bu saltanat, kalmayacak, sen onu bir şimşek farzet, çaktı, söndü.
  • ملک را تو ملک غرب و شرق گیر  ** چون نمی‌ماند تو آن را برق گیر 
  • Ebedî kalmayacak mülkü, gönül, bir rüya bil!
  • مملکت کان می‌نماند جاودان  ** ای دلت خفته تو آن را خواب دان 
  • Cellat gibi boğazına yapışan debdebeyi, şan ve şöhreti ne yapacaksın ki?
  • تا چه خواهی کرد آن باد و بروت  ** که بگیرد هم‌چو جلادی گلوت 
  • Bil ki bu âlemde de bir emniyet bucağı vardır. Yalnız münafıkın sözünü az duy, çünkü o söz, zaten söz değildir.
  • هم درین عالم بدان که مامنیست  ** از منافق کم شنو کو گفت نیست 
  • Ahîreti inkâr edenlerin delilleri ve biz bu âlemden başka âlem görmüyoruz sözünden ibaret olan o delillerin zayıflığı
  • حجت منکران آخرت و بیان ضعف آن حجت زیرا حجت ایشان به دین باز می‌گردد کی غیر این نمی‌بینیم 
  • Ahireti inkâr edenin delili, her an ancak şudur: Eğer başka bir âlem olsaydı onu görürdük. 3930
  • حجتش اینست گوید هر دمی  ** گر بدی چیزی دگر هم دیدمی 
  • Bir çocuk, aklın eserlerini görmüyor diye akıllı adam, akla ait şeyleri nakletmez mi ki?
  • گر نبیند کودکی احوال عقل  ** عاقلی هرگز کند از عقل نقل 
  • Akıllı bir adam da aşk ahvalini görmezse aşkın kutlu ayı eksilmez ya!
  • ور نبیند عاقلی احوال عشق  ** کم نگردد ماه نیکوفال عشق 
  • Yusuf'un güzelliğini kardeşlerinin gözleri görmedi. Fakat Yakub'un gözünden gizli kalmadı ki.
  • حسن یوسف دیده‌ی اخوان ندید  ** از دل یعقوب کی شد ناپدید 
  • Musa'nın gözü, asayı bir sopadan ibaret gördü ama gayb gözü de onu bir yılan, bir kıyamet gördü.
  • مر عصا را چشم موسی چوب دید  ** چشم غیبی افعی و آشوب دید