English    Türkçe    فارسی   

5
4176-4225

  • Halkı ırmak gibi, sel gibi affet, yıka, ant, kendi denizine daldır, temizle.
  • عفو خلقان هم‌چو جو و هم‌چو سیل  ** هم بدان دریای خود تازند خیل 
  • Aflar, her gece şu gönülden çıkar, güvercinler gibi sana uçar, ulaşır.
  • عفوها هر شب ازین دل‌پاره‌ها  ** چون کبوتر سوی تو آید شها 
  • Seher çağı yine onları uçurur, geceye kadar şu bedenlere hapsedersin.
  • بازشان وقت سحر پران کنی  ** تا به شب محبوس این ابدان کنی 
  • Yine akşam çağı, o sayvanın, o damın aşkı ile kanat çırparak uçarlar.
  • پر زنان بار دگر در وقت شام  ** می‌پرند از عشق آن ایوان و بام 
  • Bedenden vuslat ipini kopardılar mı sana senin huzuruna gelirler. Çünkü senden ikbal ve devlete erişmişlerdir. 4180
  • تا که از تن تار وصلت بسکلند  ** پیش تو آیند کز تو مقبلند 
  • Baş aşağı geri dönmeden emin olarak "Biz, şüphe yok rabbimize dönenleriz" diye havada kanat çırparlar.
  • پر زنان آمن ز رجع سرنگون  ** در هوا که انا الیه راجعون 
  • O keremden de "Gelin, yücelin" diye ses gelir, O dönüşten sonra artık o hırs, o keder kalmaz..
  • بانگ می‌آید تعالوا زان کرم  ** بعد از آن رجعت نماند از حرص و غم 
  • Alemde çok gariplikler çektiniz. Ey ulular, kadrini bilin.
  • بس غریبیها کشیدیت از جهان  ** قدر من دانسته باشید ای مهان 
  • Bu ağacın gölgesinde nazla sarhoş olarak ayaklarınızı uzatınız.
  • زیر سایه‌ی این درختم مست ناز  ** هین بیندازید پاها را دراز 
  • Din yolunda zahmetler çeken ayaklarınızı ebedî hurilerin kucaklarına, ellerine uzatın. 4185
  • پایهای پر عنا از راه دین  ** بر کنار و دست حوران خالدین 
  • Huriler, merhametli bir halde birbirlerine işaret ederek bu sofiler, seferden döndüler.
  • حوریان گشته مغمز مهربان  ** کز سفر باز آمدند این صوفیان 
  • Güneş nuru gibi saf sofiler, bir müddet toprağa düştüler, pisliğe karıştılar.
  • صوفیان صافیان چون نور خور  ** مدتی افتاده بر خاک و قذر 
  • Fakat ayaklarında, üstlerinde başlarında hiçbir pislik olmaksızın tertemiz olarak güneşin nuru gibi yüce yüce güneş değirmisine geldiler.
  • بی‌اثر پاک از قذر باز آمدند  ** هم‌چو نور خور سوی قرص بلند 
  • Yüce Tanrı, bu suçlular da başlarını duvarlara vurdular.
  • این گروه مجرمان هم ای مجید  ** جمله سرهاشان به دیواری رسید 
  • Kendi hatalarını, suçlarını anladılar. Padişahın oyununda mat oldular ama, 4190
  • بر خطا و جرم خود واقف شدند  ** گرچه مات کعبتین شه بدند 
  • Şimdi ah ederek ey lütfu, suçlulara yol gösteren Tanrı diye sana yüz tuttular.
  • رو به تو کردند اکنون اه‌کنان  ** ای که لطفت مجرمان را ره‌کنان 
  • Lütfet, yolda kirlenenleri tez af Fıratında, yıkanılacak kaynakta yıka, arıt.
  • راه ده آلودگان را العجل  ** در فرات عفو و عین مغتسل 
  • Arıt da uzun zamandır işlenegelen suçtan yıkansınlar, temizlerin safına katılıp namaz kılsınlar.
  • تا که غسل آرند زان جرم دراز  ** در صف پاکان روند اندر نماز 
  • Sayıdan dışarı olan o saflarda "Bizler saflarız" nuruna gark olsunlar.
  • اندر آن صفها ز اندازه برون  ** غرقگان نور نحن الصافون 
  • Söz, bu halin övüşüne gelince kalem de kırıldı, kâğıt da yırtıldı. 4195
  • چون سخن در وصف این حالت رسید  ** هم قلم بشکست و هم کاغذ درید 
  • Hiç deniz, bir kaba sığar mı? Aslanı bir kuzu kapıp götürebilir mi?
  • بحر را پیمود هیچ اسکره‌ای  ** شیر را برداشت هرگز بره‌ای 
  • Perde ardındaysan perdeden çık da o şaşılacak padişahlığı gör.
  • گر حجابستت برون رو ز احتجاب  ** تا ببینی پادشاهی عجاب 
  • Sarhoş kavim, kadehini kırdılar ama senden sarhoş olanların özrü vardır.
  • گرچه بشکستند حامت قوم مست  ** آنک مست از تو بود عذریش هست 
  • Onların sarhoşluğu, ikbal ve malla değildir ey işleri tatlı Tanrı, senin şarabından sarhoş olmuştur onlar.
  • مستی ایشان به اقبال و به مال  ** نه ز باده‌ی تست ای شیرین فعال 
  • 4200, Ey padişahlar padişahı, onlar senin hususiyetinden sarhoş olmuşlardır. Ey af eden Tanrı, kendi sarhoşunu affet. 4200
  • ای شهنشه مست تخصیص توند  ** عفو کن از مست خود ای عفومند 
  • Hitap ettiğin zaman senin hususiyetinin lezzeti, insanı, öyle bir sarhoş eder ki, yüz küp şarap insanı öyle sarhoş edemez.
  • لذت تخصیص تو وقت خطاب  ** آن کند که ناید از صد خم شراب 
  • Mademki beni sarhoş ettin, had vurma bana. Şeriat, sarhoşlara had vurmaz.
  • چونک مستم کرده‌ای حدم مزن  ** شرع مستان را نبیند حد زدن 
  • Aklım başıma gelsin de o vakit döv. Zaten ben ayılmayı istemiyorum ki.
  • چون شوم هشیار آنگاهم بزن  ** که نخواهم گشت خود هشیار من 
  • Ey lütuflar ve ihsanlar sahibi Tanrı, senin şarabını içen, ebedî olarak aklından da kurtuldu gitti, had vurulmasından da.
  • هرکه از جام تو خورد ای ذوالمنن  ** تا ابد رست از هش و از حد زدن 
  • Onlar, sarhoşluklarının verdiği yoklukta ebedi olarak kalırlar. Sizin sevginizde yok olan gayri ayılıp kalkamaz. 4205
  • خالدین فی فناء سکرهم  ** من تفانی فی هواکم لم یقم 
  • İhsanın bize yürü der, yürü ey aşkımızın ayranına kapılmış olan!
  • فضل تو گوید دل ما را که رو  ** ای شده در دوغ عشق ما گرو 
  • Sinek gibi ayranımıza düşmüşsün.. Sen, sarhoş değilsin ey sinek, şarabın ta kendisisin.
  • چون مگس در دوغ ما افتاده‌ای  ** تو نه‌ای مست ای مگس تو باده‌ای 
  • Ey sinek, gerkesler, senden sarhoş olurlar. Çünkü sen, bal denizine at sürmüşsün.
  • کرگسان مست از تو گردند ای مگس  ** چونک بر بحر عسل رانی فرس 
  • Dağlar, zerreler gibi senin sarhoşundur. Nokta da senin elindedir, pergel de, çizgi de.
  • کوهها چون ذره‌ها سرمست تو  ** نقطه و پرگار و خط در دست تو 
  • Halkın titrediği fitne, senden titrer.. Her değerli mücevher, sence ucuzdan ucuzdur. 4210
  • فتنه که لرزند ازو لرزان تست  ** هر گران‌قیمت گهر ارزان تست 
  • Tanrı, bana beş yüz ağız verseydi de ey can ve ey cihan, seni anlatsaydım.
  • گر خدا دادی مرا پانصد دهان  ** گفتمی شرح تو ای جان و جهان 
  • Halbuki bir ağzım var, o da ey sırları bilen Tanrı, senden utancından kırık dökük!
  • یک دهان دارم من آن هم منکسر  ** در خجالت از تو ای دانای سر 
  • Fakat yokluktan daha kırık dökük olmam ya.. Bunca ümmetler, onun ağzından zuhur etti.
  • منکسرتر خود نباشم از عدم  ** کز دهانش آمدستند این امم 
  • Yüzlerce gayb eserleri, Tanrı'nın lütuf ve ihsa-niyle yokluktan dışarı çıkmayı beklemede.
  • صد هزار آثار غیبی منتظر  ** کز عدم بیرون جهد با لطف و بر 
  • Ey keremine kurban olduğum Tanrı, başım, senin havanla dönmede. 4215
  • از تقاضای تو می‌گردد سرم  ** ای ببرده من به پیش آن کرم 
  • Sana rağbetimiz, senin dileğinle oluyor. Nerde bir yol yürüyen varsa onu Tanrı cezbesi çekmektedir.
  • رغبت ما از تقاضای توست  ** جذبه‌ی حقست هر جا ره‌روست 
  • Hiç yel olmadan toprak havaya kalkar mı? Hiç deniz olmadan bir gemi, denize ayak atabilir mi?
  • خاک بی‌بادی به بالا بر جهد  ** کشتی بی‌بحر پا در ره نهد 
  • Abıhayat önünde kimse ölmez.. Halbuki abıhayat, senin suyunun yanında bir tortudan ibarettir.
  • پیش آب زندگانی کس نمرد  ** پیش آبت آب حیوانست درد 
  • Abıhayat, can kıblesidir. Dostlar, bağlar, bahçeler, suyla yeşerir, güler.
  • آب حیوان قبله‌ی جان دوستان  ** ز آب باشد سبز و خندان بوستان 
  • Ölümü içenler, onun aşkiyle dirildiler; gönüllerini candan da çekmişlerdir, abıhayattan da. 4220
  • مرگ آشامان ز عشقش زنده‌اند  ** دل ز جان و آب جان بر کنده‌اند 
  • Aşkının suyu mademki bize el verdi, abıhayatını bizce hiçbir değeri yok artık
  • آب عشق تو چو ما را دست داد  ** آب حیوان شد به پیش ما کساد 
  • Her can, abıhayattan diridir. Fakat abıhayatın suyu da sensin.
  • ز آب حیوان هست هر جان را نوی  ** لیک آب آب حیوانی توی 
  • Her an bana bir ölüm, bir haşir verdin de o keremin neler yaptığını gördüm.
  • هر دمی مرگی و حشری دادیم  ** تا بدیدم دست برد آن کرم 
  • Senin yeniden dirilteceğine güvenim var; o yüzden bu ölüm, bana uyku gibi görünmede ey Tanrı.
  • هم‌چو خفتن گشت این مردن مرا  ** ز اعتماد بعث کردن ای خدا 
  • Her an yedi denize de serap olsa ey suyun suyu, sen onu kulağından tutar, getirirsin. 4225
  • هفت دریا هر دم ار گردد سراب  ** گوش گیری آوریش ای آب آب