English    Türkçe    فارسی   

5
581-630

  • Yine böyle o padişah “Sabredin” buyurdu. Bir istek olmalı ki ondan yüz çeviresin.
  • هم‌چنان چون شاه فرمود اصبروا  ** رغبتی باید کزان تابی تو رو 
  • “Yeyin” emri şehvet için bir tuzaktır, ondan sonra gelen “İsraf etmeyin” emriyse temizliktir.
  • پس کلوا از بهر دام شهوتست  ** بعد از آن لاتسرفوا آن عفتست 
  • Şehvet olmasa ondan kaçınmaya imkan olabilir mi?
  • چونک محمول به نبود لدیه  ** نیست ممکن بود محمول علیه 
  • Sabretme ezasına uğramadıkça karşılığında bir hayır ve mükafat elde edemezsin.
  • چونک رنج صبر نبود مر ترا  ** شرط نبود پس فرو ناید جزا 
  • Ne hoştur o şart ve ne sevinçli şeydir o mükafat. O gönüller açan, canlara canlar katan mükafat! 585
  • حبذا آن شرط و شادا آن جزا  ** آن جزای دل‌نواز جان‌فزا 
  • Aşıkın Allah’dan kazandığı sevap da Allah’dır
  • در بیان آنک ثواب عمل عاشق از حق هم حق است 
  • Aşıkların neşesi de odur, gamı da, hizmetlerine karşılık aldıkları ücret de.
  • عاشقان را شادمانی و غم اوست  ** دست‌مزد و اجرت خدمت هم اوست 
  • Aşık, sevgiliden başkasını seyre dalarsa bu, aşk değildir, aslı yok bir sevdadır.
  • غیر معشوق ار تماشایی بود  ** عشق نبود هرزه سودایی بود 
  • Aşk, o yalımdır ki parladı mı sevgiliden başka ne varsa hepsini yakar.
  • عشق آن شعله‌ست کو چون بر فروخت  ** هرچه جز معشوق باقی جمله سوخت 
  • La kılıcı, Allah’dan başka ne varsa hepsini keser silip süpürür. Bir bak hele, La’dan sonra ne kalır?
  • تیغ لا در قتل غیر حق براند  ** در نگر زان پس که بعد لا چه ماند 
  • İllallah kalır, hepsi gider. Neşelen, sevin ey ikiliği yakıp yandıran şiddetli aşk! 590
  • ماند الا الله باقی جمله رفت  ** شاد باش ای عشق شرکت‌سوز زفت 
  • Zaten evvelkiler de oydu, sonrakiler de. İkilik ancak şaşı gözün bir görüşüdür, bunu böyle gör.
  • خود همو بود آخرین و اولین  ** شرک جز از دیده‌ی احول مبین 
  • Ne şaşılacak şey! Hiç onun aksinden başka bir güzel olur mu? Beden, ancak canla hareket edebilir.
  • ای عجب حسنی بود جز عکس آن  ** نیست تن را جنبشی از غیر جان 
  • Canı olmayan bedeni istersen yağla, balla beslemeye kalk, yine beyhudedir.
  • آن تنی را که بود در جان خلل  ** خوش نگردد گر بگیری در عسل 
  • Bunu, bir günceğiz olsun dirilip bu canlar canının elindeki kadehi alan, o şarabı içen bilir.
  • این کسی داند که روزی زنده بود  ** از کف این جان جان جامی ربود 
  • Fakat gözü, o yüzleri göremeyene şu duman, can görünür. 595
  • وانک چشم او ندیدست آن رخان  ** پیش او جانست این تف دخان 
  • Abdülaziz oğlu Ömer’i görmediğinden Haccac onca adalet sahibidir.
  • چون ندید او عمر عبدالعزیز  ** پیش او عادل بود حجاج نیز 
  • O, Musa’nın ejderhasını görmemiştir de büyücülerin iplerinde can var sanır.
  • چون ندید او مار موسی را ثبات  ** در حبال سحر پندارد حیات 
  • Arı duru suyu içmeyen kuş, kara su içinde kanat çırpıp durur.
  • مرغ کو ناخورده است آب زلال  ** اندر آب شور دارد پر و بال 
  • Zıt olmadıkça zıttı tanınamaz. Yara görülünce onulmaya başlanır.
  • جز به ضد ضد را همی نتوان شناخت  ** چون ببیند زخم بشناسد نواخت 
  • Hasılı Elest ikliminin kadrini bilesin diye dünya, önce gelmiştir. 600
  • لاجرم دنیا مقدم آمدست  ** تا بدانی قدر اقلیم الست 
  • Fakat buradan kurtulup oraya vardın mı ebed şeker hanesinde şükreder durursun.
  • چون ازینجا وا رهی آنجا روی  ** در شکرخانه‌ی ابد شاکر شوی 
  • Dersin ki: Sanki orada toprak elemişim. Bu tertemiz alemden kaçıp duruyormuşum.
  • گویی آنجا خاک را می‌بیختم  ** زین جهان پاک می‌بگریختم 
  • Keşke bundan önce ölseydim de o balçıkta çektiklerim, daha az olsaydı.
  • ای دریغا پیش ازین بودیم اجل  ** تا عذابم کم بدی اندر وجل 
  • Rasul aleyhisselam’ın “Ölümünü ölmeden önce istiyen ölmemiş sayılır. İyiyse iyiliğe ulaşmaya acele eder, kötüyse kötülüğünün azalmasını diler” hadisinin tefsiri
  • در تفسیر قول رسول علیه‌السلام ما مات من مات الا و تمنی ان یموت قبل ما مات ان کان برا لیکون الی وصول البر اعجل و ان کان فاجرا لیقل فجوره 
  • İşte onun için o her şeyi bilen peygamber, “Kim ölür bedenini terk ederse,
  • زین بفرمودست آن آگه رسول  ** که هر آنک مرد و کرد از تن نزول 
  • Öldüğünden, göçtüğünden dolayı hasrete düşmez. Ancak taksiratından, fırsatı fevt ettiğinden hasrete düşer. 605
  • نبود او را حسرت نقلان و موت  ** لیک باشد حسرت تقصیر و فوت 
  • Ölen keşke maksadıma bundan önce erişseydim diye diler.
  • هر که میرد خود تمنی باشدش  ** که بدی زین پیش نقل مقصدش 
  • Kötüyse, önce ölseydi kötülüğü daha az olurdu. İyiyse, iyilik yurduna daha önce gelirdi.
  • گر بود بد تا بدی کمتر بدی  ** ور تقی تا خانه زوتر آمدی 
  • Kötü, haberim yokmuş, ben an be an önümdeki perdeleri arttırıp duruyormuşum.
  • گوید آن بد بی‌خبر می‌بوده‌ام  ** دم به دم من پرده می‌افزوده‌ام 
  • Bundan önce buraya göçseydim bu perdem, daha az olurdu der” buyurmuştur.
  • گر ازین زودتر مرا معبر بدی  ** این حجاب و پرده‌ام کمتر بدی 
  • Hırsa düşüp kanaat yüzünü az yırt. Ululanıp aşağılanma yüzünü az incit. 610
  • از حریصی کم دران روی قنوع  ** وز تکبر کم دران چهره‌ی خشوع 
  • Hasisliğinden cömertlik yüzünü, Şeytanlığından secdenin güzelim cemalini az parala.
  • هم‌چنین از بخل کم در روی جود  ** وز بلیسی چهره‌ی خوب سجود 
  • O cenneti bezeyen kanatları yolma. O yolları kaplayan kanatları koparma.
  • بر مکن آن پر خلد آرای را  ** بر مکن آن پر ره‌پیمای را 
  • Tavus kuşu, bu öğüdü duyunca ona baktı. Sonra da zari, zari ağlamaya koyuldu.
  • چون شنید این پند در وی بنگریست  ** بعد از آن در نوحه آمد می‌گریست 
  • O dertlini feryadı figanı orada bulunanları da feryada düşürdü.
  • نوحه و گریه‌ی دراز دردمند  ** هر که آنجا بود بر گریه‌ش فکند 
  • Neden kanatlarını yoluyorsun diye soran cevapsız kalıp pişman bir halde ağlamalı oldu. 615
  • وآنک می‌پرسید پر کندن ز چیست  ** بی‌جوابی شد پشیمان می‌گریست 
  • Neden boşboğazlıkta bulundum da sordum? O, zaten dertle doluymuş, ben onu büsbütün coşturdum diyordu.
  • کز فضولی من چرا پرسیدمش  ** او ز غم پر بود شورانیدمش 
  • Gözlerinden akan yaşlar toprağa damlamakta idi. Damlayan katraların her birinde yüzlerce cevap vardı.
  • می‌چکید از چشم تر بر خاک آب  ** اندر آن هر قطره مدرج صد جواب 
  • Doğru ve özden ağlayış, canlara dokunur, feleği ve arşı bile ağlatır.
  • گریه‌ی با صدق بر جانها زند  ** تا که چرخ و عرش را گریان کند 
  • Akıl ve gönüller, şüphe yok ki arşa mensuptur, hicap içinde olarak arş nurundan doğarlar.
  • عقل و دلها بی‌گمان عرشی‌اند  ** در حجاب از نور عرشی می‌زیند 
  • Akıl ve ruh da Harut ve Marut’un Babil Kuyusunda mahpus oldukları gibi balçık içinde mahpustur.
  • در بیان آنک عقل و روح در آب و گل محبوس‌اند هم‌چون هاروت و ماروت در چاه بابل 
  • Harut’la Marut gibi. O iki temiz melek de bu alemde korkunç bir kuyuda mahpusturlar. 620
  • هم‌چو هاروت و چو ماروت آن دو پاک  ** بسته‌اند اینجا به چاه سهمناک 
  • Aşağılık şehvet alemine düştüler de suçları yüzünden bu kuyuda bağlana kaldılar.
  • عالم سفلی و شهوانی درند  ** اندرین چه گشته‌اند از جرم‌بند 
  • İyilerle kötüler büyüyü ve büyüyü bozan şeyleri bu iki melekten öğrenirler.
  • سحر و ضد سحر را بی‌اختیار  ** زین دو آموزند نیکان و شرار 
  • Fakat önce kendine gel, büyüyü öğrenme vazgeç bu sevdadan.
  • لیک اول پند بدهندش که هین  ** سحر را از ما میاموز و مچین 
  • Biz bu büyüyü seni belaya uğratmak ve sınamak için öğretiriz diye öğüt verirler.
  • ما بیاموزیم این سحر ای فلان  ** از برای ابتلا و امتحان 
  • Sınamada şart ihtiyar sahibi olmaktır. Kudret elde olmadıkça da ihtiyar olamaz. 625
  • که امتحان را شرط باشد اختیار  ** اختیاری نبودت بی‌اقتدار 
  • İstekler uyumuş köpeklere benzer. Onlardaki hayır ve şer de gizlidir.
  • میلها هم‌چون سگان خفته‌اند  ** اندریشان خیر و شر بنهفته‌اند 
  • Kudretleri olmadığı için bunlar, yere yatmış odun parçaları gibi yatakalmışlardır.
  • چونک قدرت نیست خفتند این رده  ** هم‌چو هیزم‌پاره‌ها و تن‌زده 
  • Fakat aralarına pis bir şey atıldı mı adeta köpeklere hırs surunu üfürür.
  • تا که مرداری در آید در میان  ** نفخ صور حرص کوبد بر سگان 
  • O sokakta bir eşek düşüp öldü mü uyuyan yüzlerce köpek uyanır.
  • چون در آن کوچه خری مردار شد  ** صد سگ خفته بدان بیدار شد 
  • Gayp gizliliğine gitmiş olan hırslar, yenlerinden yakalarından baş çıkarır, hücuma koyulurlar. 630
  • حرصهای رفته اندر کتم غیب  ** تاختن آورد سر بر زد ز جیب