English    Türkçe    فارسی   

5
830-879

  • Geçen yıl Elest kadehinden şarap içen, bu yıl baş ağrısına eza ve cefaya uğrar. 830
  • هر که از جام الست او خورد پار  ** هستش امسال آفت رنج و خمار 
  • Köpek gibi bayağı olan kişide padişahlık hırsı ne gezer.
  • وآنک چون سگ ز اصل کهدانی بود  ** کی مرورا حرص سلطانی بود 
  • Suçu olan tövbe eder. Yolu kaybeden kişi ah eder.
  • توبه او جوید که کردست او گناه  ** آه او گوید که گم کردست راه 
  • Ceylan yavrusunun eşekler ahırına düşüp mahpus olması , eşeklerin o gariple gah savaşarak gah alay ederek eğlenmeleri, gıdası olmayan kuru ot yemeye mecbur oluşu… Bu, Tanrı’nın has kulunun sıfatıdır, o da dünya, hava ve heves ve şehvet ehli arasında bu hale düşmüştür.”İslam garip başlar garip biter. Ne mutlu gariplere” denmiştir. Tanrı Peygamberi doğru söylemiştir.
  • قصه‌ی محبوس شدن آن آهوبچه در آخر خران و طعنه‌ی آن خران ببر آن غریب گاه به جنگ و گاه به تسخر و مبتلی گشتن او به کاه خشک کی غذای او نیست و این صفت بنده‌ی خاص خداست میان اهل دنیا و اهل هوا و شهوت کی الاسلام بدا غریبا و سیعود غریبا فطوبی للغرباء صدق رسول الله 
  • Avcının biri, bir ceylan tuttu. O merhametsiz herif, ceylanı ahıra kapattı.
  • آهوی را کرد صیادی شکار  ** اندر آخر کردش آن بی‌زینهار 
  • Ahır, öküzlerle, eşeklerle doluydu. O herif de ceylanı, zalimler gibi bu ahıra hapsetti.
  • آخری را پر ز گاوان و خران  ** حبس آهو کرد چون استمگران 
  • Ceylan, ürkekliğinden her yana kaçmakta idi. Avcı, geceleyin eşeklere saman veriyordu. 835
  • آهو از وحشت به هر سو می‌گریخت  ** او به پیش آن خران شب کاه ریخت 
  • Her öküz, her eşek, açlığından samanı şeker gibi yiyor, şekerden de hoş buluyordu.
  • از مجاعت و اشتها هر گاو و خر  ** کاه را می‌خورد خوشتر از شکر 
  • Ceylan, gah bir yandan bir yana kaçıyor, gah tozdan, dumandan yüzünü çeviriyordu.
  • گاه آهو می‌رمید از سو به سو  ** گه ز دود و گرد که می‌تافت رو 
  • Kimi, zıddı ile bir araya koyarlarsa onu, ölüm azabına uğratmış olurlar.
  • هرکرا با ضد خود بگذاشتند  ** آن عقوبت را چو مرگ انگاشتند 
  • Süleyman da Hüthüt, gitmeye mecbur olduğuna dair kabul edilebilecek bir özür getirmezse,
  • تا سلیمان گفت که آن هدهد اگر  ** هجر را عذری نگوید معتبر 
  • Ya onu öldürürüm yahut da sayıya gelmez bir azaba uğratırım demişti. 840
  • بکشمش یا خود دهم او را عذاب  ** یک عذاب سخت بیرون از حساب 
  • Ey güvenilir kişi, düşün, o azap hangi azap? Kendi cinsinden olmayanlarla bir kafese kapatılmak!
  • هان کدامست آن عذاب این معتمد  ** در قفص بودن به غیر جنس خود 
  • Ey insan, bu kafeste azap içindesin. Can kuşun, seninle cins olmayanlara tutulmuş.
  • زین بدن اندر عذابی ای بشر  ** مرغ روحت بسته با جنسی دگر 
  • Ruh, doğan kuşudur, tabiatlarsa kuzgundur. Doğan kuşu, kuzgunlarla baykuşlardan yaralanır.
  • روح بازست و طبایع زاغها  ** دارد از زاغان و چغدان داغها 
  • İşte can kuşu da, Sebzvar şehrindeki Ebubekir gibi onların arasında zari, zari ağlayıp inleyerek kalakalmıştır.
  • او بمانده در میانشان زارزار  ** هم‌چو بوبکری به شهر سبزوار 
  • Muhammed Harzemşah’ın halkı tamamiyle Rafızi olan Sebzvarı savaşla alması, şehirlilerin aman dilemeleri, padişahın bu şehirden bana Ebubekir adlı birisini armağan verirseniz canınızı bağışlarım demesi
  • حکایت محمد خوارزمشاه کی شهر سبزوار کی همه رافضی باشند به جنگ بگرفت اما جان خواستند گفت آنگه امان دهم کی ازین شهر پیش من به هدیه ابوبکر نامی بیارید 
  • Muhammet Alp Ulug Harzemşah, tamamı ile mahvolmuş Sebzvar’lılarla savaşa gitmişti. 845
  • شد محمد الپ الغ خوارزمشاه  ** در قتال سبزوار پر پناه 
  • Askerlerini sıkıştırdı. Ordusu, düşmanları öldürmeye koyuldu.
  • تنگشان آورد لشکرهای او  ** اسپهش افتاد در قتل عدو 
  • Şehirliler aman diye huzuruna gelip secde ettiler. Kulağımıza küpe tak, bizi kul et, tek canımızı bağışla.
  • سجده آوردند پیشش کالامان  ** حلقه‌مان در گوش کن وا بخش جان 
  • Sana lazım olan her vergiyi her hediyeyi verelim, onu her yıl çoğaltalım.
  • هر خراج و صلتی که بایدت  ** آن ز ما هر موسمی افزایدت 
  • Ey aslan huylu canımız senin,bir zamancağız onu bize emanet bırak dediler.
  • جان ما آن توست ای شیرخو  ** پیش ما چندی امانت باش گو 
  • Padişah bana Ebubekir adlı birisini getirmezseniz canınızı kurtaramazsınız. 850
  • گفت نرهانید از من جان خویش  ** تا نیاریدم ابوبکری به پیش 
  • Şehrinizden Ebubekir adlı birini bana armağan olarak sunmazsanız,
  • تا مرا بوبکر نام از شهرتان  ** هدیه نارید ای رمیده امتان 
  • Size kötülük eder, sizi ekin gibi keser biçerim. Ne vergi alırım, ne afsun dinlerim dedi.
  • بدرومتان هم‌چو کشت ای قوم دون  ** نه خراج استانم و نه هم فسون 
  • Yoluna altın dolu bir çuval getirip, bu şehirden Ebubekir adlı birini isteme.
  • بس جوال زر کشیدندش به راه  ** کز چنین شهری ابوبکری مخواه 
  • Sebzvar’da nasıl olur da Ebubekir bulunur? Hiç dere içinde ıslanmamış toprak parçası bulunur mu? dediler.
  • کی بود بوبکر اندر سبزوار  ** یا کلوخ خشک اندر جویبار 
  • Padişah altından yüz çevirip “A mecusiler” dedi, Ebubekir adlı birisini armağan olarak getirmedikçe 855
  • رو بتابید از زر و گفت ای مغان  ** تا نیاریدم ابوبکر ارمغان 
  • Fayda yok. ben çocuk değilim ki altına, gümüşe hayran olayım.”
  • هیچ سودی نیست کودک نیستم  ** تا به زر و سیم حیران بیستم 
  • Ey zebun kişi sen de secde etmedikçe kıçınla mescidi silip süpürsen kurtulamazsın.
  • تا نیاری سجده نرهی ای زبون  ** گر بپیمایی تو مسجد را به کون 
  • Şehirliler, sağdan, soldan haberciler uçurdular. Bu yıkık yerde bir Ebubekir var mı nerede? diye aramaya koyuldular.
  • منهیان انگیختند از چپ و راست  ** که اندرین ویرانه بوبکری کجاست 
  • Üç gün üç gece koşup tozduktan sonra bir arık Ebubekir bulabildiler.
  • بعد سه روز و سه شب که اشتافتند  ** یک ابوبکری نزاری یافتند 
  • Yolcuymuş, hastalıktan yıkık bir yerin bir bucağında kuruyup kalmış. 860
  • ره گذر بود و بمانده از مرض  ** در یکی گوشه‌ی خرابه پر حرض 
  • Bir yıkık bucakta uyuyormuş. Onu görünce, çabuk dediler,
  • خفته بود او در یکی کنجی خراب  ** چون بدیدندش بگفتندش شتاب 
  • Kalk seni padişah istiyor. Senin yüzünden şehrimiz ölümden kurtulacak.
  • خیز که سلطان ترا طالب شدست  ** کز تو خواهد شهر ما از قتل رست 
  • Adam dedi ki: Ayağım olsaydı, yürümeye kudret bulsaydım gideceğim yere giderdim.
  • گفت اگر پایم بدی یا مقدمی  ** خود به راه خود به مقصد رفتمی 
  • Bu düşman yurdunda kalır mıydım hiç? Sevgililerin şehrine koşar giderdim.
  • اندرین دشمن‌کده کی ماندمی  ** سوی شهر دوستان می‌راندمی 
  • Ölü taşıyan bir salacayı getirip Ebubekir’i üstüne yatırdılar. 865
  • تخته‌ی مرده‌کشان بفراشتند  ** وان ابوبکر مرا برداشتند 
  • Hamallara verip görsün diye Harzemşah’ın huzuruna götürdüler.
  • سوی خوارمشاه حمالان کشان  ** می‌کشیدندش که تا بیند نشان 
  • Bu cihan, Sebzvar’dır. Tanrı eri, burada zayi olur gider.
  • سبزوارست این جهان و مرد حق  ** اندرین جا ضایعست و ممتحق 
  • Harzemşah ulu Tanrıdır. Bu rezil kavimden gönül istemektedir.
  • هست خوارمشاه یزدان جلیل  ** دل همی خواهد ازین قوم رذیل 
  • Peygamber, “Tanrı, suretlerinize bakmaz, kalbe bakar. Kalp işlerinizi düzene koyun” demiştir.
  • گفت لا ینظر الی تصویرکم  ** فابتغوا ذا القلب فی‌تدبیر کم 
  • Tanrı, ben sana, bir gönül sahibinden bakarım. Secdene, altın vermene bakmam bile demektedir. 870
  • من ز صاحب‌دل کنم در تو نظر  ** نه به نقش سجده و ایثار زر 
  • Sen, gönlünü gönül sandın da gönül sahiplerini aramayı bıraktın.
  • تو دل خود را چو دل پنداشتی  ** جست و جوی اهل دل بگذاشتی 
  • Gönül öyle bir varlıktır ki bu yedi gök gibi yedi yüz tanesini oraya koysan kaybolur gider.
  • دل که گر هفصد چو این هفت آسمان  ** اندرو آید شود یاوه و نهان 
  • Bu çeşit gönül kırıklarına gönül deme. Sebzvar’da Ebubekir arama.
  • این چنین دل ریزه‌ها را دل مگو  ** سبزوار اندر ابوبکری بجو 
  • Gönül sahibi, altı yüzlü aynadır. Tanrı, altı cihette de o aynadan nazar eder durur.
  • صاحب دل آینه‌ی شش‌رو شود  ** حق ازو در شش جهت ناظر بود 
  • Altı cihette bulunan, bu cihetlerden kurtulamayan kişiye Tanrı, o gönül sahibi vasıta olamadıkça nazar etmez. 875
  • هر که اندر شش جهت دارد مقر  ** نکندش بی‌واسطه‌ی او حق نظر 
  • Birisini reddederse onun için eder. Kabul ederse yine şefaatçi odur.
  • گر کند رد از برای او کند  ** ور قبول آرد همو باشد سند 
  • O olmadıkça Tanrı kimseye rızk vermez. İşte ben, vuslata ulaşan kişinin ahvalinden bir miktarcığını söyledim.
  • بی‌ازو ندهد کسی را حق نوال  ** شمه‌ای گفتم من از صاحب‌وصال 
  • Tanrı, ihsanını onun eline kor da acınanlara onun elinden ihsanda bulunur.
  • موهبت را بر کف دستش نهد  ** وز کفش آن را به مرحومان دهد 
  • Onun avucu ile bütünlük denizi birleşmiştir. O, neliksiz ve niteliksizdir ve tam kemal sahibidir.
  • با کفش دریای کل را اتصال  ** هست بی‌چون و چگونه و بر کمال