English    Türkçe    فارسی   

6
1067-1116

  • Sabah gibi apaydın olurdu. Ben, o sözleri anlatamam ki!
  • روز روشن گردد آن شب چون صباح  ** من نتوانم باز گفت آن اصطلاح 
  • Hamel burcundaki güneş, otlara ve henüz olmamış hurmalara ne yapar? Bilirsin ya.
  • خود تو دانی که آفتابی در حمل  ** تا چه گوید با نبات و با دقل 
  • Arı duru su, çiçeklerle fidanlara neler söyler? Onu da bilirsin.
  • خود تو دانی هم که آن آب زلال  ** می چه گوید با ریاحین و نهال 
  • Allah’nın sanatı, cihanın bütün cüzilerine karşı âdeta afsuncuların ağzından çıkan soluğun, harfin tesirini yapar. 1070
  • صنع حق با جمله اجزای جهان  ** چون دم و حرفست از افسون‌گران 
  • Allah çekişi, tesir ve sebeplerle olur. Harfsiz, dudaksız yüzlerce söz söyler Allah.
  • جذب یزدان با اثرها و سبب  ** صد سخن گوید نهان بی‌حرف و لب 
  • Tesir ediş de kaderden değil midir? Fakat tesiri, akılla anlaşılmaz.
  • نه که تاثیر از قدر معمول نیست  ** لیک تاثیرش ازو معقول نیست 
  • Akıl, asıllarda mukallit olduğu için bil ki ferilerinde de mukallittir.
  • چون مقلد بود عقل اندر اصول  ** دان مقلد در فروعش ای فضول 
  • Akıl peki, ben aslı bilmede de mukallidim, fer’i bilmede de fakat asıl maksat nedir, diye sorarsa de ki: Asıl maksat öyle bir şeydir ki sen onu bilemezsin vesselâm!
  • گر بپرسد عقل چون باشد مرام  ** گو چنانک تو ندانی والسلام 
  • Mustafa aleyhisselâm’ın Allah razı olsun Sıddıyk’a “Ben sana beni de ortak et dememiş miydim ? Neye yalnız aldın? Diye darılması onun da özür getirmesi
  • معاتبه‌ی مصطفی علیه‌السلام با صدیق رضی الله عنه کی ترا وصیت کردم کی به شرکت من بخر تو چرا بهر خود تنها خریدی و عذر او 
  • Peygamber dedi ki: Ey Sıddıyk, sana demedim mi ki bu ihsanda beni de ortak et. 1075
  • گفت ای صدیق آخر گفتمت  ** که مرا انباز کن در مکرمت 
  • Ebubekir, biz dedi, ikimiz de senin kullarınız. Ben, onu senin rızan için azat ettim.
  • گفت ما دو بندگان کوی تو  ** کردمش آزاد من بر روی تو 
  • Sen beni kul et,bana dostum de, de senden hiç azatlık istemem.
  • تو مرا می‌دار بنده و یار غار  ** هیچ آزادی نخواهم زینهار 
  • Benim azatlığım sana kul olmamdır. Sensiz olursam mihnetlere, azaplara uğrarım.
  • که مرا از بندگیت آزادیست  ** بی‌تو بر من محنت و بیدادیست 
  • Ey Allah seçilmişi, bu seçilişinle dünyayı dirilttin. Halkın geri kalanlarını ileri götürdün, hele beni yok mu?
  • ای جهان را زنده کرده ز اصطفا  ** خاص کرده عام را خاصه مرا 
  • Gençliğimde rüya görmüştüm, değirmi güneş, bana selâm vermişti. 1080
  • خوابها می‌دید جانم در شباب  ** که سلامم کرد قرص آفتاب 
  • Beni yerden almış, gökyüzüne çıkarmıştı. Bu yücelişte ona yoldaş olmuştum.
  • از زمینم بر کشید او بر سما  ** همره او گشته بودم ز ارتقا 
  • Bu rüya, olmayacak bir şey, malihulyadan ibaret. Hiç olmayacak şey, benim halime uyar mı, benim vasfım olur mu? demiştim.
  • گفتم این ماخولیا بود و محال  ** هیچ گردد مستحیلی وصف حال 
  • Fakat seni görünce kendimi gördüm. Aferin o güzel aynaya!
  • چون ترا دیدم بدیدم خویش را  ** آفرین آن آینه‌ی خوش کیش را 
  • Seni görünce olmayacak şey, bana hâl oldu. Canım ululuklara daldı.
  • چون ترا دیدم محالم حال شد  ** جان من مستغرق اجلال شد 
  • Ey şehirlerin ruhu, seni görünce bu güneşin sevgisi, harareti, gözümden düştü. 1085
  • چون ترا دیدم خود ای روح البلاد  ** مهر این خورشید از چشمم فتاد 
  • Gözüm senin yüzünden yüce bir himmet sahibi oldu, artık çayırlığa, çimenliğe hor bakıyor, onları hoş görmüyor.
  • گشت عالی‌همت از نو چشم من  ** جز به خواری نگردد اندر چمن 
  • Nur aradım, kendimi nurun nuru olarak gördüm. Huri aradım, kendimi hurilerin bile kıskandıkları derecede güzel buldum.
  • نور جستم خود بدیدم نور نور  ** حور جستم خود بدیدم رشک حور 
  • Lâtif ve gümüş bedenli bir Yusuf aradım, sen de bir Yusuf’lar yurdu gördüm ben.
  • یوسفی جستم لطیف و سیم تن  ** یوسفستانی بدیدم در تو من 
  • Cennet peşindeydim, arayıp duruyordum. Her cüzün, bana bir cennet göründü.
  • در پی جنت بدم در جست و جو  ** جنتی بنمود از هر جزو تو 
  • Bu övüşte bana nispetledir, yoksa bu övüş sana bir kınamadır, bir hicivdir. 1090
  • هست این نسبت به من مدح و ثنا  ** هست این نسبت به تو قدح و هجا 
  • Hani, Allah Kelim’i Musa’ya karşı, o sâf çoban, Allah’yı övüyor.
  • هم‌چو مدح مرد چوپان سلیم  ** مر خدا را پیش موسی کلیم 
  • Gel de bitlerini kırayım sana süt içireyim,çarığını dikeyim, önüne çevireyim diyordu ya.
  • که بجویم اشپشت شیرت دهم  ** چارقت دوم من و پیشت نهم 
  • Fakat Allah onun bu sözlerini medih, saydı; sen de merhamet eder, benim sözlerimi medih sayarsan şaşılmaz.
  • قدح او را حق به مدحی برگرفت  ** گر تو هم رحمت کنی نبود شگفت 
  • Anlayışlara acı, kusurludur onlar ey akılların, vehimlerin ötesinde olan Allah!
  • رحم فرما بر قصور فهمها  ** ای ورای عقلها و وهمها 
  • Ey âşıklar, eskileri yenileyen âlemden yepyeni bir ikbal, bir devlet erişti. 1095
  • ایها العشاق اقبالی جدید  ** از جهان کهنه‌ی نوگر رسید 
  • O âlem, öyle bir âlemdir ki biçarelere çareler, arar. Dünyanın yüz binlerce bulunmaz matahı o âlemdedir.
  • زان جهان کو چاره‌ی بیچاره‌جوست  ** صد هزاران نادره دنیا دروست 
  • Ey kavim, müjdeler olsun, ferahlık vakti geldi, zahmet devri geçti, ferahlanın ey kavim!
  • ابشروا یا قوم اذ جاء الفرج  ** افرحوا یا قوم قد زال الحرج 
  • Ey Bilâl, bizi ferahlandır demek için bir güneş, hilâlin evine gitti.
  • آفتابی رفت در کازه‌ی هلال  ** در تقاضا که ارحنا یا بلال 
  • Ey Bilâl, düşman korkusu ile dudak altından söylediğin sözü minarelere çık da kâfirlerin körlüğüne rağmen bağır!
  • زیر لب می‌گفتی از بیم عدو  ** کوری او بر مناره رو بگو 
  • Müjdeci, her dertlinin kulağına, kalk ey talihsiz, devlet yolunu tut diye bağırmada. 1100
  • می‌دمد در گوش هر غمگین بشیر  ** خیز ای مدبر ره اقبال گیر 
  • Ey bu hapiste, şu kokmuş yerde, bitler içinde kalan, kendine gel... kimse duymasın, kurtuldun ,sus!
  • ای درین حبس و درین گند و شپش  ** هین که تا کس نشنود رستی خمش 
  • Dostum, her kılın dibinden bir davul sesi gelmede... Neden şimdi susuyorsun?
  • چون کنی خامش کنون ای یار من  ** کز بن هر مو بر آمد طبل‌زن 
  • Hasetçi düşman öyle bir sağır oldu ki bu kadar davul sesine karşı hani, ses nerede ki diyor.
  • آن‌چنان کر شد عدو رشک‌خو  ** گوید این چندین دهل را بانگ کو 
  • Bak, ne taze diye yüzüne reyhan vuruyorlar da körlüğünden bu eziyet de nedir ki demekte.
  • می‌زند بر روش ریحان که طریست  ** او ز کوری گوید این آسیب چیست 
  • Huri, elini sıkar; kör neden beni incitiyor diye hayretlere düşer, elini çeker. 1105
  • می‌شکنجد حور دستش می‌کشد  ** کور حیران کز چه دردم می‌کند 
  • Bedenimi, elimi ne diye çekiştirip duruyorlar... Ben uyuyorum, bırakın da güzelce dalayım, bir rüya göreyim der.
  • این کشاکش چیست بر دست و تنم  ** خفته‌ام بگذار تا خوابی کنم 
  • Rüyada arayıp durduğun burada... gözünü aç, o izi kutlu ay, önünde!
  • آنک در خوابش همی‌جویی ویست  ** چشم بگشا کان مه نیکو پیست 
  • Onun için yücelere daha fazla belâ geldi. Çünkü sevgili, güzellere daha fazla cilvelenir.
  • زان بلاها بر عزیزان بیش بود  ** کان تجمش یار با خوبان فزود 
  • Her yolda güzellerle lâtife eder, kendisini onlara gösterir, onlarla cilvelenir. Fakat bazen körleri de bir coşturur.
  • لاغ با خوبان کند بر هر رهی  ** نیز کوران را بشوراند گهی 
  • Bir an için kendisini körlere de verir. Bu yüzden de körlerin mahallesinden bir feryattır kopar. 1110
  • خویش را یک‌دم برین کوران دهد  ** تا غریو از کوی کوران بر جهد 
  • Hilâl Allah’ya ihlâs güder bir kuldu. Mukallit değildi,can gözü açıktı.Aczinden değil de kendini gizlemek için mahlûklara kulluk ederdi. Nitekim Lokmanla Yusuf ve saire de görünüşte kul olmuşlardı. Hilâl de beyin kulu ve seyisiydi. O bey müslümandı ama kördü. Kör de bilir ki bir anası vardır. Fakat o ana nasıldır?Vehmine bile getirmez Bu bilgisiyle anasını ulularsa körlükten kuttulması mümkündür .”Allah, bir kuluna hayır vermek isterse kalbinde iki göz açar,o kul o gözlerle gayb âlemini görür”
  • قصه‌ی هلال کی بنده‌ی مخلص بود خدای را صاحب بصیرت بی‌تقلید پنهان شده در بندگی مخلوقان جهت مصلحت نه از عجز چنانک لقمان و یوسف از روی ظاهر و غیر ایشان بنده‌ی سایس بود امیری را و آن امیر مسلمان بود اما چشم بسته داند اعمی که مادری دارد لیک چونی بوهم در نارد اگر با این دانش تعظیم این مادر کند ممکن بود کی از عمی خلاص یابد کی اذا اراد الله به عبد خیرا فتح عینی قلبه لیبصره بهما الغیب این راه ز زندگی دل حاصل کن کین زندگی تن صفت حیوانست 
  • Bilâl’in bazı vasıflarını duydum. Şimdi de Hilâl’in zayıflığını dinle.
  • چون شنیدی بعضی اوصاف بلال  ** بشنو اکنون قصه‌ی ضعف هلال 
  • O, yürüyüşte, gidişte Bilâl’den ileriydi; kötü huylarını daha fazla tepelemişti.
  • از بلال او بیش بود اندر روش  ** خوی بد را بیش کرده بد کشش 
  • Senin gibi ardına ardına gitmez, her an daha ziyade gerilemezdi; senin gibi mücevheri bırakıp taşa koşmazdı.
  • نه چو تو پس‌رو که هر دم پس‌تری  ** سوی سنگی می‌روی از گوهری 
  • Hani şunu gibi: Bir adama konuk geldi. Adam, konuğun yaşını sormaya, ne vakit doğduğunu araştırmaya koyuldu.
  • آن‌چنان کان خواجه را مهمان رسید  ** خواجه از ایام و سالش بر رسید 
  • Oğul dedi, kaç yaşındasın? Söyle, saklama anlat bakalım. 1115
  • گفت عمرت چند سالست ای پسر  ** بازگو و در مدزد و بر شمر 
  • Konuk, on sekiz dedi ,yahut on yedi, on altı. Yahut da kardeşlik, on beş!
  • گفت هجده هفده یا خود شانزده  ** یا که پانزده ای برادرخوانده