English    Türkçe    فارسی   

6
1617-1666

  • Bütün bu keyfiyetler, köpük gibi denizin üstünde oynar durur.
  • این همه چون و چگونه چون زبد  ** بر سر دریای بی‌چون می‌طپد 
  • Fakat denizin zatında da bir zıttı, bir ortağı benzeri yoktur, işinde de. Varlıklar, varlık libaslarını ondan giyerler.
  • ضد و ندش نیست در ذات و عمل  ** زان بپوشیدند هستیها حلل 
  • Zıt, kendisine zıt olan şeye nasıl olur da varlık verir? Onu yaratması şöyle dursun belki ondan kaçar, uzaklaşır.
  • ضد ضد را بود و هستی کی دهد  ** بلک ازو بگریزد و بیرون جهد 
  • Eş ne demektir? Misil demektir, iyinin kötünün misli. Misil kendisine misil yaratır mı hiç? 1620
  • ند چه بود مثل مثل نیک و بد  ** مثل مثل خویشتن را کی کند 
  • Ey Allahdan korkup çekinen, Allah, birbirine benzer, birbirinin misli iki varlık olsa yaratıcılıkta bu, neden öbürüne üstün olsun yani?
  • چونک دو مثل آمدند ای متقی  ** این چه اولیتر از آن در خالقی 
  • Bir bahçedeki yapraklar kadar birbirine eş ve zıt varlık olsa onlar, yine zıttı ve eşi olmayan denizin köpüklerine benzerler.
  • بر شمار برگ بستان ند و ضد  ** چون کفی بر بحر بی‌ضدست و ند 
  • Denizin bu zıt görünüşlerini,bu sayısız tecellilerini , keyfiyetsiz olarak gör. Denizin varlığına keyfiyet nasıl sığar?
  • بی‌چگونه بین تو برد و مات بحر  ** چون چگونه گنجد اندر ذات بحر 
  • Onun en aşağı oyunu, canındır. Bu nelik ve nitelik cana nasıl sığar? Can nasıldır, nicedir diyebilir misin?
  • کمترین لعبت او جان تست  ** این چگونه و چون جان کی شد درست 
  • Peki, her katradaki akıl ve can bile bedene bigâne olan böyle bir deniz, 1625
  • پس چنان بحری که در هر قطر آن  ** از بدن ناشی‌تر آمد عقل و جان 
  • Nasıl olur da sayı ve keyfiyetin daracık sahasına sığar? Aklıkül bile orada bilmeyenler arasına katılmıştır.
  • کی بگنجد در مضیق چند و چون  ** عقل کل آنجاست از لا یعلمون 
  • Akıl, bedene ey cansız şey der, hiç o dönüp varacağın denizden bir koku aldın, bir şey duydun mu?
  • عقل گوید مر جسد را که ای جماد  ** بوی بردی هیچ از آن بحر معاد 
  • Beden der ki: Ben ancak senin bir gölgenim. Gölgeden kim yardım ister ki?
  • جسم گوید من یقین سایه‌ی توم  ** یاری از سایه که جوید جان عم 
  • Akıl da burası der, anlayabilecek kişinin, anlayamayacak kişiden daha âciz olduğu bir yerdir. Öyle bir hayret makamıdır burası ki,
  • عقل گوید کین نه آن حیرت سراست  ** که سزا گستاخ‌تر از ناسزاست 
  • Burada parlak güneş bile bir zerreye kulluk etmede, köle gibi hizmetlerde bulunmaktadır. 1630
  • اندرینجا آفتاب انوری  ** خدمت ذره کند چون چاکری 
  • Aslan burada ceylânın önüne baş kor. Doğan burada çil kuşunun yanında kanat çırpar.
  • شیر این سو پیش آهو سر نهد  ** باز اینجا نزد تیهو پر نهد 
  • Buna inanmıyorsan neden Mustafa yoksullardan dua ister durur du ya?
  • این ترا باور نیاید مصطفی  ** چون ز مسکینان همی‌جوید دعا 
  • Bu, belletme içindi dersen bilgisizlik, nasıl olur da anlatma vesilesi kesilir?
  • گر بگویی از پی تعلیم بود  ** عین تجهیل از چه رو تفهیم بود 
  • O biliyordu ki padişahlara lâyık defineyi, padişah, yıkık yerlere gömer.
  • بلک می‌داند که گنج شاهوار  ** در خرابیها نهد آن شهریار 
  • O yıkık yerin her cüzü, defineyi gösterir ama kötü zan, o defineyi kaybetmek için tersine çakılmış nal izlerine benzer. 1635
  • بدگمانی نعل معکوس ویست  ** گرچه هر جزویش جاسوس ویست 
  • Hattâ doğrusu hakikat, hakikatte garkolmuştur da bu sebeple yetmiş fıkra, belki de yüz fıkra meydana çıkmıştır.
  • بل حقیقت در حقیقت غرقه شد  ** زین سبب هفتاد بل صد فرقه شد 
  • Sofi, can kulağını iyi aç, sana kendi saçma sözlerini anlatıyorum.
  • با تو قلماشیت خواهم گفت هان  ** صوفیا خوش پهن بگشا گوش جان 
  • Takdir sana bir zahım vurdu mu bekle, ondan sonra bir ağır elbise giydirecektir.
  • مر ترا هم زخم که آید ز آسمان  ** منتظر می‌باش خلعت بعد آن 
  • Çünkü o, silleyi vurduktan sonra taç ve taht bağışlamayacak bir padişah değildi.
  • کو نه آن شاهست کت سیلی زند  ** پس نبخشد تاج و تخت مستند 
  • Bütün dünya, onca bir sinek kanadı değerindedir. Bir silleye karşı da sonsuz ihsanlarda bulunur. 1640
  • جمله دنیا را پر پشه بها  ** سیلیی را رشوت بی‌منتها 
  • Boynunu, dünyanın şu altın boyunduruğundan çabuk kurtar da Allahdan sille satın almaya bak.
  • گردنت زین طوق زرین جهان  ** چست در دزد و ز حق سیلی ستان 
  • Peygamberler de dertlere, musibetlere sabrettiler de o yüzden başlarını yücelttiler.
  • آن قفاها که انبیا برداشتند  ** زان بلا سرهای خود افراشتند 
  • Fakat yiğidim, hazırlan, bekle de gelince seni evde bulsun.
  • لیک حاضر باش در خود ای فتی  ** تا به خانه او بیابد مر ترا 
  • Yoksa eve geldim, kimsecikler yoktu diye getirdiği elbiseyi geri götürür ha!
  • ورنه خلعت را برد او باز پس  ** که نیابیدم به خانه‌ش هیچ کس 
  • Sofinin ,yine kadıya sorması
  • باز سال کردن صوفی از آن قاضی 
  • Sofi dedi ki: Ne olurdu yâni, bu âlem, ebedî olarak insana gülseydi, hiç kaşlarını çatmasaydı. 1645
  • گفت صوفی که چه بودی کین جهان  ** ابروی رحمت گشادی جاودان 
  • Her an ortaya bir acılık katmasaydı, değişip durarak insana zahmetler vermeseydi.
  • هر دمی شوری نیاوردی به پیش  ** بر نیاوردی ز تلوینهاش نیش 
  • Gündüzün nurunu gece çalmasaydı, zevk ve sefalar sürülen bahçeyi kış talan etmeseydi.
  • شب ندزدیدی چراغ روز را  ** دی نبردی باغ عیش آموز را 
  • Sıhhat kadehi humma taşı ile kırılmasaydı, eminliği dert ve elem korkusu bozmasaydı.
  • جام صحت را نبودی سنگ تب  ** آمنی با خوف ناوردی کرب 
  • Hâsılı nimetinde bir hırıltı, gürültü olmasaydı cömertliğinden, ne eksilirdi ki?
  • خود چه کم گشتی ز جود و رحمتش  ** گر نبودی خرخشه در نعمتش 
  • Kadının sofiye cevap vermesi ve Türkle terzi hikâyesini örnek getirmesi
  • جواب قاضی سال صوفی را و قصه‌ی ترک و درزی را مثل آوردن 
  • Kadı, pek bomboş bir sofisin sen. Kûfî yazıdaki kef gibi bomboşsun, bir parçacık bile aklın yok. 1650
  • گفت قاضی بس تهی‌رو صوفیی  ** خالی از فطنت چو کاف کوفیی 
  • Ağzından şekerler saçan hikâyeci, geceleri terzilerin hainliklerini anlatır, hiç duymadın mı sen?
  • تو بنشنیدی که آن پر قند لب  ** غدر خیاطان همی‌گفتی به شب 
  • Onların halkı nasıl soyup soğana çevirdiklerine dair geçmiş zamanlardaki hikâyeleri anlatır durur.
  • خلق را در دزدی آن طایفه  ** می‌نمود افسانه‌های سالفه 
  • Kumaş keserlerken kumaşın bir parçasını nasıl çaldıklarını şuna buna söyler.
  • قصه‌ی پاره‌ربایی در برین  ** می حکایت کرد او با آن و این 
  • Hikâyecinin biri de geceleyin yine terzi masalı okumaya koyulmuştu. Halk başına toplanmıştı.
  • در سمر می‌خواند دزدی‌نامه‌ای  ** گرد او جمع آمده هنگامه‌ای 
  • Dinleyici bulunduğundan bütün cüzleri hikâye olmuştu âdeta. 1655
  • مستمع چون یافت جاذب زان وفود  ** جمله اجزااش حکایت گشته بود 
  • Peygamber aleyhisselâm “Şüphe yok Allah, dinleyenlerin himmetince vaiz edenlerin diline hikmet telkin eder” buyurdu.
  • قال النبی علیه السلام ان الله تعالی یلقن الحکمة علی لسان الواعظین بقدر همم المستمعین 
  • Birisinin sözü güzelse dinleyicidendir. Öğretmenin heyecanı ve işe iyi sarılması, çocuğun tesiriyledir.
  • جذب سمعست ار کسی را خوش لبیست  ** گرمی و جد معلم از صبیست 
  • Yirmi dört şubeden çalgı çalan bir çalgıcıya, dinleyen olmadı mı çalgısı bir yük olur.
  • چنگیی را کو نوازد بیست و چار  ** چون نیابد گوش گردد چنگ بار 
  • Aklına ne bir yanık nağme gelir, ne bir güzel, ne de on parmağı, çalgının perdelerinde ve tellerde oynar!
  • نه حراره یادش آید نه غزل  ** نه ده انگشتش بجنبد در عمل 
  • Gayb haberlerini dinleyen bir kulak olmasaydı hiçbir muştucu gökten vahiy getirmezdi.
  • گر نبودی گوشهای غیب‌گیر  ** وحی ناوردی ز گردون یک بشیر 
  • Allah sanatlarını gören gözler olmasaydı ne gökyüzü dönerdi, ne yeryüzü gülerdi. 1660
  • ور نبودی دیده‌های صنع‌بین  ** نه فلک گشتی نه خندیدی زمین 
  • “Sen olmasaydın” sözü, keskin ve görür gözler içindir.
  • آن دم لولاک این باشد که کار  ** از برای چشم تیزست و نظار 
  • Fakat halk, kadın ve yemek aşkından nereden Allah sanatına bakacak, nereden Allah aşkına düşecek?
  • عامه را از عشق هم‌خوابه و طبق  ** کی بود پروای عشق صنع حق 
  • Yiyecek birkaç köpek olmadıktan sonra tutmaç suyunu köpeklerin yiyecekleri yere dökmezsin ki.
  • آب تتماجی نریزی در تغار  ** تا سگی چندی نباشد طعمه‌خوار 
  • Yürü, Allah mağarasının köpeği ol da o, seni seçsin, bu yal yerinden kurtarsın.
  • رو سگ کهف خداوندیش باش  ** تا رهاند زین تغارت اصطفاش 
  • Hikâyeci, terzilerin insafsızca hırsızlılarını anlattı, çaldıkları kumaşları nasıl sakladıklarını söyledi. 1665
  • چونک دزدیهای بی‌رحمانه گفت  ** کی کنند آن درزیان اندر نهفت 
  • Halk arasında Hıta’lı bir Türk vardı. Bu sırrın açılmasına pek kızdı öfkelendi.
  • اندر آن هنگامه ترکی از خطا  ** سخت طیره شد ز کشف آن غطا