English    Türkçe    فارسی   

6
1742-1791

  • Her serviyi hür bir halde sere serpe yücelten, derdi de neşe haline getirir.
  • آنک زو هر سرو آزادی کند  ** قادرست ار غصه را شادی کند 
  • Onun lûtfuyla her şey, yokluktan var oldu. Var ettiğini ebedî kılarsa nesi eksilir ki?
  • آنک شد موجود از وی هر عدم  ** گر بدارد باقیش او را چه کم 
  • Bedene can verip dirilten, dirilttiğini öldürmezse ziyana mı girer?
  • آنک تن را جان دهد تا حی شود  ** گر نمیراند زیانش کی شود 
  • O cömert Allah, kulunun isteğini çalışmadan verse ne çıkar? 1745
  • خود چه باشد گر ببخشد آن جواد  ** بنده را مقصود جان بی‌اجتهاد 
  • Artık kullarından pusuda bekleyen nefis hilesiyle melûn şeytanın hilesini uzak tutsa ne olur ki?
  • دور دارد از ضعیفان در کمین  ** مکر نفس و فتنه‌ی دیو لعین 
  • Kadının sofiye cevap vermesi
  • جواب دادن قاضی صوفی را 
  • Kadı dedi ki: Acı emir olmasaydı, dünyada çirkin, güzel taş ve inci bulunmasaydı,
  • گفت قاضی گر نبودی امر مر  ** ور نبودی خوب و زشت و سنگ و در 
  • Nefis, şeytan heva ve hevese... Zahmet, meşakkat, savaş olmasaydı,
  • ور نبودی نفس و شیطان و هوا  ** ور نبودی زخم و چالیش و وغا 
  • A perdesi, yırtılmış adam; padişah kullarına ne ad takardı?
  • پس به چه نام و لقب خواندی ملک  ** بندگان خویش را ای منهتک 
  • Nasıl ey sabırlı, ey hilim sahibi, ey yiğitlik, ey hikmet ıssı diyebilirdi? 1750
  • چون بگفتی ای صبور و ای حلیم  ** چون بگفتی ای شجاع و ای حکیم 
  • Yol kesen ve melûn şeytan olmasaydı sabırlılar, doğrular ve yoksulları doyuranlar, nasıl belli olurdu?
  • صابرین و صادقین و منفقین  ** چون بدی بی ره‌زن و دیو لعین 
  • Rüstem ve Hamza’yla namussuz, aynı ve bir olsaydı bilgi ve hikmet bâtıl olurdu.
  • رستم و حمزه و مخنث یک بدی  ** علم و حکمت باطل و مندک بدی 
  • Bilgi ve hikmet, doğru yolla yolsuzluğu göstermek içindir. Her taraf yoldan ibaret olsaydı hikmet, abes ve boş bir şey olurdu.
  • علم و حکمت بهر راه و بی‌رهیست  ** چون همه ره باشد آن حکمت تهیست 
  • Sense bu acı sulu tabiat dükkânı için iki âleminde yıkılmasını hoş görüyorsun.
  • بهر این دکان طبع شوره‌آب  ** هر دو عالم را روا داری خراب 
  • Ben bilip duruyorum ki sen paksın, ham değilsin. Bu soruşunda aşağılık kişilerin anlaması için. 1755
  • من همی‌دانم که تو پاکی نه خام  ** وین سالت هست از بهر عوام 
  • Devranın cefası ile âlemdeki bütün eziyetler, Allah’dan uzak olmadan ve gafil bulunmadan daha kolaydır.
  • جور دوران و هر آن رنجی که هست  ** سهل‌تر از بعد حق و غفلتست 
  • Çünkü bunlar hep geçer de onlar geçmez. Devlet, ona derler ki insanın canı uyanık olsun!
  • زآنک اینها بگذرند آن نگذرد  ** دولت آن دارد که جان آگه برد 
  • Zahmete sabretmek ,sevgilinin ayrılığına sabretmetken kolaydır.
  • حکایت در تقریر آنک صبر در رنج کار سهل‌تر از صبر در فراق یار بود 
  • Kadının biri kocasına dedi ki: Ey adamlığı bir adımda aşan!
  • آن یکی زن شوی خود را گفت هی  ** ای مروت را به یک ره کرده طی 
  • Bana hiç bakmıyorsun, neden? Ne vaktedek bu horlukta kalacağım?
  • هیچ تیمارم نمی‌داری چرا  ** تا بکی باشم درین خواری چرا 
  • Kocası dedi ki: Boğazına bakıyorum, çıplağım ama elim ayağım var, çalışıp çabalıyorum. 1760
  • گفت شو من نفقه چاره می‌کنم  ** گرچه عورم دست و پایی می‌زنم 
  • Güzelim, ere kadının boğazına ve elbisesine bakmak farzdır. Ben ikisine de bakıyorum. Bu hususlarda eksiğin, gediğin yok.
  • نفقه و کسوه‌ست واجب ای صنم  ** از منت این هر دو هست و نیست کم 
  • Kadın, gömleğinin yenini gösterdi. Pek kaba ve kirliydi.
  • آستین پیرهن بنمود زن  ** بس درشت و پر وسخ بد پیرهن 
  • Dedi ki: Kabalığından bedenimi yiyor. Kimse kimseye bu çeşit elbise verir mi?
  • گفت از سختی تنم را می‌خورد  ** کس کسی را کسوه زین سان آورد 
  • Kocası, a kadın dedi, sana bir sorum var: Yoksul adamım ben, elimden bu geliyor.
  • گفت ای زن یک سالت می‌کنم  ** مرد درویشم همین آمد فنم 
  • Doğru, bu çok kaba, çok çirkin, fakat ey düşünceli kadın, bir düşün. 1765
  • این درشتست و غلیظ و ناپسند  ** لیک بندیش ای زن اندیشه‌مند 
  • Bu mu daha kötü, yoksa boşanmak mı? Bu mu sana daha kötü geliyor ,yoksa ayrılık mı?
  • این درشت و زشت‌تر یا خود طلاق  ** این ترا مکروه‌تر یا خود فراق 
  • Ey kınayıp duran belâ, yoksulluk, eziyet ve mihnet de böyledir işte.
  • هم‌چنان ای خواجه‌ی تشنیع زن  ** از بلا و فقر و از رنج و محن 
  • Şüphe yok ki heva ve hevesi terk etmek acıdır ama Allahdan uzak olma acılığından elbette daha iyidir.
  • لا شک این ترک هوا تلخی‌دهست  ** لیک از تلخی بعد حق بهست 
  • Savaş ve oruç güçtür, çetindir. Fakat bu güçlük ve çetinlik, Allahnın, kulu kendinden uzaklaştırmasından, böyle bir derde uğratmasından yeğdir.
  • گر جهاد و صوم سختست و خشن  ** لیک این بهتر ز بعد ممتحن 
  • İhsan ve lûtuflar ıssı Allah, bir gün, ey benim hastam, ey benim mihnetime uğrayan kul, nasılsın? derse hiç zahmet ve eziyet kalır mı? 1770
  • رنج کی ماند دمی که ذوالمنن  ** گویدت چونی تو ای رنجور من 
  • Hattâ böyle demese bile, böyle dediğini duymasan, anlamasan bile senin o zevkin yok mu? Allah’nın senin hatırını sormasıdır işte.
  • ور نگوید کت نه آن فهم و فن است  ** لیک آن ذوق تو پرسش کردنست 
  • Gönül hekimleri olan güzeller, hastaların hatırını sormaya düşkündürler.
  • آن ملیحان که طبیبان دل‌اند  ** سوی رنجوران به پرسش مایل‌اند 
  • Utanır, söz olmasın derlerse bir çare bulurlar, yine haber gönderirler.
  • وز حذر از ننگ و از نامی کنند  ** چاره‌ای سازند و پیغامی کنند 
  • Haber bile göndermeseler bunu düşünürler ya. Hâsılı hiçbir sevgili yoktur ki âşıkından haberi olmasın?
  • ورنه در دلشان بود آن مفتکر  ** نیست معشوقی ز عاشق بی‌خبر 
  • Ey duyulmamış, eşsiz hikâyeler arayan, âşıkların hikâyesini oku. 1775
  • ای تو جویای نوادر داستان  ** هم فسانه‌ی عشق‌بازان را بخوان 
  • Bunca uzun zamanlardır kaynar durursun ama yine de tatar aşı gibi yarı pişman bir haldesin ey kadid olmuş adam!
  • بس بجوشیدی درین عهد مدید  ** ترک‌جوشی هم نگشتی ای قدید 
  • Bir ömürdür Allah adaletini görmüş, o tadı almışsın da yine görmeyenlerden daha namahremsin.
  • دیده‌ای عمری تو داد و داوری  ** وانگه از نادیدگان ناشی‌تری 
  • Talebelik eden üstat olur. Öyle olduğu halde sen günden güne geri gitmişsin a inatçı kör.
  • هر که شاگردیش کرد استاد شد  ** تو سپس‌تر رفته‌ای ای کور لد 
  • Anandan,i babandan haberin yok, geceyle gündüzden de ibret almamışsın.
  • خود نبود از والدینت اختبار  ** هم نبودت عبرت از لیل و نهار 
  • Örnek
  • مثل 
  • Bir ârif, papazın birine sordu: Sen mi daha yaşlısın sakalın mı? 1780
  • عارفی پرسید از آن پیر کشیش  ** که توی خواجه مسن‌تر یا که ریش 
  • Papaz dedi ki: Ben ondan önce doğdum. Sakalsız nice zamanlarım var.
  • گفت نه من پیش ازو زاییده‌ام  ** بی ز ریشی بس جهان را دیده‌ام 
  • Ârif dedi ki: Sakalın ağarmış, eski halini terk etmiş. Öyle olduğu halde yazıklar olsun, kötü huyun hâlâ dönmemiş!
  • گفت ریشت شد سپید از حال گشت  ** خوی زشت تو نگردیدست وشت 
  • O senden önce doğmuş seni geçmiş. Sense tirit sevdası ile böylece kala kalmışsın.
  • او پس از تو زاد و از تو بگذرید  ** تو چنین خشکی ز سودای ثرید 
  • Önce doğduğun renktesin hâlâ. Ondan bir adım bile ileri atmamışsın.
  • تو بر آن رنگی که اول زاده‌ای  ** یک قدم زان پیش‌تر ننهاده‌ای 
  • Hâlâ kaptaki ekşi ayransın. Hâlâ o yoğurdun yağını ayıramamışsın. 1785
  • هم‌چنان دوغی ترش در معدنی  ** خود نگردی زو مخلص روغنی 
  • Hâlâ balçık küpteki hamursun, bir ömürdür ateşli tandırdasın ama hâlâ pişmemişsin.
  • هم خمیری خمر طینه دری  ** گرچه عمری در تنور آذری 
  • Heves yeli ile başın dönüyor ama tepedeki ot gibi ayağın toprakta.
  • چون حشیشی پا به گل بر پشته‌ای  ** گرچه از باد هوس سرگشته‌ای 
  • Musa kavmi gibi Tih çölünün ıssısında, durduğun yerde tam kırk yıl kala kalmışsın a akılsız adam!
  • هم‌چو قوم موسی اندر حر تیه  ** مانده‌ای بر جای چل سال ای سفیه 
  • Her gün, ta akşama kadar koşup duruyorsun. Fakat kendini yine de ilk konak yerinde görmedesin!
  • می‌روی هر روز تا شب هروله  ** خویش می‌بینی در اول مرحله 
  • O öküze âşık oldukça şu üç yüz yıllık uzaklıktan kurtulamazsın. 1790
  • نگذری زین بعد سیصد ساله تو  ** تا که داری عشق آن گوساله تو 
  • Onların da gönüllerinden öküzün hayali çıkmadıkça ıssı bir girdaba benzeyen o çölde kaldılar.
  • تا خیال عجل از جانشان نرفت  ** بد بریشان تیه چون گرداب زفت