English    Türkçe    فارسی   

6
1862-1911

  • O ulu er yüzünden Yahudilerin, Allah’ya şirk koşanların, Hıristiyanların, Mecusilerin hepsi bir renge boyandılar.
  • از جهود و مشرک و ترسا و مغ  ** جملگی یک‌رنگ شد زان الپ الغ 
  • Yüz binlerce kısa ve uzun gölgeler o sır denizinin nurunda bir oldular.
  • صد هزاران سایه کوتاه و دراز  ** شد یکی در نور آن خورشید راز 
  • Ne uzunluk kaldı, ne kısalık, ne genişlik. Çeşit, çeşit gölgeler, güneşe rehin oldu.
  • نه درازی ماند نه کوته نه پهن  ** گونه گونه سایه در خورشید رهن 
  • Fakat mahşerdeki tek renge boyanış, iyiye de apaçık görünür, kötüye de. 1865
  • لیک یک‌رنگی که اندر محشرست  ** بر بد و بر نیک کشف و ظاهرست 
  • O âlemde mânalar, surete bürünürler. Suretlerimiz, hülyalarımıza uygun olur.
  • که معانی آن جهان صورت شود  ** نقشهامان در خور خصلت شود 
  • O zamanda mektupların sureti açığa çıkar, elbiselerin astarı yüz olur, herkesin içi, dışına döner.
  • گردد آنگه فکر نقش نامه‌ها  ** این بطانه روی کار جامه‌ها 
  • Şimdi gizli şeyler, alacalı öküze benzer. Söz iği, âlem içinde yüzlerce renkte bir iplik gibi görünür.
  • این زمان سرها مثال گاو پیس  ** دوک نطق اندر ملل صد رنگ ریس 
  • Şimdi yüzlerce renge boyanma, yüzlerce gönül sahibi olma devri. Tek renkli olma âlemi nereden tecelli edecek?
  • نوبت صدرنگیست و صددلی  ** عالم یک رنگ کی گردد جلی 
  • Şimdi zencilik zamanı. Rum diyarına mensup olanlar, beyaz güzeller gizli. Şimdi gece, güneş gizli. 1870
  • نوبت زنگست رومی شد نهان  ** این شبست و آفتاب اندر رهان 
  • Kurdun devri, Yusuf kuyunun dibinde. Kıptilerin nöbeti, Firavun, padişah şimdi.
  • نوبت گرگست و یوسف زیر چاه  ** نوبت قبطست و فرعونست شاه 
  • Bu suretle de herkese lüzumlu, lüzumsuz gülüp duran ve kimseden esirgenmeyen rızktan şu köpekler de birkaç gün rızıklansınlar, hisselerini alsınlar bakalım.
  • تا ز رزق بی‌دریغ خیره‌خند  ** این سگان را حصه باشد روز چند 
  • “Gelin” buyruğu verilinceye kadar aslanlar, orman içinde beklemedeler.
  • در درون بیشه شیران منتظر  ** تا شود امر تعالوا منتشر 
  • Bu emir geldi mi o aslanlar, yayıldıkları yerden çıkarlar. Allah, hicapsız olarak yayılacakları, geçinecekleri yeri gösterir.
  • پس برون آیند آن شیران ز مرج  ** بی‌حجابی حق نماید دخل و خرج 
  • İnsanın mahiyeti, insanlık, karayı da kaplar, denizi de. Alacalı öküzler o kurban gününde kesilirler. 1875
  • جوهر انسان بگیرد بر و بحر  ** پیسه گاوان بسملان آن روز نحر 
  • O kurban günü, korkunç bir kıyamettir. Müminlere bayramdır, öküzlere helâk olma günü.
  • روز نحر رستخیز سهمناک  ** مومنان را عید و گاوان را هلاک 
  • O kurban gününde bütün su kuşları, gemiler gibi deniz üstünde akarlar, yüzerler.
  • جمله‌ی مرغان آب آن روز نحر  ** هم‌چو کشتیها روان بر روی بحر 
  • Bu suretle de “Helâk olan apaçık delillerle helâk olur.” Kurtulan kurtulur ve yakıyne erer.
  • تا که یهلک من هلک عن بینه  ** تا که ینجو من نجا واستیقنه 
  • Doğan kuşları, padişaha giderler, kuzgunlar, mezarlığa.
  • تا که بازان جانب سلطان روند  ** تا که زاغان سوی گورستان روند 
  • Kemikle ekmek gibi pis şeylerin cüzileri, bu cihanda kuzgunların mezesidir, gıdasıdır. 1880
  • که استخوان و اجزاء سرگین هم‌چو نان  ** نقل زاغان آمدست اندر جهان 
  • Hikmetin kadrini bilme nerede,kuzgun nerede?Gübrede yaşayan kurt nerede, bağ bahçe nerede?
  • قند حکمت از کجا زاغ از کجا  ** کرم سرگین از کجا باغ از کجا 
  • Nefsiyle savaşmak, kahpe adama lâyık değildir. Eşeğin ardında öd ağacı yakılmaz, eşeğin ardına da misk sürülmez.
  • نیست لایق غزو نفس و مرد غر  ** نیست لایق عود و مشک و کون خر 
  • Kadınlara savaş yazılmamıştır. Nefisle savaşmaksa onların işi olamaz. Çünkü bu, büyük savaştır.
  • چون غزا ندهد زنان را هیچ دست  ** کی دهد آنک جهاد اکبرست 
  • Ancak nadir olarak bazı kadında da bir Rüstem vardır. Meryem gibi gizlidir o.
  • جز بنادر در تن زن رستمی  ** گشته باشد خفیه هم‌چون مریمی 
  • Nitekim erlerin bedeninde, yüreksizliklerinden kadınların gizlendiği vardır. 1885
  • آنچنان که در تن مردان زنان  ** خفیه‌اند و ماده از ضعف جنان 
  • Kim, erliğe hazırlanmamış, er olmamışsa o dişilik, öbür âlemde surete bürünür.
  • آن جهان صورت شود آن مادگی  ** هر که در مردی ندید آمادگی 
  • O gün adalet günüdür. Adalet, her şeyi lâyık olduğu yere koymaktır. Ayakkabı ayağındır, külâh başın.
  • روز عدل و عدل داد در خورست  ** کفش آن پا کلاه آن سرست 
  • Bu suretle her isteyen isteğine erişir her batan batacağı yere kavuşur.
  • تا به مطلب در رسد هر طالبی  ** تا به غرب خود رود هر غاربی 
  • Hiçbir istek, isteyenden esirgenmez. Parlaklığın eşi güneştir, suyun eşi bulut.
  • نیست هر مطلوب از طالب دریغ  ** جفت تابش شمس و جفت آب میغ 
  • Dünya, Allah’nın kahır yurdudur. Kahrı seçtiysen kahır göre dur. 1890
  • هست دنیا قهرخانه‌ی کردگار  ** قهر بین چون قهر کردی اختیار 
  • Kahır kılıcı, denize, karaya düşmüş. Kahrolanların kemiklerine, kıllarına bak.
  • استخوان و موی مقهوران نگر  ** تیغ قهر افکنده اندر بحر و بر 
  • Damın çevresinde kuşların kanatlarını, ayaklarını seyret. Bunlar, sessiz, sözsüz sana Allah kahrını anlatırlar.
  • پر و پای مرغ بین بر گرد دام  ** شرح قهر حق کننده بی‌کلام 
  • Ölü, gömüldüğü yerde bir yığın toprak kaldı. Öldüğü zaman geçtikçe o yığın da düzeldi gitti.
  • مرد او بر جای خرپشته نشاند  ** وآنک کهنه گشت هم پشته نماند 
  • Allah adaleti, herkesi eşiyle çift etmiştir; fili fille, sivrisineği sivrisinekle.
  • هر کسی را جفت کرده عدل حق  ** پیل را با پیل و بق را جنس بق 
  • Ahmed’e mecliste dört seçilmiş dost, enis olur, Ebucehl’e de Utbe’yle Zül-hımar! 1895
  • مونس احمد به مجلس چار یار  ** مونس بوجهل عتبه و ذوالخمار 
  • Cebrail’le canların kıblesi Sidre’dir, karnına kul olanların kıblesi sofra.
  • کعبه‌ی جبریل و جانها سدره‌ای  ** قبله‌ی عبدالبطون شد سفره‌ای 
  • Arifin kıblesi vuslat nurudur, filozaflaşan aklın kıblesi hayal.
  • قبله‌ی عارف بود نور وصال  ** قبله‌ی عقل مفلسف شد خیال 
  • Zâhidin kıblesi ihsan sahibi Allah’dır, tamahkârın kıblesi altınla dolu torba.
  • قبله‌ی زاهد بود یزدان بر  ** قبله‌ی مطمع بود همیان زر 
  • Mâna gözetenlerin kıblesi sabırdır, surete tapanların kıblesi taştan yapılan suret.
  • قبله‌ی معنی‌وران صبر و درنگ  ** قبله‌ی صورت‌پرستان نقش سنگ 
  • Bâtın âleminde oturanların kıblesi lûtuf ve ihsan sahibi Allah’dır, zâhire tapanların kıblesi kadın yüzü. 1900
  • قبله‌ی باطن‌نشینان ذوالمنن  ** قبله‌ی ظاهرپرستان روی زن 
  • Böylece eski yeni... Say dur. Usanırsan yürü, işine bak!
  • هم‌چنین برمی‌شمر تازه و کهن  ** ور ملولی رو تو کار خویش کن 
  • Bizim rızkımız, altın kâse içindeki şarap, köpeklerin rızkı, yal yedikleri yere dökülen tutamaç suyu.
  • رزق ما در کاس زرین شد عقار  ** وآن سگان را آب تتماج و تغار 
  • Ne huyla huylandırdıysak ona lâyıksın. Seni o rızk için göndermişizdir.
  • لایق آنک بدو خو داده‌ایم  ** در خور آن رزق بفرستاده‌ایم 
  • Onu ekmeğe âşık ettik, o huyu verdik ona. Bunu sevgiliye âşık ettik, sarhoş yaptık, bu huyu verdik buna.
  • خوی آن را عاشق نان کرده‌ایم  ** خوی این را مست جانان کرده‌ایم 
  • Huyundan razıysan, hoşlanıyorsan neden ondan kaçıyorsun öyleyse? 1905
  • چون به خوی خود خوشی و خرمی  ** پس چه از درخورد خویت می‌رمی 
  • Dişilik hoşuna gittiyse çarşafa gir. Rüstemlikten hoşlanıyorsan al hançeri!
  • مادگی خوش آمدت چادر بگیر  ** رستمی خوش آمدت خنجر بگیر 
  • Bu sözün sonu yoktur. O yoksul da yoksulluk derdiyle arıkladı, gücü kuvveti kalmadı.
  • این سخن پایان ندارد وآن فقیر  ** گشته است از زخم درویشی عقیر 
  • Yoksulun üstünde “Bir kubbenin yanında dur, yüzünü kıbleye çevir,bir ok at,nereye düşerse orada define vardır” yazılı bir kağıdı ele geçirmesi
  • قصه‌ی آن گنج‌نامه کی پهلوی قبه‌ای روی به قبله کن و تیر در کمان نه بینداز آنجا کی افتد گنجست 
  • Bir gece rüyasında gördü. Ne rüyası, rüya nerede? Doğru özlü sofi, uyumadan rüya görür.
  • دید در خواب او شبی و خواب کو  ** واقعه‌ی بی‌خواب صوفی‌راست خو 
  • Hâtif ona dedi ki: Ey bir çok yorgunluklar görmüş er, kâğıtçılarda bir kâğıt ara.
  • هاتفی گفتش کای دیده تعب  ** رقعه‌ای در مشق وراقان طلب 
  • Komşun olan kâğıtçıda gizlidir o. Kâğıtlarını ele al. 1910
  • خفیه زان وراق کت همسایه است  ** سوی کاغذپاره‌هاش آور تو دست 
  • Onların arasında şu şekilde, şu renkte bir kâğıt var. Onu gizle bir yerde oku.
  • رقعه‌ای شکلش چنین رنگش چنین  ** بس بخوان آن را به خلوت ای حزین